Öksüzün haysiyeti
Atalay Taşdiken’in Mommo’su hem Kemalettin Tuğcu’dan hem de Orhan Kemal’dan izler taşısa da ikincisinin etkisi daha ağır basıyor denebilir. Çocuklardan küçük olanı, Ayşe, ne kadar Tuğcu kahramanlarını hatırlatıyorsa; ağabeyi Ahmet de o kadar Orhan Kemal’in çocuklarına benzer.
Atalay Taşdiken’in ilk filmi Mommo: Kız Kardeşim (2009) yaşanmış bir hikâyeden uyarlanır. Küçük yaşta annelerini kaybeden iki kardeş, babaları yeniden evlenip onlara sırt çevirince kimsesiz kalır. Geçici olarak ihtiyar dedelerinin himayesindeki Ahmet ile Ayşe’nin günleri, pek çok çocuğun aksine gelecek kaygısıyla kuşatılır. Bir yanda babalarının onları yetiştirme yurduna vereceği söylentileri dolaşır, diğer yanda Almanya’daki teyzeleri onları yanına alabilmek için uğraşır, üstüne üstlük dedelerinin de babaları gibi evlenip bir daha yüzlerine bakmayabileceği korkusuyla yüzleşirler. Dokuz yaşındaki ağabey Ahmet, kardeşi Ayşe’nin hem annesi hem babası olmaya çalışırken, onu dünyanın acımasız yüzünden koruyabileceğini düşünür. En başta evlerinde yaşayan korkunç bir yaratık olduğuna inandıkları Mommo ismindeki “öcüden”, sokaktaki çocukların incitici sözlerinden, en önemlisi geleceklerindeki büyük belirsizlikten.
İsim benzerliğiyle akla gelen Michael Ende’nin romanında öksüz ve yetim kahraman Momo, insanlığın çalınmış zamanını korumak için, zaman hırsızı duman adamlara karşı savaşır. Filmdeki çocukların Mommo yüzünden yaşadığı gerilim de Momo gibi, geçip giden zamanla ilgilidir. Zira Mommo’nun korkutuculuğu meçhullüğünden gelir, çocukların geleceklerinin belirsizliği karşısında hissettiklerini somut kılmaya yarar. Bilinmeyen sayıda gün geçtikten sonra çocuklar için pek çok olası gelecekten birine karar verilecektir. Ahmet ile Ayşe günlerin hızla geçmesini, olacak olanın bir an önce olmasını isterler, ancak meçhul olanla karşılaştıklarında onunla baş edemeyeceklerinden korkarlar.
- Üstelik köyün zamanı durağandır, ağır akar. Almanya’daki teyzenin mektupta vereceği haberler için haftalarca beklenir, eve gelip giden aracılar dedeyle birlikte çocuklar için alternatif planlar yapar. Artık sorun annenin zamansız ölümü ve babanın aymazlığı değildir. Ahmet’in, Ayşe’nin, dedenin, babanın, üvey anne ve kardeşin, komşu teyzelerin, hatta tüm köy ahalisinin belirsizlik ve yoklukla nasıl baş edecekleridir. En zorlu koşullar altında sınanan, insani değerler ve haysiyettir.
Mommo’nun akrabaları
Haysiyetin kimsesiz ve sahipsiz çocuklar üzerinden anlatılmasına, gerek edebiyatımız gerekse sinemamızda çokça rastlanır. Yoksunluğun ve yoksulluğun anlatıldığı bu hikâyeler, tıpkı Mommo gibi, haysiyet noktasında düğümlenir. Yine de çocuk edebiyatının çok okunan eserlerindeki veya Yeşilçam’ın Sezercik/Ayşecik serilerindeki iyilik timsali küçüklerin ekserisi ahlaki bir yüzleşme sağlamak yerine, duygu sömürüsüne alet olur Bu açıdan Mommo’nun öksüzleri hem tanıdık hem de farklıdır. Evvelden tanıdığımız öksüz kahramanlar ile Mommo’nun çocuklarını kıyaslamak, yönetmen Taşdiken’in Ahmet ve Ayşe’nin hikâyesine kattığı yorumu, onu anlatırken başka nelerden bahsettiğini anlamaya yardımcı olabilir.
Nurdan Gürbilek’in izinden gidersek öksüzlere dair anlatılarda iki farklı yaklaşımla karşılaşırız, Kemalettin Tuğcu ve Orhan Kemal’in çocuklarıyla. Kemalettin Tuğcu hikâyeleri, bir nesli çocukluğunda büyük acılarla karşılaştırmış olsa da bu acının sonunda rahatlama ve ödül vaat eder. Hikâyenin sonunda çocuk kahraman içine düştüğü perişan hâlden, erdemleri sayesinde kurtuluverir. Talihsizlikten talih, yokluktan kuvvet, kötülükten iyilik doğar. Ancak bu kolaycılık, gerçekçiliği melodrama tercih edenler için yeterli olmaz. Tuğcu hikâyesinde haysiyetin, gururun, şerefin yoksul ve kimsesiz çocuğun kendiliğinden kazanıverdiği erdemler olması ikna edici değildir. Tam da burada haysiyet savaşını ekmek kavgasından ayırmadan anlatan Orhan Kemal’in yaklaşımına ihtiyaç vardır. Orhan Kemal çocuk kahramanlarını ekmeği, haysiyete tercih edecekleri zor imtihanlarla sınar. Haysiyetin Kemalettin Tuğcu’daki gibi yoksul çocukların bünyesine âdeta “enjekte ediliveren” bir değer olarak anlatılmasındansa, Orhan Kemal’deki gibi hak edilen, uğruna acı çekilen, yeri geldiğinde “gerçekten” yitirilebileceğinin gösterilmesi, onun kıymetini tam manasıyla takdir etmek için elzemdir.
Atalay Taşdiken’in Mommo’su yukarıda anlatılan bağlamda hem Kemalettin Tuğcu’dan hem de Orhan Kemal’dan izler taşısa da ikincisinin etkisi daha ağır basıyor denebilir. Çocuklardan küçük olanı, Ayşe, ne kadar Tuğcu kahramanlarını hatırlatıyorsa; ağabeyi Ahmet de o kadar Orhan Kemal’in çocuklarına benzer. Ayşe’nin naifliğini, iyimserliğini korumak için mücadele etmek Ahmet’e düşer. Sıkıntılarla yüzleşmenin, gerektiğinde kirlenmeyi göze almanın büyük çocuğa bırakılmış olması senaryonun adalet duygusuyla uyumludur. Ahmet babalarını onlardan alan üvey annesinin oğluyla kavgaya girdiğinde, ona öfkesini gizlemeye gerek duymadığında, paraları bittiği için ekmeklerini evde yaptıklarını komşularıyla konuşurken ağzından kaçırdığında, babasına gizliden de olsa kafa tuttuğunda çocukların yaşadıklarının hakikiliği hakkında bir izlenim oluşur.
İyilik ve kötülük bir arada var olabildiği sürece öksüzün seçimleri değer kazanır, haysiyet kelimesi gerçek manasını bulur.
Mommo’nun çocuklarının mücadelesinin, ana akımda sıkça rastlanan bireysel talihsizlik ve zahmetsiz kurtuluş çerçevesinden çıkması, hikâyeye toplumsal bir bağlam kazandırır. Üstelik çocuk kahramanlarına stereotip olmaktan kurtulup karakter vasıfları kazanmasıyla, diğerlerinin çarpıcı ancak geçici etkisinin yerine, kalıcı bir tesir bırakır.
Mommo artık ayrılık, yoksulluk, ölümle henüz küçük yaşta yüzleşen iki çocuğun trajedisi ve haysiyetli kalma mücadelesinden ibaret değildir. Köylerin yoksullaştığı, sakinlerinin Almanya’ya göç etmeye çalıştığı, köydekini kurtaracak muhtemel cömertliğin şehirden gelmesinin beklendiği dönemin Türkiye’sinin hikâyesidir. Mommo’da insan odaklı üsluptan taviz verilmeden ortaya çıkan adalet tartışması, “toplumsal-gerçekçi” olmak için illaki slogan atmaya gerek olmadığını da gösterir.