Mercan resiflerinin ötesi'nde
Muhyiddin Şekûr, ilk kitabı Su Üstüne Yazı yazmak ile okur yazar muhitinde Ayşe Şaşa’nın takdimi ile arz-ı endam etti. Kitap öyle tatlı bir yayılım gösterdi ki o günlerde her yerde karşınıza Ayşe Şasa’nın bu Amerikalı dervişi takdim yazısı çıkardı. Okur kitabı çok sevdi. Bu kitapta öyküsünü “hayatın içinden” anlatan, kalbinin titreşimleri kelimelerine yansıyan, samimi/sahih bir karakter vardı. Aynı zamanda bir psikoloji profesörü olan yazar, bir grup arayışçı ile birlikte Simurg’a doğru çıktığı yolculuğu anlatıyor, yolun ve yolculuğunun seyrini aktarıyordu.
Bu Sufi kroniğini Gölgeler Koridoru isimli ikinci bir kitap izledi. Yazar, merkezde Hz. Allah, Hz. Peygamber, mürşid, mürid ekseninde ilerleyen yolculuğunu aktarmaya devam ediyordu. Aynı zamanda çok da naif bir dille anlatıyordu. Hayreti bize de sirayet ediyordu. Sık sık da Attar’ın kuşlarına atıf yapıyordu.
Biz yirmi birinci yüzyılda hâlen böyle bir hikâye yazılabilir mi, diye düşünürken, Muhyiddin Şekûr, Mercan Resiflerinin Ötesi ile, Kaf Dağı’ndan gelen kuşu, bir insanın ışık sağanağına, bir ışık çekirdeği hâline dönüşme tecrübesini aktardı ve biz de bu vesileyle kendisine yeni kitabıyla ilgili sorularımızı yönelttik.
Bana öyle geldi ki bu kitabınızda farklı bir ton var. Sanki okurlarınızın üzerine büyük bir muhabbet şemsiyesi açmışsınız, sanki çok bariz hissedilen bir şefkat eli uzatmışsınız. Okurlarınızı her veçheden, beden ve kalp âlemine dair inceden inceye irşat etmeye, yol göstermeye çalışıyorsunuz. Hatta bir film; Matrix üzerinden dahi. Sanki bir davetle geldiniz. Bizi neye davet ediyorsunuz?
Sufi Günlükleri’nin üçüncü kitabının öncekilerden farklı olduğunu söylemişsiniz. Farklı bir hissiyatı olduğu üzerinde fazla düşünmemiştim ama bu gözleminizi anlamlı ve doğru buluyorum. Bu kitabı yazarken, her kitabın hayatımın özel ve kendine has belirli dönemlerini kapsadığı dikkatimi çekmişti. Hatta bir gün farkına vardım ki, bu üç kitaba hayatımın kırk yılı aşkın bir zamanını sığdırmışım.
Ancak maneviyatı arayan ve merak eden kişilere olan davetim sadece kitaplarım vesilesiyle gerçekleşmedi, bir Müslüman olarak varlığımla da örnek olmaya gayret ettim.
Amacım asla bir mürşid olarak bu kişileri yakalamak, onlar adına karar vermek veya nasıl bir yol izlemeleri gerektiğini göstermek değil. Dolayısıyla okurları aydınlatma ve rehberlik etme yönündeki çabalarımla ilgili sorunuz derinden etkiledi beni. Gerçekten de onlar için kalbimde büyük bir şefkat duygusu taşıyorum. Çünkü onların da bana karşı çok şefkatli olduklarına şahit oluyorum. Son olarak, “Bizi neye davet ediyorsunuz?” sorunuza şöyle cevap verebilirim: Her birinizi kendi benliğinize davet ediyorum. Şu sözü hatırlayın: “Nefsini bilen, Rabbini bilir.” İçinizde olağanüstü potansiyeller barındıran âlemler mevcut. Hatta yaşayan başka âlemleri keşfetme olasılığınız dahi var. Her şeyin sırrını açığa çıkaran ve görünür kılan, o meseleye dair ilgi ve merakınızdır. İsteğinizde net, dürüst ve samimi iseniz, keşfe dair olasılıklarınız sonsuz. İnşallah.
“Proje SİZSİNİZ bunu asla unutmayın”
Bundan ne anlamalıyız? Hazreti Allah’ın projesi olarak insanı mı yoksa, insan-ı kâmil ideali ile kendimizi proje edinip kendi kendimizi çalışmayı mı?
“Proje SİZSİNİZ, bunu asla unutmayın.” Bunlar mürşidimin sözleridir. Ancak şu anda onun bu sözlerini ben söyleyecek olsam, şu şekilde açıklayabilirim:
Unutmayın ki, Yüce Allah sizi içinizde keşfedilmeyi bekleyen müthiş bir potansiyelle yaratmıştır. Size düşense, sadece Allah vergisi olan bu ikramların farkına vararak onları benimsemek olmalıdır.
Kendi canınızın ve ruhunuzun dünyada ve ahirette hayrı için, bahşedilen bu ikramları, başkalarına hizmet ederek değerlendirin. Hatırlayın, Hazreti Şems-i Tebrizî bizleri şu haklı ve yerinde öğüdü ile uyarmıştır: “Cehennem ateşinden sakınmak istiyorsan hizmet et.” İnsan-ı kâmil’e gelince, bu tabirin, her gün baktığınız aynanızın üzerine yazabileceğiniz, size kim olmayı umduğunuzu hatırlatacak bir ifade olduğunu düşünüyorum. Ancak şu anda bu ifadeye odaklanarak çok vakit geçirmeyin derim. İnsan-ı kâmilin manası üzerine düşünebilirsiniz; bu mertebeye ulaşmanın sizin için mümkün olup olmadığını merak edebilirsiniz. Aynaya bu sözü yazacak olursanız, ona her baktığınızda, sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed’i (sav) hatırlayarak ona salavat getirin ve Hazreti Allah’a, size içinizde saklı olan potansiyeli gerçekleştirebilmeniz için rehberlik etmesini umarak dua edin.
Mutlak zaman nedir? Şimdiki zamanda, anda kalabilirsek mutlak zamana geçebileceğimizi söylüyorsunuz. İnsan bir an şöyle düşünüyor; bu mucizevi boyuta böyle kolay mı geçiliyor? Yaşadığımız yüzyılın karmaşık dünyasında, dağınık zihinlerimizi, kendimizi şimdiki anda nasıl tutabiliriz? Nasıl “vaktin çocuğu” (ibn’ül-vakt) olabiliriz?
Mutlak zaman üzerinde fikir yürütmemin doğru olduğunu düşünmüyorum çünkü bu fiziğin konusudur. Ancak niyet, sessizlik ve sükûnet, hakiki maneviyat yolcularına, zamanı ve öz farkındalığı çok farklı şekillerde deneyimleme fırsatları sunabilir. İnşaallah.
Hâlihazırda dağınık olan zihinlerimizi, şimdi ve buraya nasıl getirebileceğimizi, dikkatimizi nasıl koruyabileceğimizi sormuşsunuz. “Vaktin oğlu/çocuğu” (ibn’ülvakt) olmanın yolu nedir? Buna cevabım, yaşadığımız bu zamanda bunun pratik açıdan mümkün olmadığıdır. Çünkü vaktin insanı olmak, içinde bulunduğumuz dönemde pek rastlamadığımız türden olağanüstü bir disiplin gerektiriyor. Koca koca toplumlar, teknolojik akıl tutulması olarak tanımlayabileceğim bir hâle düşmüş durumda ve bu durumdaki insanların büyük çoğunluğu, ekran başında geçirdikleri süreyi azaltmak, cep telefonlarına veya daha karmaşık çağdaş teknoloji tutsaklığına karşı koymak konusunda son derece isteksizler.
Kitabınızda Matrix’e üç bölüm ayırmışsınız. Filmi dönüp izlediğimde film üzerinden yaptığınız açıklamalar, verdiğiniz örnekler ve tasavvuf geleneğinden gelen bilgilerle benzerlikler gerçekten çarpıcıydı. (İbn Arabî’nin, Ahmed er-Rufai’nin başka evrenlere seyahatleri, Rufai burhanı gibi.) Siz bir müritken mürşidiniz de tıpkı Morfeus’un Neo’ya yaptığı gibi size özgür bir adam olmayı teklif etmişti. Ben o cümleyi şöyle algılamıştım; bizi bağlayan her türlü bağdan azade olmak ve sadece Allah’a bağlanmak. Burada farklı bir özgürlük tanımı var. Neo’nun Matrix’ten çıkışıyla başlayan farklı bir özgürlük; farklı bir varoluş durumu. Şimdi siz film üzerinden özgürlük tanımı ile alakalı farklı bir şey daha söylediniz. Bu bir teklif mi? Buna ilgi duyan biri için ilk basamak nedir?
Kitabımın üç bölümünü Matrix filmine ayırdığımı söylemek pek doğru değil. Evet, üç bölümün başlığı filmin adını taşıyor ancak filmden yalnızca ufak kesitler içeriyor. Filmde, yönetmenler bizleri Neo’nun hayli abartılı hareketlerini normal karşılamaya ikna ediyor.
Benzer şekilde benim amacım da okuyucuları güçlü ve samimi bir imana sahip “Neo” olurlarsa nelerin mümkün olabileceğini düşünmeye teşvik etmektir.
İnşallah. Buna ilgi duyan bir kişinin atacağı ilk adımın ne olması gerektiğine gelince: Niyetinizi kendi aklınızla ve kalbinizle ikrar etmeniz, sonra hemen seccadenize gitmeniz, kalbiniz ve zihniniz için samimiyetle ilahi yardım ve rahmet dilemenizdir. İsterseniz pencerede durup gökyüzünü seyrederek de yapabilirsiniz bunu. İnşallah.
Gölgeler Koridoru kitabınızdan biliyoruz ki Bosna Savaşı sırasında bizzat Bosna’da bulundunuz, savaş mağdurlarına destek oldunuz. Buradan hareketle Gazze’yi ve Amerikan üniversitelerindeki savaş ve soykırım karşıtı öğrenci hareketini nasıl görüyorsunuz?
Amerikan üniversitelerindeki öğrencilerin dünyadaki zulme ve adaletsiz güçlere karşı protesto girişimlerinin çok özel ve önemli olduğunu düşünüyorum. Bu eylemler gerek protestocu öğrencilerin gerekse bu eylemlere tanıklık eden diğer öğrencilerin de bilinç düzeylerinde bir dönüşüm yaratma potansiyelini barındırıyor. Onları anlayabiliyorum; ben de bundan elli dört yıl önce ABD’de Kent State Üniversitesinde öğrenciyken, protestocular arasında yer alan dört öğrenci, askerler tarafından vurulmuştu. Bunun en hayırlı olabilecek sonucu belki, bazı protestocu öğrencilerin eylemlerinin onlara mücahid saflarında yer alma fırsatını vermiş olmasıdır. Allah esirgesin. Gençlerimizin adaletsizliği, baskıyı, zulmü, karanlık niyet ve eylemleri protesto ederken hayatlarını kaybetmelerini istemiyoruz.
Ancak bilinmelidir ki bir mücahid hafife alınamaz. Mücahid kurban/mağdur değildir. Onlar yeryüzündeki olabilecek en hakiki cengaverlerin saflarında yer alan, hiçbir şekilde nefsani çıkarı olmayan kişilerdir.
Hizmet edebilmek uğruna samimiyetle mücadele veren ve sadece Yüce Allah’ın rızasının peşinde olanlara mücahid denir.
Kitaplarınızı okurken hep rastlamayı umduğum bir şey vardı; hac izlenimleriniz. Hac günlerindeyiz, az da olsa hac ibadetiniz esnasındaki hislerinizden bahsedebilir misiniz?
Hicri takvime göre 12. ay olan Zilhicce’nin 10’unda başlayıp 13’ünü de kapsayacak şekilde 4 gün olan hac dönemi, bu sene miladi takvimde 16-19 Haziran tarihleri arasında yer alıyor. Hac hakkında ne söylenebilir? Elli yıl önce hac ziyaretini yapabilmiş olmam Allah’ın bana bir lütfudur. Çoğu kişinin hayatında belki bir kez deneyimleyebileceği muhteşem bir hadisedir bu. Hac ibadetinin, Yüce Allah’ın muazzam rahmet ve lütfu ile bir insanın deneyimleyebileceği en eşsiz tecrübelerden biri olduğuna inanıyorum.
Hac, zerre kadar da olsa imanı olan her insan için olağanüstü dönüştürücü bir süreçtir. Hac manzaraları ve hissiyatı, en katı, en kaba ve en taş kalplerin dahi içine işleyerek onları yumuşatır.
Kâbe’ye yaklaşıp onu ilk kez görmek insanı hayret içinde bırakır. Çok iri yapılı değilseniz bazen tavaf esnasında toplu hareket eden insan selinin desteği ile ayaklarınız yerden kesilebilir ve tavafa o şekilde devam edebilirsiniz. Böylesine bir hâlin içinde Kâbe’nin etrafında döndüğünüze ne gözleriniz inanabilir ne de bedeniniz. Üstelik sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) doğduğu beldedesinizdir. Haccın gerekliliklerini yerine getirdiğiniz her an onun ayak bastığı yerlerde yürürsünüz. Peygamberimizin sıklıkla Kâbe’nin yakınlarında zaman geçirdiği şüphesiz. Hac ibadeti, iman eden tek tek her kişi için muhteşem bir fırsattır. Hem Hz. Peygamber’in (sav) hem de Hz. İbrahim’in (as) bulunduğu yerdesinizdir. Hac yolculuğu, mümin bir insanın kendi hayatı üzerine tefekkür edebilmesi için bir fırsattır. Buharî ve Müslim’den rivayet edilen bir hadis şöyledir: “Kim hacca gider ve hac sırasında günah işlemekten, kötü söz ve davranışlardan sakınırsa, o kişi hacdan annesinden doğduğu günkü gibi günahlarından arınmış olarak döner.”