Orta Asya’da kız kaçırma geleneği
Elçiliğe ölüm yok,
Kılavuzluğa horluk yok,
Kanıkey’e geldim ben,Elçi olup geldim ben.
Tadacak mısın bu tuzunu?
Verecek misin bu Manas’a kızını?
17 yaşında bir genç kız olduğunuzu hayal edin… Her sabah umutla okula gidiyorsunuz zira avukat olmak istiyorsunuz. Üstelik ailenizde üniversiteye gidecek ilk kız sizsiniz. Bu sizi de ailenizi de gururlandırıyor. Sonra o sabah, tıpkı diğer sabahlar gibi kahvaltınızı yapıp okula gitmek için evden çıkıyorsunuz.
Henüz okula gelmeden yanınızda bir araba duruyor. İçinden çıkan birkaç genç adam kollarınızdan, bacaklarınızdan tutup sizi zorla arabaya bindirmeye çalışıyor. Bağırıyorsunuz, ağlıyorsunuz, sizi tutanlara tekmeler, yumruklar savurmaya çalışıyorsunuz fakat nafile. Etraftakiler size yardıma gelmiyor.
Üstelik bu gençler siz direndikçe daha da çok eğleniyor, nihayet sizi arabaya bindirmeyi başarıyorlar. Arabaya bindiğinizde birkaç gün evvel arkadaşlarınızla gittiğiniz kafede yan masada oturan, size uzun uzun bakan, ismini bile bilmediğiniz o adamı görüyorsunuz. Size korkmamanızı, evleneceğinizi ve sizi mutlu edeceğini söylüyor.
Duyduklarınıza, tüm bu olanlara inanmak istemiyorsunuz. Teyzenizin, en yakın arkadaşınızın başına gelen sizin de başınıza geliyor. Belki biri görür, polis arabayı durdurur diye bağırmaya, çırpınmaya devam ediyorsunuz.
Uzun, belki size bir ömür gibi gelen bir yolculuğun sonunda araba duruyor. Tanımadığınız bir mahallede, tanımadığınız insanların arasındasınız. Önünde durduğunuz evde âdeta bir bayram havası var.
Tüm hazırlıklar yapılmış, herkes sizi bekliyor. Arabadaki gençler sizi bir odaya kapatıyor, peşiniz sıra kafedeki adamın hanım akrabaları içeri giriyor. Onlar da ellerinizden ayaklarınızdan tutup, ellerindeki beyaz başörtüyü başınıza geçirmeye çalışıyorlar.
Zira bu beyaz başörtüyü başınıza geçirmeniz, evliliği kabul ettiğiniz ve sonsuza kadar yaşayacağınız bu evde, bu ailede tüm yükleri sırtlanacağınız anlamına geliyor. Siz ne kadar direnirseniz direnin kadınlar örtüyü takmaktan vazgeçmiyor.
Damadın ne kadar iyi biri olduğunu, sizi mutlu edeceğini anlatıyorlar. Seçeneklerinizi gözden geçiriyorsunuz. Evliliği kabul etmemeniz hâlinde aileniz sizi kabul eder mi? Konu komşu, akraba “geri gelen kız” olmanızı nasıl karşılar? Aslında çok fazla seçeneğiniz olmadığını o vakit anlıyorsunuz.
Biraz sonra içeriye aile büyükleri giriyor ve ailenizin evliliğinizi onayladığını söylüyorlar. Tek çıkış yolunuzun da sonsuza kadar kapandığını görüyorsunuz. Saatlerdir süren direnciniz kırılıyor. Kadınlar ellerindeki beyaz başörtüyü başınıza bağlamayı başarıyorlar. Bu sefer çıkarmıyorsunuz.
Tanımadığınız bu kadınlar sizi öpüp kutluyor, size şeker ikram ediyorlar. Sonra damat içeri giriyor. Gururlu ve mutlu... Hiç tanımadığınız bu yerde, hiç tanımadığınız bir ailede, hiç tanımadığınız bir adamla düğününüz kuruluyor.
Anlattığım bu hikâye ne bir film senaryosu ne de bir üçüncü sayfa haberi. Her kırk dakikada bir, Kırgızistan’da genç bir kızın başına gelen gerçek bir hadise. “Gelin kaçırma” namıdiğer “ala kachuu” veya “bride kidnapping”den bahsediyorum.
Sonradan icat edilmiş bir “gelenek” olan “gelin kaçırma” tarzı evlilikler her ne kadar Ermenistan, Etiyopya, Güney Afrika gibi ülkelerde de meydana gelse de, bilhassa Orta Asya’nın kırsal kesiminde oldukça yaygın.
Dilerseniz birlikte bu ürkütücü “geleneğin”, tarihsel arka planını ve hâlihazırdaki durumunu Kırgızistan ve Kazakistan özelinde inceleyelim. Ancak uyarmalıyım ki düğün sezonu yaklaşırken, düğün törenlerine, düğün âdet ve geleneklerine dair bakışınız oldukça buğulanacak.
“Baban beni babamdan da bir kerecik istesin”
Birçok toplumda olduğu gibi evlilik ve düğün törenleri Orta Asya’da da genç çiftlerin ve ailelerinin hayatlarında önemli bir rol oynuyor. Hatta o kadar ki insanlar, hem maddi hem de bedensel güçlerini bu düğünleri yapabilmek için harcıyorlar.
Antropolog Aksana Ismailbekova Kırgızistan’daki Bulak köyünde evlilik üzerine araştırmalar yapıyor ve bazı prototip teşkil edecek sonuçlara ulaşıyor. Bu sonuçlara göre, köy halkının, kendisiyle aynı menşei paylaşanlarla evlenmesi yasak.
Yani kendileriyle baba tarafından aynı “yedi nesil atayı” paylaşan kişilerle evlenemiyorlar. Bunun haricinde yeni gelinin kendi ailesinin yakınında/yanında yaşaması hoş karşılanmıyor, çünkü gelinin kocasının ailesiyle ilgilenmek yerine sık sık onlara gideceği düşünülüyor.
Damadın annesine ise oğlunu evlendirmek söz konusu olduğunda çok fazla iş düşüyor. Anneler genelde oğullarının kiminle evleneceğine karar verme ve evlilikleri sırasında çocuklarına hayır dualarını sunma görevini üstleniyorlar. Ancak evliliklerin gerçekleşebilmesi için takip edilmesi gereken bazı prosedürler var.
Mesela evliliğin olabilmesi için damadın ev halkının küçük bir heyet ayarlayıp gelinin evine göndermesi şart. Genellikle gelinin ailesi bu heyet için bir akşam yemeği düzenliyor.
Bu yemek boyunca erkek tarafı kız tarafından kızı istiyor, eğer teklifleri kabul edilirse çift nişanlanmış oluyor ve taraflar düğünün detaylarını konuşmaya geçebiliyorlar.
“Genellikle” çiftler daha önceden birbirlerini seçtikleri için bu görüşmeler, daha çok bir formaliteyi yerine getirmek için devam ediyor. Kırgızistan’da bu tarz evliliklere söikö salami deniliyor ki ritüele ek olarak damadın ailesi geline bir çift küpe hediye ediyor.
Türkiye’deki görücü usulü evliliklerle söikö salamiler arasında birçok paralellik bulunduğunu söylemek mümkün. Türkiye’de de çiftler birbirlerini seçtikleri hâlde birçok insan bu âdeti takip etmekte ve bu âdeti evliliğin ilk adımı olarak görmektedir.
Tek “eksiğin” gelin olduğu düğünler
Ancak Kırgızistan ve Kazakistan’da tüm evlilikler bu tarz “düzenlenmiş evliliklerden” (guda tusu) ibaret değildir. Bunun yanı sıra evliliklerin üçte biri, damadın gelini kaçırması şeklinde gerçekleşir. Bu kaçırılan gelinlerden bazıları tamamen iş birliği içerisinde olduğu hâlde büyük bir çoğunluğu istekleri dışında kaçırılmışlardır. İş birliği ile kaçırılan kızlar bunu farklı motivasyonlar dâhilinde yapmaktadırlar.
Bazıları evlilik prosedürlerini hızlandırmak için, bazıları evlenmelerine ailelerinin rızası olmadığı için, bazıları da evlilik öncesi hamileliğe dair dedikoduları önlemek için iş birliği içerisindedirler.
Ancak ala kachuu tarzı evliliklerin büyük bir çoğunda gelin rızası olmadan, çok az tanıdığı veya hiç tanımadığı bir adam tarafından kaçırılmaktadır.
Damat belirlediği bir kızı kaçırmaya karar verdiğinde, evde düğün hazırlıkları yapılır, yemekler hazırlanır, akrabalar toplanır. Daha sonra damat, arkadaşlarından veya akrabalarından birkaç gençle birlikte, genellikle öncesinde votka içerek, arabaya binip gelinin yaşadığı veya çalıştığı yere gider.
Bazı durumlarda gelinin arkadaşlarından da yardım alırlar. Gelinin olduğu yere gittiklerinde, gelini görür görmez zorla sürükleyerek, kollarından, bacaklarından tutarak arabaya bindirirler.
Damadın iyiliklerinden söz ederler ve ellerindeki beyaz başörtüyü gelinin başına bağlamaya çalışırlar. Yine gelin kaçırıldıktan hemen sonra damadın ebeveynleri, kızlarına ne olduğunu açıklamak ve bir miktar nakit “özür”ü sunmak için kendileri haricinde üç dört kişilik bir delegasyon ekibi oluşturup, gelinin evine gönderirler.
Gelinin ailesi haberi aldığında oldukça sinirleneceği için aslında tehlikeli bir görevdir bu. Gelinin ebeveynleri kızlarının nerede olduğunu öğrenir öğrenmez eğer evliliği onaylıyorlarsa hemen kendilerinin dâhil olmadıkları bir delegasyon ekibi kurup, geceyi damadın evinde gelinle birlikte geçirmeleri için gönderirler. Eğer gelin ve ailesi evliliği kabul ederlerse hemen nikâh kıyılır, düğün kurulur.
Zorla güzellik olur mu?
Gülnisa da kaçırılan gelinlerden biridir. Üniversitede çeviri bilimleri bölümünde okuyan Gülnisa, bir yaz tatilinde para kazanmak için turist rehberliği yapar. Birlikte çalıştığı, kendi yaşlarında bir şoför de ona eşlik etmektedir. Bu sayede arkadaş olurlar. Ancak bir gün bu genç adam ona olan hislerini açar.
Gülnisa ise yalnızca arkadaş olarak kalmak istediği söyler ve genç adam da bu durumu kabullenir. Fakat bir gün, Gülnisa’yı arabasıyla evinden alıp üniversiteye bırakmayı teklif eder. Bu teklifi kabul eden Gülnisa, bir terslik olduğunu fark eder.
Zira okulun yolunda değillerdir. Genç adam Gülnisa’ya karşı fiziksel bir şiddet kullanmasa da onu kendi evine götürür. Gülnisa’nın telefonunu alır ve onu bir odaya kilitler. Genç adamın annesi de Gülnisa’yı ikna etmeye çabalar.
Gülnisa’nın babası emekli bir polistir, ne var ki o da annesini kaçırarak evlenmiştir. Bu sebeple Gülnisa kaçacak bir yeri olmadığını düşünür. Geceyi kendi evinin dışında, üstelik yabancı bir erkeğin evinde geçiren bir kızın namusunun sorgulanacağını, damgalanacağını bilmektedir.
Bu sebeple evlenmeyi kabul eder. Bu evlilikten bir çocuğu olan Gülnisa, kocasına âşık olup olmadığı sorulduğunda, onun iyi bir adam olduğunu, onu yalnızca “sevdiğini”, fakat her zaman çevirmen olup, yurt dışında çalışmak istediğini söyler.
Gülnisa’nın hikâyesi, diğer “kaçırılan gelinlerin” hikâyelerinin yanında oldukça “hafif” kalıyor. Mesela 19 yaşındaki Bermet okul çıkışı hiç tanımadığı biri tarafından kaçırılır.
3 saat boyunca arabada mücadele eder. Götürüldüğü evde de mücadelesine devam eder. Ancak bir sonuca varamaz. Onun için en zor kısımsa, o sırada gerçekten âşık olduğu erkek arkadaşına kaçırıldığını söylemektir.
Yıldız’ın hikâyesi ise oldukça acıklıdır. Yıldız, kaçırıldığında arabada direnirken “yanlışlıkla” boğulup, ölür. Onu kaçıran adam da birkaç hafta sonra intihar eder.
Sevgiliyi zorla kaçırarak sürpriz yapmak
Nurgül ve Kubanti ise uzun zamandır görüşmektedirler. Ancak Nurgül lisededir ve üniversiteye gitmek istemektedir. Gelecekte bir gün Kubanti ile “normal” yollarla evlenmek istemektedir.
Kubanti, Nurgül’e onu kaçırmayacağına dair söz vermesine rağmen, ailesiyle ve akrabalarıyla da istişare ederek bir gün Nurgül’ü kaçırmaya karar verir. Tüm akrabalar toplanırlar. Yemekler hazırlanır, düğün kurulur. Artık tek eksik, o gün evleneceğinden habersiz gelini, düğününe getirmektir.
Kubanti ve arkadaşları Nurgül’ü kaçırma planı yaparlar. Nurgül’ün yaşadığı yere giderler. Ancak planın başarılı olabilmesi için Nurgül’ün arkadaşı Nazgül’ün de yardımı gerekir. Nazgül Nurgül’ü çeşmeye götürecek, bu sırada kuytuda bekleyen Kubanti’nin arkadaşları onu tutacak ve arabaya bindireceklerdir.
Nazgül yardım etmeyi kabul eder. Zira bu bir gelenektir ve gençler de birbirlerini sevmektedirler. Ancak Nurgül böyle bir şeyi hiç beklemediği için şoka girer, yol boyunca direnir, bağırır, tekmeler, yumruklar savurur havaya.
Nihayet eve geldiklerinde etrafını saran damadın akrabalarına direnecek takati kalmamıştır. Bu sebeple beyaz başörtüsünü başını bağladıklarında reddetmez. Ailesine giden heyet de oldukça iyi karşılanır. Bir ziyafet softasında bulurlar kendilerini. Onların da onayı alınır ve sonunda nikâhları kıyılır.
“Oğlum eve gel, sana kız kaçırdık”
Ancak tüm kaçırma vakalarında başaktör damat değildir. Tıpkı Nurcan olayında olduğu gibi kaçırma olayı, oğulları zamanında evlenmeyen anneler tarafından da gerçekleştirilebilir.
Kazakistan’da yaşayan Nurcan’ın oğlu Rusya’da çalışmakta ve annesinin tüm ısrarlarına rağmen evliliği hep ertelemektedir. Ancak Nurcan daha fazla dayanamaz ve artık bu duruma müdahale etmenin zamanı geldiğini düşünür.
Derken uzak akrabalarından birinin kızını bir günlüğüne kendi evinde kalması yönünde ikna eder ve eve geldiklerinde de “Seni oğluma kaçırdık” diyerek niyetlerini ilan eder. “Kaçırılan gelin” Mirgül, önce olanlara isyan edip, ağlayıp, bu düğün kurucuların ellerinden kaçmaya çalışsa da başarılı olamaz.
Haberi alıp gelen Nurcan’ın akrabaları ve köylüleri, Mirgül’e ailenin ve damat Kanybek’in iyi yönlerini anlatıp, onun kaderinin böyle olduğunu söylerler.
Sonunda Mirgül kaderine inanır ve ikna olur. Ne var ki Kanybek de Rusya’da olduğundan annesinin niyetine dair hiçbir şey bilmemektedir. Haberi alınca o da kaderine ve annesinin isteğine razı olur ve evlilik gerçekleşir.
Geleneğin icadı
Kırgızistan ve Kazakistan’da gelin kaçırmanın tarihsel kökenlerinin çok eski zamanlara dayandığı inancı hâkimdir. Halk, bilhassa gelin kaçırma vakalarında aktif rol oynayanlar, kendilerine neden bu yola başvurdukları sorulduğunda, bu geleneği ataları Manas’tan devraldıklarını, yüzyıllardır hep bu şekilde evlenip, yuva kurduklarını dile getiriyorlar.
Gelin kaçırma eylemini Kırgız/Kazak kimliklerinin bir parçası olarak görüyorlar. Bu sebeple, damat ve arkadaşları bir gelini kaçırırken, göçebeliğin hâlâ damarlarında olduğunu, bu eylemleri sayesinde eski zamanlarla bir bağ kurduklarını hissediyorlar.
Ancak, bugün uygulandığı şekli ile gelin kaçırma eyleminin, bir Kırgız/Kazak geleneği olmadığını ve hatta Manas Destanı’nda dahi rızası olmadığı hâlde bir kızı kaçırmanın hoş görülmediğini Sosyolog Russel Kleinbach hazırladığı raporda belirtiyor.
Kleinbach ayrıca Sovyet döneminden önce, bu uygulamanın aileler veya boylar arasında ciddi çatışmalara yol açması nedeniyle son derece nadir yaşandığını söylüyor. Sovyet döneminde de bu gelenek yasaklandı.
Gelinler ancak, aileleri istedikleri kişiyle evlenmelerine müsaade etmediğinde veya gelinin ailesinin talep ettiği “başlık parasını” damadın ödeyemediği durumlarda kendi rızaları ile kaçıyorlardı.
83 yaşındaki Tursun ve eşi 1954 yılında kaçarak evlendiklerini söylüyorlar. Ancak birbirlerini sevip, tanıdıklarını sık sık mektuplaştıklarını ve nihayetinde kaçmaya karar verdiklerini anlatıyorlar. Tursun, günümüzde gençlerin kadınları zor kullanarak kaçırdıklarını, bunun geleneklerinde olmadığını dile getiriyor.
Ne var ki bu gelenek Sovyetler Birliği’nin dağılmasının akabinde “yeniden canlanıyor.” Kırgızlar ve Kazaklar bunu özlerine, kendi kimliklerine, kültürlerine “yeniden” bir dönüş olarak kabul ediyorlar.
Erkeklerin bu geleneği uygulamaları, yani evlenecekleri kızları kaçırmaları; kadınların da bu geleneğe tabi olmaları, yani kendilerini kaçıran erkeklerle evlenmeyi kabul etmeleri, Kırgız/Kazak kimliğini yüceltmeleri anlamına geliyor. Bu duruma rıza göstermeyen, evliliği kabul etmeyen kadınlar da Kırgız/Kazak kimliğini reddetmiş hainler olarak görülüyor.
Kaçırılan gelinlere, geleneklerine karşı çıkmamaları, kaderlerine boyun eğmeleri, “geri dönen gelin” olarak yaftalanmalarına müsaade etmemeleri telkin ediliyor.
Elvira da bu gelinlerden biri... 2004 yılının eylül ayında, bindiği taksinin şoförü tarafından kaçırılıyor. İki saat mücadele etmesine rağmen sonunda evlenmeyi kabul ediyor.
Sebebi sorulduğunda ise, Azamat ile daha önce hiç tanışmadıklarını, bu sebeple evlenmek istemediğini fakat kendi akrabaları ona kalmasını, geri dönmesinin bir skandal olacağını söyleyince kalmaya karar verdiğini anlatıyor. Elvira daha sonra kocasından boşanıyor ve hep hayalini kurduğu gibi tıp fakültesine gitmek istiyor.
Gülmira’nın durumu ise daha farklı. Birkaç kez arkadaş ortamında karşılaştığı Bauerzhan, ertesi gün ona âşık olduğunu, evlenmek istediğini söylüyor. Fakat Gülmira, hem Bauerzhan’dan hoşlanmadığı hem de Almatı’da yaşayan bir erkek arkadaşı olduğu gerekçesiyle Bauerzhan’ın teklifini reddediyor.
Birkaç hafta sonra arkadaşlarıyla aynı kafeye gittiklerinde Bauerzhan’la yeniden karşılaşıyorlar. Ayrılacakları vakit, arkadaşları Bauerzhan’ın sarhoş olduğunu, onu taksiyle eve bırakacaklarını, eğer kabul ederse Gülmira’yı da bırakabileceklerini söylüyorlar. Gülmira bu teklifi kabul ediyor. Fakat Bauerzhan’ın evine geldiklerinde, arkadaşları onu da inmeye zorluyorlar.
Kaçırıldığını anlayan Gülmira, kendi tabiriyle biri evde onunla konuşmaya çalıştığında vahşi bir hayvan gibi bağırıyor. Evlenmeyi kesinlikle reddediyor. Ailesinin onu bulacağını, kendisini geri kabul edeceğini söylüyor. Direnerek geçen iki günün akabinde ailesi Gülmira’yı buluyor ve onu geri kabul ediyor. Gülmira’nın ailesi bu hadiseyi her ne kadar gizlemeye çabalasa da dedikodu hızla yayılıyor. Gülmira’nın ve ailesinin itibarı zedeleniyor. Gülmira hiç evlenemiyor.
Dimyat’a pirince giderken, vazgeçip bulgur almak
Her ne kadar gelin kaçırma eyleminin “gelenekten” kaynaklandığı iddia ediliyor olsa da, yaşanan hadiselerin büyük bir çoğunluğu erkeklerin yalnızca “yapabildikleri” için bu eylemi gerçekleştirdiklerini ortaya koyuyor. Zira kanunlara göre, bu eylem yasak olsa da bu eylemin failleri ceza almıyor. Bu sebeple pek çoğu kayıtlara dahi geçmiyor.
Koyun çalmanın bile on yılla cezalandırıldığı bu bölgede “gelin hırsızlığının”, böylesi akıl almaz bir psikolojik ve fiziksel şiddetin cezasız kalıyor olması, bu hadisenin toplum tarafından ne kadar içselleştirildiğini de gözler önüne seriyor.
Erkekler, âşık olmalarını, “o kızı” kaçırmalarının temel motivasyonu olarak iddia etseler de, büyük bir çoğunluğu belki birkaç kez gördükleri ya da ilk görüşte âşık oldukları veya tamamen tesadüfen karşılaştıkları kızları kaçırıyorlar. Bu da Kırgız/Kazak erkeklerinin ya çok kolay “âşık” olduklarını ya da gelin kaçırmanın onlar için piyasa olduğunu gösteriyor.
19 yaşındaki Jumankul’un hikâyesi de bu anlamda en çarpıcı hikâyelerden biri. Bir dağ köyünde yaşadıkları ve hayvancılıkla uğraştıkları için, ailesinin evlenmesi için ona baskı yaptığını söylüyor Jumankul.
Evlendiğinde eşinin de bu işlerde kendilerine yardımcı olacağını düşünüyorlar. Jumankul sevdiği kızı kaçırmak için arkadaşlarıyla plan yapıyor. Ailesi düğün hazırlıklarına başlıyor. Akrabaları toplanıyor, ziyafet sofraları kuruluyor.
Jumankul ve arkadaşları arabalarına binip şehre gidiyorlar. Jumankul sevdiği kızın o gün, muhtemelen, gideceği pazarda saatlerce beklemesine rağmen onu göremiyor.
Kızın, votka satan bir dükkânda çalışan arkadaşına gidip ondan kızın adresini istiyorlar ancak arkadaşı, adresi vermiyor. Akşam oluyor ve hâlâ sevdiği kızın izine ulaşamayan Jumankul, bunca uğraşın ve hazırlığın boşa gitmesini istemiyor, sevdiği kızın votka dükkânında çalışan arkadaşını kaçırmaya karar veriyor.
Sevdiği kızı anında unutup, ilk kez gördüğü arkadaşına gönlünü kaptırıveren Jumankul, bu kızı kaçırmaya muvaffak oluyor ve bir müddet direnen kızın nihayetinde durumu kabullenmesi sonucunda onunla evleniyorlar.
Kaçırılıyor-muş gibi yapmak
Maddi sıkıntılar, “başlık parasının” damadın karşılayamayacağı kadar çok olması da “gelin kaçırmaların” önemli sebeplerinden birini teşkil ediyor. Solo ve Mariam’ın hikâyesi de bu durumu örnekler nitelikte.
Dindar bir genç olan Solo, gelin kaçırmaya karşı, zira bu eylemin İslam’da yasak olduğunun bilincinde. Mariam’la birkaç yıldır görüşüyorlar. Fakat Solo bir türlü başlık parasını biriktiremediği için evlenemiyorlar.
Nihayetinde bir gün Mariam beklemekten tükendiğini kendisini kaçırmasını istediğini söylüyor. Gelinin rıza gösterdiği, bu tarz gelin kaçırma vakalarında gelin zorla kaçırılıyormuş, direniyormuş gibi rol yapıyor.
Kaçırıldığın için minnettar olmalısın
Kaçırılan gelinlerin evlilik yaşının, diğer gelinlere oranla daha düşük olduğu biliniyor. Ancak gelinin yaşı, ortalama evlilik yaşının üzerindeyse kaçırılması bir lütufmuş gibi yansıtılıyor. 25 yaşındaki Nurkuz da onlardan biri.
Nurkuz’u kaçıran damat, bu eylemi gerçekleştirmeden önce kendisine neden bu eylemi gerçekleştirmek istediği sorulduğunda kimsenin onu beğenmediğini, daha önce iki kız tarafından reddedildiğini, artık üçüncüsünde reddedil(e)meyeceğini söylüyor.
Zorla kaçırılan Nurkuz, saatlerce direniyor, etrafını çevreleyen, başına beyaz örtüyü bağlamaya çaba sarf eden kadınlara sarılıp, bir erkek arkadaşı olduğunu onunla yakında evleneceğini söylüyor ve bu sebeple onu bırakmaları için onlara yalvarıyor. Fakat damadın akrabaları Nurkuz’a 25 yaşında olduğunu, kaçırıldığı için minnettar olması gerektiğini söylüyorlar.
Saatlerce direnen Nurkuz, bir anda bütün bu direncin boşa olduğunu anlayıp, gülmeye başlıyor ve evliliği kabul ediyor. Neden kabul ettiği sorulduğunda ise, bunun bir gelenek olduğunu, kendi ailesindeki pek çok kadının da böyle evlendiğini, direnmenin anlamsız olduğunu, kadınların gerçekten âşık oldukları kişilerle evlenemediklerini anlatıyor.
İntihar: Çaresizliğin içinde başka bir çaresizlik
Kaçırılma vakalarının hepsi böyle bir kabullenişle son bulmayabiliyor.
Gelinin evlenmeyi kabul etmemek için direndiği bazı durumlarda, evlenmeye mecbur kalması için damat tarafından tecavüze uğradığı vakalar azımsanmayacak kadar çok. Bunun yanı sıra kaçırılan gelinler arasında intihar oranı oldukça yüksek.
Kaçırılan kurbanların büyük bir çoğunluğu seçenekleri olmadığını, kapana kısıldıklarını düşünüp, kendilerini yalnız ve mutsuz hissediyorlar. İntihar onlara bir kurtuluş gibi gözüküyor.
Abdyshova Zyınagul kaçırılıp intihar eden kızlardan birinin annesi. Kızı bir gece onlar evde değilken kaçırılıyor, onu her yerde arıyorlar fakat bulamıyorlar. Ertesi gün akşam üstü nihayet buluyorlar ve eve geri getiriyorlar.
Fakat akrabaları Kırgız geleneklerinde kaçırılan kızı geri getirmenin doğru olmadığını söyleyerek onlara baskı yapıyor. Onlar da kızı tekrar kaçıran aileye vererek evliliklerini onaylıyorlar. Ertesi gün kızları kendini asıyor. Zyınagul çok pişman olduklarını, böyle sonuçlanacağını bilseler asla buna göz yummayacaklarını büyük bir üzüntüyle söylüyor.
Reddedilmek de yaşamaya dâhil
Son yıllarda bu hadisenin önüne geçebilmek için çalışmalar yapılsa, bilhassa gençlerle bu gelenek üzerine konuşup, doğruluğu tartışmaya açılsa da hâlihazırda bir sonuca ulaşılabilmiş değil.
Kırgızistan’da ve Kazakistan’da yaşayan pek çok kadın, yaşamları boyunca gündelik hayatlarını sürekli bir kaçırılma endişesi içerisinde geçiriyorlar.
62 yaşındaki Kularisa, 15 yaşındaki torunu Talantbek’e “Geçmişte kadınların hiçbir seçeneği yoktu. Biz sadece o evlilikte kalmak zorundaydık. Ancak şu anda gençlik değişiyor ki bu iyidir. Zaman değişiyor ve bizim de değişmemiz gerek” diyor.
Bu “geleneğin” değiştirilebilmesi için gereken en temel şeylerden biri belki de bu… Kaçırılan kızlara bu duruma boyun eğmemeleri gerektiğini, her zaman başka bir seçenekleri olduğunu anlatmak…
Fakat öncesinde bu toplumun erkeklerine küçük yaşlarından itibaren, reddedilmenin de yaşamaya dâhil olduğunu, hayatları boyunca her istedikleri “şeye” sahip olamayacaklarını hatırlatmak…