Nâzım Hikmet’in unutulmuş anket ve mülakatları - 1

NECATİ TONGA
Abone Ol

Nâzım Hikmet külliyatının en büyük eksiklerinden biri anket ve mülakatlarcildinde görülmektedir. Bu yazı dizisiyle, Nâzım Hikmet’in kitaplarına girmemişanket ve mülakatlarına dikkat çekilmek istenmektedir.

Modern Türk edebiyatının yapı taşı isimlerinden biri olan Nâzım Hikmet (1901-1963), “şair” dedesi Nâzım Paşa’nın tesiriyle çocuk yaşlarında şiirler yazmaya başlar. İlk şiiri “Hâlâ Serviler Ağlıyorlar mı?”, dönemin önemli dergilerinden Yeni Mecmua’da yayımlandığında Nâzım Hikmet henüz on yedi yaşındadır. İlk şiirlerinde gerek tematik anlamda gerekse vezni ve kafiyeyi önceleyen tutumuyla geleneğe eklemlenen Nâzım Hikmet, zaman içinde -bilhassa Sovyetler Birliği’ne yaptığı seyahatin ardından- Mayakovski’nin tesiriyle serbest nazma yönelmiş, kendi şiir evrenini kurmaya başlamıştır. Toplumcu duyarlılığıyla ön plana çıkan bu şiir evreninin en belirgin özelliklerinden biri, fütürizm ve konstrüktüvizm akımlarının tesiriyle gelişmesidir.

Nâzım Hikmet

Edebiyat tarihimizde serbest şiirin öncülerinden biri olan Nâzım Hikmet, şüphesiz ki öncelikle “şair”dir ve daha çok şiirleriyle ön plana çıkar. Bununla birlikte o; roman, hikâye, piyes, masal, deneme, fıkra, mektup, tercüme gibi çeşitli edebî türlerde eserler de kaleme almıştır.

Şair, özellikle Türkiye’de olduğu dönemde yoğun bir edebî faaliyet içinde bulunmuş; Nâzım Hikmet imzasının yanı sıra Mümtaz Osman, Ercüment Er, Ahmet Oğuz Saruhan, İbrahim Sabri, Kartal, M. İhsan, Nazım Hikmet Borjensky, Nurettin Eşfak, N. H., M. Nazım, Ertuğrul, Ahmet Cevat, Ben, Bendeniz, Fıkracı, İhsan Koza, İmzasız Adam, Mazhar Lütfi, Osman Cemal, Sabur Han, Sarı Murat, Süleyman Orhan, Kemal Ahmet, Ahmet Rıdvan, Selma Muhtar, Orhan Selim, Adsız Yazıcı, H. İhsan, Sarı Murat, Süleyman Sabur Ran, Mehmet Nazım, Süleyman, Nazım, Ahmet, İmzasız,İmzasızdan, S. Süleyman, Hikmet, O. S., Adsız,Atsız Yazıcı, Nurettin Cemal, Selim İleri[1] gibi müstear isimlerle pek çok yazı kaleme alarak Bâbıâli Caddesi’nin en velut kalemlerinden biri olmuştur.

  • 1925 yılında Akbaba Yayınları arasında imzasız neşredilen Dağların Havası, Nâzım Hikmet’in kitap halinde yayımlanan ilk eseridir[2]. Bu kitabı 1928’de Bakü’de neşredilen Güneşi İçenlerin Türküsü ve diğer şiir kitapları takip eder. Nâzım Hikmet’in yapıtlarının basımı 1938’den 1965’e kadar ülkemizde yasaklanmış; şairin kitaplarının toplu basımı ilk kez 1967-68’de Sofya’da Ekber Babayev tarafından yapılmıştır. İlerleyen yıllarda -yayın yasağının kalkmasını takiben- Nâzım Hikmet’in eserleri Cem ve Adam Yayınları başta olmak üzere çeşitli yayınevleri tarafından yayımlanmaya başlamıştır. Şairin bütün eserleri, günümüzde bir külliyat halinde Yapı Kredi Yayınları tarafından neşredilmektedir.

Ne var ki Nâzım Hikmet’in külliyatında pek çok metnin eksik olduğu görülmektedir. Şairin çok sayıda müstear isim kullanması, kalem oynattığı süreli yayınlardaki çeşitlilik ve bu süreli yayınların eksiksiz koleksiyonlarına ulaşmadaki zorluklar gibi sebeplerle Nâzım Hikmet külliyatına pek çok yazının girmediği bilinmektedir. Yeni bulunan şiir ve metinlerin de eklenmesiyle zaman içinde Nâzım Hikmet külliyatın tamamlanması umulmaktadır.

Hadise Gazetesi

Nâzım Hikmet külliyatının en büyük eksiklerinden biri, Konuşmalar adıyla yayımlanan “anket ve mülakatlar” cildinde görülmektedir. Anketler ve mülakatlar, şair veya yazarların halet-i ruhiyelerini yansıtmalarının yanı sıra çoğu zaman edebî eserleri anlamamız noktasında ufuk açıcı birer metne dönüşürler. Bu bağlamda bu metinler, bir edibin biyografisine katkı sunmasının yanı sıra onun fikir dünyasını anlayabilmemiz açısından anahtar bir rol üstlenirler. Bu sebeple, daha sonra yapılacak çalışmalara da katkı sağlamak amacıyla Nâzım Hikmet’in kitaplarına girmemiş anket ve mülakatlarına bir yazı dizisi halinde dikkat çekmek istiyorum.

Nâzım Hikmet’in unutulan ilk mülakatı, dönemin ünlü gazetecisi Hikmet Feridun Es tarafından yapılmıştır ve 1929 yılında Akşam gazetesinde yayımlanmıştır. Hikmet Feridun’un Bugün de Diyorlar ki[3] adlı kitabında da yer alan bu mülakatta Nâzım Hikmet, şiir anlayışına dair bilgiler vermesinin yanı sıra dönemin edebiyatçılarıyla ilgili de hayli ilginç tespitler yapmaktadır.

Şairin anket nev’inden unutulan bir diğer metni, 1930 yılında Hadise gazetesinde Halid Fahri Ozansoy’un aynı sayfadaki “müspet” cevabına “menfi” bir cevap olarak yayımlanmıştır. Şair, bu anket cevabında devletin ve resmî kurumların sanata müdahalesi hakkındaki fikirlerini ortaya koymaktadır. Bu anket cevabı, şairin 1930’larda “kanon” karşısındaki tutumunu yansıtan dikkat çekici bir metindir.

Nâzım Hikmet’in unutulmuş üçüncü mülakatı, 1931 yılında Cumhuriyet gazetesinde yayımlanır. Cevat Fehmi Başkut imzasıyla neşredilen mülakatta şair; kadının toplum hayatındaki yeri, evlilik ve sinema gibi çeşitli konulardaki düşüncelerini ifade etmiştir.

1. Edebiyatımız Ne Halde?

“Nâzım Hikmet Bey, nazmın en büyük düşmanı…”

Söyleyemem…

Niçin?

Çünkü, edebiyatımız hakkında fikrim yok… Benim anladığım edebiyat mefhumu ile bugün yapılan edebiyat arasında dağlar kadar fark var.

Nasıl fark?

Bugünkü edebiyatın şiarı: Edebiyatın başladığı yerde şuur susar, şuurun başladığı yerde şiir susar. Halbuki ben şuursuz şiir olacağına kani değilim… Onun için bugünkü edebiyatımızı anlamıyorum.

Anlamadığım şey hakkında da bir şey söyleyemem… Fakat benim anladığım edebiyata doğru yola çıkmış bazı şahsiyetler vardır. Bundan başka sen, hiçbir zaman profesyonel edip olmayan İzzet Melih Bey, Mithat Cemal Bey, Halide Nusret Hanımlarla mülakat yaptın. Bunlar olsa olsa edebiyatın amatörleridir. Halbuki ben profesyonel kunduracı, şoför, marangoz gibi profesyonel bir yazıcıyım…

Amma Abdülhamid’in marangozluğu gibi marangoz değil… Milyonerin otomobil kullanması gibi şoför değil…

Peki, sana bir şey sorayım: Bir yazında ‘Kuyruğuma pervane takacağım’ diyorsun. Bunu tasrih eder misin? [4]

Benim idealize ettiğim şey pervanedir. Ben papatyayı değil, pervaneyi anlatıyorum. Papatya da pervaneye benzer, onun da kanatları vardır; ona ben pervaneyi tercih ederim…

Akşam Gazetesi

“Göğsüme papatya takacağım!” diyen şairler olduktan sonra, ben neden kuyruğuma pervane takmayayım?

Bu papatya ile pervane neyin sembolüdür, izah eder misiniz?

Papatya endüstrinin eli dokunmadığı ham mevadın[5] sembolüdür. Pervane de sanayiin sembolü… Ve ben, sanayiin yarattığı içtimaî hayattaki muayyen[6] bir sınıfın şairiyim. O zümrenin dertlerini, acılarını, ihtiyaçlarını anlatırım.

Niçin şiirlerini daima serbest nazımla yazıyorsun?

Nâzım Hikmet, pervane gibi birden harekete geldi!... Yerinden fırladı. Rüzgârının şiddetinden masanın üstündeki eşya birer birer yere düştü…

Azizim sen bana hakaret ediyorsun, nazım da ne demek? Ben nazım yazmıyorum. Veznin en büyük düşmanıyım… Ben çoban değilim ki kaval çalayım.

Peki 835 Satır’ında kullandığın ifade vasıtası nedir?

Mimari… Benim için en iyi şair, mimara en yakın olan şairdir. Edebiyatta amal-i erbaa[7] değil müsellesat-ı küreviye[8] hâkimdir.

Nâzım Hikmet daha birçok şeyler söyleyecekmiş gibi elini kaldırdı… Fakat sustu… Sonradan ilave etti:

Hani ben bir şey söylemeyecektim? Amma da çenem açıldı ha… Kâfir, beni faka bastırdın.

Hikmet Feridun (Es), Akşam, 6 Mayıs 1929, s.1.

2. "Halk Fırkasının Cemiyetlere Müdahale Etmeye Hakkı Var Mı?"

Soru: Halk Fırkasının cemiyetlere müdahale etmeye hakkı var mı?

Cevap: Ben Halk Fırkasınınhalka ve sanatkârlara ait birlik ve cemiyetlerden hiç birine müdahale etmesine taraftar değilim. Taraftar olup olmamak da laf mı? Ben Halk Fırkasının bu sahadaki her müdahalesine düşmanım. Eğer Halk Fırkası isterse temsil ettiği burjuvazinin ticaret odası vesaire gibi teşekküllere müdahale etsin. Halk ve sanat cemiyet ve birliklerden derhal elini çekmelidir.

Soru: Fikrinizi izah eder misiniz?

Cevap: Edeyim. Bizdeki güzel sanatlar birliği ne iktisadî ne defikrî bir anlaşma esası üzerine kurulmuş bir teşekkül değildi. İçinde en geriden en ileriye kadar muhtelif sanat ve fikir cereyanlarına mensup sanatkârları toplayan kulüp mahiyetinde bir şeydi. Her sanatkâr bir zamanlar onun kürsüsünden kendi fikriyatını ve sanat eserlerini haykırabiliyordu. Ve ancak bu itibarla müspet bir rolü vardı ve yine bu itibarla ben onun azasıydım. Fakat burjuvazinin siyasi teşekkülü buraya da müdahale edince derhal çekildim. Çünkü bu müdahaleden itibaren Güzel Sanatlar Birliği Türkiye burjuvazisinin sanat birliği olmuştur. Benim gibi kendisini kol kola işçilerinin, saman ekmeği yiyenlerin sanatkâr olarak ilan eden bir adamın tabiidir ki bir burjuvazi teşekkülünde yeri yoktur. Bundan dolayı ben bugün mahut Güzel Sanatlar Birliğinin muhalifi değil düşmanıyım. Ve bu burjuva sanat grubuyla mücadele edeceğim.

Hadise, İlim, Sanat, Edebiyat gazetesi, 5 Haziran 1930, S. 2, s.1.

3. Nâzım Hikmet Bey'e Göre Kadın Çalışmalıdır

“Saçı uzun da olur, kısa da… Kadın kısrak değildir ki buna ehemmiyet vereyim!”

Merhaba üstat!

Nâzım Hikmet’i iki aydır görmemiştim. Uzun bir hastalık geçirmişti. Rengi biraz uçuk, çehresi biraz zayıftı.

Savurduğu iltifata aldırış etmedim. Bâbıâli Caddesi’nde ne kadar tanıdığı varsa hepsini aynı şekilde taltif ettiğini, üstatlığı ucuzlata ucuzlata Japon pamuklusu, mecidiye nişanı haline getirdiğini bilmez değildim.

Geçmiş olsun!

Eyvallah üstat!

Sualleri önüne koydum. Tek kelime söylemeden yazmaya başladı.

Nâzım Hikmet Bey’in cevapları:

Son zamanlardaki yenilik cereyanları?

Her şeyden evvel sade ve keskin hatların terkibi ile bol güneş ve bol hava veren yeni evlerin; yeni proleter şiirinin yüzde yüz taraftarıyım.

Serbest izdivaca taraftarım!

Sovyetlerdeki izdivaç yani iki tarafın rızasıyla derhal aktolunan ve bir tarafın arzusu ile derhal bozulan ve ancak cemiyet karşısında sıhhat ve çocuk meselelerinde mesul olan izdivaç en mükemmel izdivaç şeklidir. Bu izdivaç müessesesinin tahakkuku, ancak kadın ile erkek arasında siyasî, iktisadî ve ahlakî müsavatın[9] tahakkuku ile mümkündür.

Kel Hasan Büyük Bir Aktördü!

Hangi muharriri, hangi aktörü, hangi şairi, hangi ressamı seversiniz? Hoşlandığınız renk, mevsim, yemek hangileridir?

Ertuğrul Muhsin başta olmak üzere Darülbedayi aktörlerinin birçoklarını, eskilerden Vahram Papazyan’ı severim.

Tulûatçılardan Kel Hasan’ı beğenirim. Eğer Kel Hasan, yüksek kültürü olsaydı beynelmilel bir sanatkâr olabilirdi.

Yeni ressamlardan Dino kardeşleri, Fikret Muallâ’yı seviyorum. Hoşlandığım renk kırmızı, mevsim kış ve yazdır.

Fransız filmlerinden nefret ederim

Sinema mı, tiyatro mu, sesli film mi, sessiz film mi?

Amerikan, Fransız filmlerinden ve sinemacılığından nefret ediyorum.

Yüzde yüz sözlü filmler sökmeyecektir. Temaşa sanatının istikbali, bence tiyatro ve sinema unsurlarını, sinemanın hâkimiyeti altında terkip edecek yeni bir temaşa şeklindedir.

En çok beğendiğim filmlerden ikisi:

1. Şarlo’nun Şehir Işıkları.

2. Eyzenştayn’ın Poternik’in Kruvazörü.

Boyasız Kadın:

Kadın yazıhanede mi, evinde mi çalışmalı? Boyalı kadın mı, boyasız kadın mı, kısa saçlı kadın mı, çok okumuş kadın mı, az okumuş kadın mı?

Boyasız kadın… İşte çalışan kadın… Kadının saçının uzun veya kısa olmasının ehemmiyeti yok… Kadın kısrak değildir ki, kuyruğunun kısalığı mevzuu bahsolsun.

Hiç yeise kapılmadım!

Hayatınızın en mesut, en yeisli, en heyecanlı zamanları hangileridir?

Hayatımın muayyen bir devresinden sonra, yeise kapılmadım. En heyecanlı dakikam dünya emperyalizminin kökünden yıkıldığı zaman olacaktır.

Yazısını bitirdi ve:

Eyvallah üstat! dedi.

Ben de:

Eyvallah üstat! diye tekrarladım ve ayrıldık.

Cevat Fehmi (Başkut), Cumhuriyet, 28 Teşrinisani (Kasım) 1931, s.1-2.

[Devam edecek.]

[1] Tahsin Yıldırım, Edebiyatımızda Müstear İsimler, Selis Yay., İst., 2006, s. 355.

[2] Yakın zamana kadar pek çok kaynakta şairin yayımlanan ilk kitabının Güneşi İçenlerin Türküsü olduğu vurgulanır. Dağların Havası ve bu kitabın neşredilme serüveni hakkında daha fazla bilgi için bkz.: Haluk Oral, Nâzım Hikmet’in Yolculuğu, İş Bankası Yay., 2. Bas., İst., 2020, s. 80-88.

[3] Hikmet Feridun Es, Bugün de Diyorlar ki, (Haz. Selçuk Karakılıç), Ötüken Neşriyat, İst., 2010, s. 159-161.

[4] tasrih etmek: açıklamak.

[5] mevad: madde, nesne.

[6] muayyen: belirli.

[7] amal-i erbaa: dört işlem.

[8] müsellesat-ı küreviye: küresel trigonometri.

[9] müsavat: eşitlik, denklik.