Ol’an- Yıldız / Toledo/ Venedik

ÖMER LEKESİZ
Abone Ol

Yıldız (İstanbul)

Açılmanın merkezinde yer alır pencere: Yüz kim’liğin penceresidir, göz penceredeki pencere; ev sokağa penceredir, dünya âlemlere pencere... Salt gözü görmeye, pencereyi seyretmeye indirgeyenler yanılgının dostlarıdır. Çünkü göz, kendi retinal görüşünün ötesinde ruha, akla, kalbe ve gönle penceredir, tüm gözleriyle bakmayı bilenlere.

Ol'an- Gucdüvân/Buhara/Semerkand
Nihayet

Bu yüzden, “Mâ kezebel fuâdu mâ raâ...” diye buyurmuştur Rahmân; açıldığında ufka değen göz-pencereyi sahibinin istidadına, istihkakına ve nimetlerden yana imkânına bir sorumluluk karînesi kılarak... “Düşünmeye başlayınca her şey kaybolur” der Cézanne; “Sabit kılındığında konuş; bu senin farzındır” der en-Nifferî. O hâlde aç pencereni, bakmaya

Toledo (İspanya)

Çocuklar görmelere aç(ık) doğarlar. Boyunları kas, dizleri yer tuttuğunda bakışları ilkin pencerelerle ülfet eder bu yüzden. Ah bir kıyama dursalar, elleri bir erişse de pencere kollarına, açsalar, ötesinde ne var bir baksalar!

İşte şuracıkta, bir pencerenin yakınlığınca yakın olana dokunamamayı dokunulmaz kılan uzaklık...

Perdelerin bilgisi de bu meraktan doğar; incecik bir tülün, yokluğun varlığını yansılayan camın devasa bir tûl olarak aşılamazlığının bilgisi...

İşte şuracıkta, bir pencerenin yakınlığınca yakın olana dokunamamayı dokunulmaz kılan uzaklık... El elle denkleşir de perdelerinde pencerelerin, ten tene dokunamaz.

Pencere önlerinde bağdaş kurup oturan ihtiyarlar, anılarının resmî geçidini, içlerinde dağ dağ birikmiş ukdelerin tokluğuyla izlerler bir çocuğun aksine...

Venedik (İtalya)

Bakışların değirmenidir, pencereler! Tahkiyeciler için, nazarları simgeleyen abra-kadabra’dan kelimeler öğüterek, beklemenin hâllerinden resimanlatı çizmelerini isterler.

Bakışı, bir bakışla ya da bakışsızlıkla çerçeveleyen pencereler, nihayeti olmayan hikâyelere kuluçkalık ederler.

Karşısında durup bu değirmenlerden bir değirmenin, aşinası olduğu gölgenin süzülüşünü görebilmek için ayazların kavurmasına, sıcakların yakmasına inat bekleyenin hikâyesi mi ilginçtir, yoksa bekleyenin bekleyişine müdanasız olanın gölgesini gölgesizlikte bekletişinin hikâyesi mi?

Bir incirin çatlayışındaki rikkat nasıl ele verebilirse kendini; arzuladığı gölgeyi görebilenin mutluluğu, gölge olarak görünürlüğünün görüldüğünü bilenin tebessümü de ancak o kadar ele verir tahkiyecinin kaleminde kendini...

Bu yüzden su akışkanlığında bir bakışla başlar tüm hikâyeler, ama asla bitmezler. Bakışı, bir bakışla ya da bakışsızlıkla çerçeveleyen pencereler, nihayeti olmayan hikâyelere kuluçkalık ederler.