Mevhibe Kor: Bir okuma grubunun hikâyesi
Mevhibe Hanım 79 yaşında ve hâlâ İslam’ı ve Kur’an’ı anlama konusunda çaba göstermeyi sürdürüyor. Arkadaş grubunu toplayıp bir sure, bir ayet üzerine fark ettiği ancak herhangi bir tefsirde de karşılaşmadığı bir inceliği tartışmaya açıyor.
12 Eylül Darbesi’nden önce İslami kesimlerde okuma toplantıları en yaygın faaliyetlerden biriydi. Dernek ve evlerde yapılan bu toplantılar bazen çayhane gibi mekânlarda da gerçekleşirdi. Evlerde düzenlenen ve yalnızca erkeklerin katıldığı toplantıları kadınlar eğer mekân uygunsa arada bulunan bir perdenin arkasında dinlerlerdi. Metin Önal Mengüşoğlu o yıllarda düzenlenen ev toplantılarını, “Haftada bir iki gün bekâr arkadaşları eve davet ediyoruz. Bazen kırk kişi oluyoruz. Sohbetler sabahlara kadar sürüyor. Eşim sürekli mutfakta, bize yiyecek, içecek yetiştirmeye çabalıyor. (…) Ona oturacak sandalye bile kalmıyor çoğu zaman.” diye tasvir eder.
Mütedeyyin kadınlar her zaman mevlit gibi toplantılarda bir araya gelmişlerdir, ancak artık siyasal bir özne olarak konuşan ve düşünen başörtülü genç kızlar ve kadınlar farklı içerikte toplantılar arıyor, oluşturuyorlardı. Üniversiteli öğrenciler dönüşümlü şekilde evlerde toplanıp Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın veya Seyyid Kutup’un tefsirini okuyorlardı. Askerî darbeden sonra kesintiye uğrayan ev toplantılarından biri Mevhibe Kor tarafından Küçükyalı’da, Turgut Reis Apartmanı’ndaki Kor Ailesi’ne ait dairede düzenleniyordu.
Isparta asıllı olan Mevhibe Kor, 3 Aralık 1941’de Akseki’de doğdu. Üç kardeşin ortancasıydı. Babası rüştiye mezunu bir öğretmendi ve kız çocuklarını okutmaktan yanaydı. “Kızlar okumalı. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, yanlış yapmıyorsan saklanma, evde oturmakla iyi olunmaz kızım.” diyordu kızına. Ele avuca sığmaz bir çocuktu Mevhibe. Sokaktan eve girmez, ip atlar, çember ve topaç çevirir, top oynardı. Ev işi sevmiyordu, evde su tesisatı olmadığı için tulumbadan ve devamlı akan mahalle çeşmesinden su getirme işini üstlenmişti. Mutlu bir çocukluk yaşadı. Ortaokulun ilk sınıflarını Antalya Korkuteli’de, son sınıfını ise Isparta’da bitirdi. Korkuteli’de lise yoktu. Babası, o liseyi okuyabilsin diye Isparta’ya tayinini istemişti. Lise ikinci sınıftayken annesi vefat etti. Ehli tarik bir kadınla evlendi babası. İyi bir kadındı üvey annesi, Mevhibe’ye ve kardeşlerine sahip çıktı.
- Öğrenimini İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Mimarlık Fakültesi’nde sürdürdü Mevhibe Kor, lisenin üç kız öğrencisinden biriydi, fakültede ise elli kişilik sınıfta sekiz kız öğrenciydiler. Aksaray’da, dayısının evinde kalıyordu. Başarılı bir öğrenciydi. İki sene sonra MTTB’nin Cağaloğlu’ndaki yurduna geçti. Okurken veya dinlerken, her zaman eleştirel bir bakışı vardı. Kendi tespitlerini de sorguluyordu hep, acaba yanlış mı düşünüyorum diye. Kadınların Kur’an okudukları toplantılara gidiyor, yorumlarda kendisine boşluklu gelen ifadelere itiraz ediyordu.
1963’te Sıhhi Tesisat dersi asistanı Nevzat Kor’la evlendi. Başörtülü değildi ancak dindardı. Altı yaşından beri sabah namazına kalkıyor, beşinci sınıftan beri beş vakit namazını kılmaya çalışıyordu, on üç yaşından sonra ise kazaya kalan namazı olmamıştı. Yurttaki bir öğrenci onu namaz kılarken görüp etkilenmiş ve Nevzat Kor’a bahsetmişti. Kor da imtihan kâğıdında adını görünce onu odasına çağırtmıştı. Bir çizimden söz ederek yapıp yapmayacağını sordu, o da kabul etti. Çizimi bitirip götürdüğünde, saatine göre hesaplayıp bir ödeme yaptı. Kısa bir süre sonra da evlenme teklif etti. Bir görüşmelerinde, “Müslüman hanım başını örter, sen ne düşünürsün bu konuda?” diye sordu.
Öğrenciliğinde dairenin çevresi ve alanını hesaplama dışında formül ezberlemedi Mevhibe Kor, problemi formülünü de çıkararak çözen öğrencilerdendi. Yine de başarılı bir öğrenci olmadığını düşünüyordu. Evlenirse tahsilini tamamlayabilecek miydi? Dördüncü sınıftaydı, mezun olmak için en az iki seneye ihtiyacı vardı. Yengesine danıştı. Yengesi, başına bela mı arıyorsun, dedi, Kor’un dindar olduğunu öğrenince: “Dindar olduğu için düşünüyorum zaten.” diye cevap verince de, ettiğini çekersin, dedi yengesi. Dayısı, Nevzat Kor’un hocasıyla tanışıyordu. İyi çocuk, demişti hocası. O yaz Kor Almanya’ya gitti. Ekim’de evlendiler. Mevhibe Kor dördüncü sınıfı bitirmişti, Fatih’te kayınvalidesiyle birlikte yaşıyorlardı. Nevzat Kor doktoradan sonra İngiltere’ye gönderilmişti. Dönem sonunda Mevhibe Kor da kaydını dondurarak onun yanına gitti. Mesleki araştırma yapmayı taahhüt ederek üniversite yönetiminden izin almıştı. Londra’da iki sene kaldılar. İlk çocukları Naime, 1966’da Londra’da dünyaya geldi. O yıllarda on beş yıllık bir geçmişi olan “uydu şehirler” Türkiye’nin de gündemindeydi. Londra-Essex-Harlow ilk denemelerdendi. Mevhibe Kor eşiyle gidip bölgeyi incelemeyi çok istese de eşinin yoğun çalışmaları nedeniyle bunu bir türlü gerçekleştiremedi. İngilizcesini geliştirdi. Döndüğünde iki dersi vardı, onları verdi ama diploma projesini almaya cesaret edemedi. Projeyi yapabilmek için bir hafta uykusuz kalması gerekiyordu, ancak bir yanda küçük çocuğunun bakımı, diğer yanda kayınvalidesi ve kayınpederinin sorumluluğuyla bunun imkânsız olduğunu görüyordu.
- Öğrenciyken Cağaloğlu’nda bir kitapçıda Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili isimli tefsirini görmüş, mezun olduktan sonra okurum, diye düşünmüştü. Evlendiğinde tefsirin orijinalinin eşinin kütüphanesinde olduğunu fark etti, Arapça kelimeleri anlamakta zorlandığı için sözlüklerle çalışmaya başladı tefsiri. Anlamadan ezberlemek istemiyordu. Fatih’teki evleri Mehmet Zahid Kotku’nun evinin karşısındaydı. Elmalılı tefsirini okumaya hazırlandığı sırada bir gün eşiyle Mehmet Zahid Kotku’yu ziyarete gittiler. Kotku onu ilmi çalışmalara teşvik eden sözler sarf etti konuşmaları sırasında. Nevzat Kor’un da evliliklerinin başından itibaren her türlü ilmi ve toplumsal faaliyetine destek verdiğini vurguluyor Mevhibe Hanım.
1973’te Fatih’ten Küçükyalı’ya taşındılar. Dört çocukları vardı. Büyük kızları Naime imam hatip liselerinin ilk kız öğrencileri arasındaydı. O dönemde Küçükyalı İstanbul dışı sayılıyordu, arsalar ucuzdu. Nevzat Kor kürsüden arkadaşlarıyla birlikte apartman yaptırmak için bir arsa almış, projesini de Mevhibe Hanım çizmişti. Şimdi yaşadıkları Çamlıca’daki evin projesini de yine o çizdi.
Kendisiyle 2018’de, Çamlıca’daki evinde gerçekleştirdiğim söyleşide İslam’ı yeniden anlama sürecine dair anlattıklarının bir bölümü şöyle: “Nevzat’ın çevresi dindardı. Arkadaşlarının hanımları tesettürlüydü, aile ziyaretlerini haremlik-selamlık şeklinde gerçekleştiriyorlardı. Bu titizliklerini çok yüksek bir eğitim almış mümin kişilikler olduklarına bağladığım için katıldıkları vaaz ve toplantıları takip ettim. Ama bazen ayrımcı bir dille karşılaşmanın hayal kırıklığını da yaşadım. Herkesin bildiği şeylerin tekrar edildiği, kasda vâkıf olmadan her şey için dua edildiği, çeşitli konuların abartılı ve akıldışı bir dille konuşulduğu ortamlardan büyük bir rahatsızlık duydum. Mesela müziğin günah olduğu söyleniyordu ama ezanın da bir müziği, bir musikisi vardı. Kur’an belli makamlarla okunmuyor muydu? Bir fikir şiirle, müzikle daha anlaşılır hâle gelemez miydi? Sonra kendi kendime Besmeleyi, Fatiha ve Bakara Surelerini anlayarak ezberlemeye çalıştım. Vaazlarda oracıkta fikrimi söylüyordum tepkileri göze alarak. Kocaya sınırsız itaat tavsiye edildiğinde de eleştirmekten kendimi alamıyordum, peki kadına beyin ve zekâ süs olarak mı verilmişti… Elbette ki Allah öyle yaratmıyor; kadınlar ve erkekler, çocuklar, kendilerini yapay olaylar ve sözlerin ortasında buluyor, hâlbuki Kur’an Peygamberimize (sav) bile ‘İtaat sadece bana.’ diyor.”
Mevhibe Hanım 79 yaşında ve hâlâ İslam’ı ve Kur’an’ı anlama konusunda çaba göstermeyi sürdürüyor. Arkadaş grubunu toplayıp bir sure, bir ayet üzerine fark ettiği ancak herhangi bir tefsirde de karşılaşmadığı bir inceliği tartışmaya açıyor.
Mülk, Berake, Mevt gibi en bilindik kelimeleri torununun hediye ettiği Müfredat’tan yararlanarak tercüme ettiğini anlattı bana: “Hiç olmazsa dini toplantılarda, cenazelerde okunan sureleri anlamalıydım. Çünkü ben çocukluğumdan beri anlamak istiyordum. Sureler âdeta birer konulu manzum makale; insana konusuna göre gözlem yapma, duyarlık, ileri görüş ve vicdan eğitimi veriyor ve konular surelerde az sözcükle çok yönlü anlatılıyor. Okuyan da buna kafa yormalı. Kur’an hakkında ‘Dünyanın en çok okunup en az anlaşılan kitabı’ denildiği oluyor. Bu hataya düşmemek için bir küçük sözlük çalıştım, Müfredat’taki sayfa numaralarına da atıfta bulunarak… Okunan her şeye kafa yormalı, Kur’an da bundan muaf değildir. Kafa yorulmuyorsa, okunup geçiliyorsa ibadet sayılır mı bu? İmanı artırır mı, ahlakı düzeltir mi? Kur’an’ı çok iyi anlamak zorundayız, çünkü yanlış kabuller ölü sonuçlara gebedir.
Mevhibe Hanım, gençlik yıllarında etrafındaki kadınların dinî konularda merakının az olduğunu fark ettiğinde, onları kendi okuma programlarına dahil etmenin bir yolunu aramıştı. “Komşular toplanıp çay içerdi, ben de okuma toplantıları yapayım dedim. Hep birlikte öğrenirdik, bu daha da iyi olurdu.” Sistemli bir okuma gerçekleştirme ve okuduklarını uygulama çabasını sürdürmeyi istiyordu. Toplumsal konularda o dönemde pek kitap yoktu. Mehmet Zahid Kotku’nun Tasavvufi Ahlak’ını, Seyyid Kutup’un İslam’da Sosyal Adalet’ini okuduğunu hatırlıyor o günlerde. Kimi komşusuyla Samiha Ayverdi, kimisiyle de tefsir okudular. Kendi başına sözlüklerle Elmalılı’nın tefsirini okumaya çalışırken katılımcıları arttı bu okumaların. Kur’an okurken ayetler arasında bağ kurarak ilerliyordu. Bu ayet niye nazil olmuş, bana ne söylüyor, özel olarak anlamaya çalışıyordu. Aynı yıllarda Fransızca dersleri de verdi. Çocukları çok usluydu, herkes kendi odasını temizlerdi. Kızı Zahide Tuba da “Biz annemizden kendimize ve dünyaya eleştirel bakmayı öğrendik.” diye anlatıyor.
Ben Mevhibe Kor’un Küçükyalı Çamlık’ta bulunan Turgut Reis Apartmanı’nda düzenlediği okuma toplantılarına 1979’da katılmaya başladım. Seyyid Kutup ve Malik Bin Nebi kitapları okuduğumuzu hatırlıyorum. O yıllarda üniversitelerde tesettürlü genç kız ve kadınların varlığı bir hayli belirginlik kazanmıştı ve bu gelişme çeşitli cemaat ve mahfillerde rahatsız bir dille konuşuluyordu. Mevhibe Kor bu konuyu açtığında Mehmet Zahid Kotku’nun yorumu şöyle olur: “Evin civarındaki önü, arkası, sağı, solundan toplamda kırk komşuyla iyi tanışıp yardımlaşmak lazımdır. Bu sadece ev için değildir, mahalleler, şehirler hatta devletler arasında da komşuluk vardır. Hepsiyle iyi münasebetlerde bulunmak gerekir. Sınıf arkadaşlığı da bir komşuluk demektir. Tesettürlü olarak gitsinler. Tarikat dersi isteyen varsa veririz.”
- Benzeri mahfillerde aynı dönemde işte şu şekilde vaazların da bulunması nasıl izah edilebilirdi? “Kızlarınızı okutup da sekreter mi yapacaksınız?” Güncel hayatın aklı başında yorumu, üniversiteyi makul hatta zaruri gösteriyor, ancak eş zamanlı olarak farklı kanallarda akan fitne söylemini besleyen hurafelere dayalı yargılar, reddiyeye dayalı bir telakkiyi ayakta tutmaya devam ediyordu.
Mevhibe Kor, İslâm’ın temel kaynakları bakımından muteber olmayan bir kadın telakkisinin kamusal hayattaki yansımalarını anlatırken, kadın yazarların dedikodu ve iftiralarla yıpratılarak uzaklaştırıldığı bir iş ortamının caydırıcılığının da altını çiziyor. Bu nedenle o dönemlerde müstear ad kullanan kadın gazeteciler olduğu, kimi kadınların ise şaibeler karşısında yenik düşerek meslek hayatlarını sürdüremediği gözlemini aktarıyor: “Lise öğrencileriyle konuşurdum, okuyup meslek sahibi olun diye. Kızlarınızı okutun dediğim için kimi aileler bana kızardı. Zeki kızlar için özellikle ısrarcı olmuşumdur okumaları konusunda. İçlerinden daha sonra evlenip boşananlar oldu; karşılaştığımızda, keşke senin tavsiyene uyup okumayı sürdürseydim, dediler.”
Mimarlık öğrenimi gördüğüm için Mevhibe Kor’la daha bir yakınlaşmıştık. Proje teslimi günlerinde bazen yardıma gelirdi. 12 Eylül 1980 Darbesi’ni takip eden günlerde bir sabah evlerine kapıdan uğradığımı hatırlıyor Kor. Üniversiteye giderken, “Evler basılıyor, nezarethanelere götürülen insanlara işkence yapılıyormuş.” demek için uğramışım. Daha sonra bitişik komşusu da gelip uyarmıştı. Arka arkaya birkaç kişi uyardığına göre bugün bir şey olacak, diye düşünüp bazı kitapları hemen tavanarasına kaldırdı: “Akşam Nevzat geldi, yemek yerken askerler kapıyı çaldı. Apartmanın projesini çizerken balkonda iki daire arasına bir dolap yeri bırakmıştım, oradan daireler arasında geçiş olabiliyordu. Kapımız vurulunca Nevzat benim ısrarlarımla komşunun dairesine geçti. Askerler içeri girip bütün evi altüst ettiler. Tezküretü’l Evliya’yı heceleyerek okumaya çalışıyordu bir asker. Bu evde toplantılar yapılıyormuş, Nevzat Kor mu yapıyor, diye sordu. Nevzat’ın elindeki on küsur doktora tezini gösterdim ve Nevzat Bey bu tezlerle ilgileniyor, nasıl toplantı yapar, ben yapıyorum toplantı, lise öğrencilerine fizik, cebir, Fransızca dersleri veriyorum, dedim.” diye anlatıyor evinin basıldığı günü. Askerler Nevzat Kor için gelmiş, nerede olduğunu öğrenmeye çalışıyorlardı. “Nereden bilebilirim, eniştem Isparta’dan gelmişti, onunla yemek yiyor olabilir.” dedi. Bu sırada beşinci çocuğuna hamileydi. Askerler imza alıp gittiler. Aslında Nevzat Kor’u takip etmiş, apartmana girdiğini görmüş, ama bulamamışlardı. Askerlere kapıyı açarken “Buyurun, bir düşman evimi arayacağına Türk askeri arasın.” demişti. Apartmanın mimari çiziminde Mevhibe Hanım'ı üzen bir hata, yıllar sonra Nevzat Kor için kurtuluş vesilesi oldu; bunu vurguluyor Mevhibe Kor. O gün kendilerinden sonra evine baskın düzenlenip karakola götürülen başka tanıdıkları işkenceler gördü, saçları ağardı hapishanede, dişleri döküldü.