Mekânın kıskacında iki yazar Furuğ Ferruhzad ve Gazale Alizade

ZEYNEP ÖZEL
Abone Ol

Gazale, Furuğ, Roxana ve nicesi... Kartal yavrusu hapsedilebilir ama kanatları güçlendiğinde keskin gözleriye zirveyi gözüne kestirir. Onlar belki evcil birer güvercin değildi ama yaşadıkları mekânın görsel güzelliğini ebeveyn tutumlarıyla duyusal olarak da hissedebilselerdi her şey bambaşka olabilirdi...

Bu iki asi, iri gözlü, yetenekli kadın ölümlerinin ardından bunca yıl geçmesine rağmen hayatları, eserleri, aşkları ve ölümleriyle hâlâ gündemde.

Furuğ ve Gazale, çağdaş İran edebiyatının öne çıkan bu iki sesi, dingin avlusuyla geleneksel İran tarzı evlerinde yaşarken orta havuzun kenarındaki nergis, şebboy, sümbül ve açelya yapraklarının arasında büyüyüp giderken, hayatlarının bir dönemecinde rüzgâra karışıp giden iki hassas gül yaprağı…

İran filmlerinden aşina olduğumuz sıcak aile sahnelerine eşlik eden bu geleneksel bahçeler 1940’ların Tahran’ında Furuğ ve 1950’lerin Meşhed’inde Gazale için birer kafes gibiydi. Sonraki yıllarda arkadaş olacak bu iki asi, iri gözlü, yetenekli kadın ölümlerinin ardından bunca yıl geçmesine rağmen hayatları, eserleri, aşkları ve ölümleriyle hâlâ gündemde.

1934 yılında doğan Furuğ’un babası Rıza Şah’ın ordusunun disiplinli albayı Muhammed Ferruhzâd, askerî disiplinini eve taşıyarak müşfik bir kadın olan anneyi de ezen otoriter bir babadır ve çocuklarının sevgisiz bir şekilde büyümesine sebep olmuştur. Albay Ferruhzâd askerî disiplininin yanında okuryazar bir insandır ve zengin kütüphanesi Furuğ’un daha 13-14 yaşında şiirler yazabilmesine imkân tanımıştır. Yıllar sonra Furuğ “Bahçe İçin İçim Yanıyor” şiirinde şöyle diyecektir:

Baba diyor ki: “Benden geçti artık benden geçti ben sorumluluklarımı yerine getirdim artık unumu eleyip eleğimi astım” Ve sabahtan akşama kadar odasında ya Şahnâme ya Nâsihu’t-Tevârih okuyarak anneme, “Lanet olsun tüm kuşlara ve balıklara Ben ölünce bahçe varmış yokmuş ne fark eder, Emekli maaşım bana yeter” diyor.

Edebiyat eleştirmeni Dr. Bijân Baran, Furuğ’un “bahçe” derken kendi kalbini, Nâsihu’t-Tevârih ve Şahnâme atfının da İran’ın ataerkil yapısını simgelediğini söyler.

Gazale Alizade de 1949 yılında Meşhed’de, Furuğ’unki gibi bahçeli, havuzlu güzel bir İran evinde dünyaya gelir. Tüccar babası ve dönemin ünlü şairlerinden olan annesi Münir es-Saadat Seyyidi’nin tek çocuğudur. Edebiyat mahfiline dönüşmüş evlerinde aslında tek istediği biraz sevgidir. Boşanma aşamasındaki çiftin bu yalnız kızları, annesine kalsa “Salkım söğütlerin, çiçekli havuzlu bir evin ortasında mutlu ama biraz da tuhaf bir çocuktur.” Küçük yaşlardan itibaren vejetaryen bir beslenme tercih eder. Hayali oyun arkadaşım dediği ve Hüseyin ismini verdiği küçük ilham perisinin anlattığı hikâyeleri, gözlerini bağlayarak dinleyerek mırıldanır, evdeki yardımcı da Hz. Mevlana’dan taşan beyitleri not alan Hüsameddin Çelebi gibi küçük Gazale’den dökülenleri kaydederdi. Ömrü boyunca Hüseyin’le arkadaşlığını sürdüren Gazale bu tuhaf ilişkiyi: “Gerçekler o kadar acımasızdı ki, müşfik hikâyelere sığınıyordum” diye yorumlardı. O da 14 yaşında ilk öyküsünü yazmış ve öyküleri annesinin çevresi sayesinde kısa sürede ses getirmiştir.

Furuğ şebboyların, nergislerin ortasında da olsa çok bunalmıştır ve babasının otoritesine genç bir kızla yaptığı muta nikahı eklenince o evden gitmeyi kafasına koyar:

O günler geçip gitti Kirpiklerimin arasından Şarkılarımın hava kabarcıkları gibi coştuğu günler Gözümün değdiği her şeyi Süt gibi içtiği günler Ve ben yarını düşünürdüm ahh!

Ghazaleh Alizadeh.

Ve daha 16 yaşında İran’ın ilk karikatüristi sayılan mizah yazarı otuzlu yaşlarındaki akrabaları Pervîz Şâpûr’u sığınak görür. Ailesi istemese de bu beş parasız karizmatik adamla evlenebilmek için açlık grevine başlar ve sonunda ailesinden bir kuruş almayarak kendi diktiği gelinlikle bir göz odaya gelin gider. 1951 yılında evlendikten sonra Perviz’in işleri için taşra sayılan Ahvaz’a taşınmaları gerekince işler karışır. Furuğ şiir yazmaya devam etmektedir ve şiirlerini yayımlamak için Tahran’a gidip yayınevleriyle görüşmelidir. Aslında Perviz evlenirken dingin ve sade bir aile hayatı arayışında olduğunu söylemiştir ama Tahran’daki edebiyat ortamları Furuğ’un aklını çelmektedir.

Gazale’ye dönecek olursak o da bu geleneksel görkemli İran bahçesinde boğulmaktadır. Sosyal çevresi geniş, şair bir annenin gözden kaçan silik kızı olarak çok yalnızdır. Furuğ gibi genç yaşta aşık olur ve Tahran Siyasal Bilgiler Fakültesine adım attığı yıllarda gönlünü Güzel Sanatlar Fakültesinin asi gençlerinden Kamuran’a kaptırır ancak Gazale’nin depresif havası, bohemliği ve burjuva bir aileden gelişi, Kamuran’ı korkuttuğu için bu ilişki yarım kalır. Böylece Gazale, Furuğ’dan farklı olarak eğitimini tamamlayabilmiş, Paris Sorbonne’da felsefe ve sinema alanında lisansüstü çalışmalar yaparak eğitimine devam etmiştir.

Füruğ Ferruhzad annesi ve kardeşleriyle beraber.

Gazale’nin Furuğ’a göre avantajı, zamanında yalnız bir çocuk olmasına sebep olan annesinin ortamları sayesinde kısa sürede çok fazla bedel ödemeden edebiyat çevrelerinde yerini alabilmesidir. Furuğ içinse işler daha zordur. Henüz çok toydur ve Tahran edebiyat çevreleri onun için magazin öznesi hâline geldiği ortamlara dönüşmüştür. Gazale eğitimine devam ederken İran’ın ünlü şairlerinden Bijen Elahi ile evlenmiş, bu ilişkiden Selma isimli bir kızı olmuş ama o da Furuğ gibi evliliğini ancak iki yıl sürdürebilmiştir. Gazale’nin hikâyelerinde “ev özlemi” vurgusu göze çarpar. Eve olan özlemini bir söyleşisinde: “Uyurken hep bir ev düşlerim…” diyerek dile getirir. Başarısız iki intihar girişiminin ardından kızına ve yakın dostlarına birer not bırakarak: “Daha nereye kadar anahtarı çevirip çevirip karanlık evlere gireceğim. Ben aydınlık evlerin kölesiyim” diyerek ardında onlarca eser ve yeri dolmaz bir boşluk bırakır, 1996 Mayıs’ında kendini asarak intihar eder.

1952 yılında Furuğ’un ilk şiir kitabı Tutsak yayımlandığında Perviz ile aralarındaki soğukluk iyice artar. Henüz 17-18 yaşında genç, güzel bir şair olan Furuğ’un cüretkâr ifadelerle yazdığı ve şimdilerde bile İran’da yasaklı olan şiirleri kısa sürede meşhur olur.

Furuğ Tahran’a gidip geldikçe o dönemin gazete köşelerinde magazin haberleriyle yer alması Perviz için bardağı taşıran son damladır. Ne var ki bu dönemde, 1953 yılında oğlu Kamyâr doğar ve Furuğ için bu ev de yeni bir ikilem mekânına dönüşür. Şiir ve edebiyat ortamları ile oğlu arasında kalarak şu dizeleri yazar:

  • Her sabah parmaklıklar arasında Bir çocuğun gözleri güler bana Neşeli bir şarkıya başladığımda Dudağında bir öpücükle gelir bana
  • Şayet bir gün ey gökyüzü, Kanatlanırsam bu sessiz evden Ağlayan çocuğa nasıl söylerim Tutsak bir kuşum vazgeç benden

Ve gitmeyi tercih ederek ardında yalnız bir çocuk bırakır. Pervîz vefalı bir erkektir, Furuğ’dan sonra hiçbir kadının adını anmaz, onun hakkında da kimseyle konuşmaz. Furuğ yıllar sonra babasıyla nispeten daha sağlıklı bir ilişki kuracak ve bir mektubunda, bu karşı konulamaz şiir yazma arzusunu babasına şikâyet ederek şöyle diyecektir: “Artık özgürüm ama bana vermekten korktuğunuz özgürlükle benim sizden gizleyerek elde etmeye çalıştığım özgürlük sonucunda hatalarla elde ettiğim bir özgürlükle.”

Furuğ Ferruhzad da Gazale gibi iki başarısız intihar girişiminde bulunur ancak tam İranlı ünlü yönetmen İbrahim Gülistan’la mutlu olmayı umduğu bir dönemde, 1967 yılında talihsiz bir araba kazasıyla genç yaşta, ardında onca eserle annesini hiç tanımamış bir çocuk bırakarak vefat eder.

Gazale Alizade, İdrisilerin Evi.

Geçtiğimiz aylarda Ketebe Yayınları’ndan çıkan çevirimiz, Gazale Alizade’nin ödüllü romanı İdrisilerin Evi’ndeki Roxana karakteri, Gazale ve Furûğ gibi geleneksel aile yapısında kabına sığmayan genç kızlardan esinlenmiş olmalı. Roxana’nın nüktedan yapısı ve entelektüel birikimiyle dönemin ünlü şairi sevgilisi Maranko’dan daha derin biri oluşu, Gazale’nin ve Furuğ’un iki yıl evli kalıp ayrıldıkları dönemin iki edebiyatçısından izler taşır. Roxana da tıpkı Gazale ve Furuğ gibi geleneksel bahçesi, havuzu ve avlulu beşli vitray pencereli bir evde büyümüş, genç, hayat dolu, yetenekli, güzel bir kız olarak otoriter babasının ardında ezilen müşfik ama etkisiz annesiyle yaşarken evden gitme hayalleri kurmaktadır. Neden sonra tıpkı Furuğ gibi yaşı büyük bir sanatçıyla kaçar ve onun yardımıyla oyunculuğa başlar. Annesi, ardından acılar içinde kıvranırken o turnelerde gezmektedir: “Ailemden ayrıldım ve heveslerimin peşine düştüm. Arada annemin bütün gün pencerenin ardında oturup sokağa baktığı haberleri gelirdi. Sonraki olayları ebemden duydum: Annem üç ay bekledikten sonra ara sokağa bakan perdeleri çekip kanaryalara sığınmış. Kafesin kapısını açık bıraktığı halde kanaryalar uçup gitmemiş, benden daha vefalı davranıp kollarına ve omuzlarına konuyorlarmış.”

Gazale, her şeyi deneyimlemiş, devrimler eskitmiş, güzelliğiyle ve başarısıyla ününe ün katmış tiyatro sanatçısı Roxana karakteri üzerinden özgürlük, şiir, sanat ve dönemin aydınları meselelerini üst düzey bir biçimde, biraz da küçümseyerek ele alır ve hiçbir eserin ya da kariyerin gençken kıymeti bilinmeyen o bahçe ve terkedilen aile kadar kıymetli olmadığından dem vurarak geçmişle hesaplaşmaya devam eder: “O kadar çok hata yaptım ki bünyem artık kaldıramıyor. Bir şehirden diğerine küçük hayaller peşinde koşup, kurmalı bir oyuncak gibi, sahnenin üzerinde dönüp durmuşum… Ne için? Sanat mı? Sanmıyorum. Beni sevmelerini istedim ama sevmediler. Makyaj malzemeleri kokusu, peruk ve sahne tozunun ortasında heder oldum. Sadeliğimi kaybettim, aynaya baktığımda kendimi tanıyamadım; Birilerinin tasarladığı karakterler benliğimi yuttu: Masha, Heda, Irna, Julie, Antigone, peki ben nerdeydim? Köklerimi kuruttular, hayatla bağımı kopardılar, yüzdükçe yüzüyor ama güvenli bir yer bulamıyordum. Hiçbir iz yoktu, herkes yalan söylüyordu.”

Roxana terk ettiği evine yıllar sonra döndüğünde annesi ölmüş, babası ayyaş bir berduş olmuştur: “Evimize gittiğimde satıldığını gördüm. Eski evimizin yerine otel yapılmıştı. Bahçenin köşesinde eski kapılarımızdan birkaçını dizmişlerdi. Gözlerimi kapadım ve kapılara dokununca, annemin güneş altında solmuş bedeninin sıcaklığını, misafirlerin cıvıltısını ve kış tatlısı çiçeğinin kokusunu hissettim. Kışları kadife yorganın altına girer muskat-i zağferani 1 yer hayaller kurardım. Gelecek bal rengi, sıcak ve tatlıydı. Yastığın içinden çıkardığım tüye üfleyip döndürürken, mor halının üstünde otururdum. Tavus kuşları kar altında şemsiyelerini açardı. Ellerimle o eski şehri canlandırmak istiyordum. Onlarla birlikte on beş yaşındaki o beyaz giysili kız da rüzgâra karışıp gitmişti.”

İran filmlerinden aşina olduğumuz sıcak aile sahnelerine eşlik eden bu geleneksel bahçeler 1940’ların Tahran’ında Furuğ ve 1950’lerin Meşhed’inde Gazale için birer kafes gibiydi.

Roxana’nın şu cümleleri ise tüm bu terk ediş, özlem ve çabalardan arda kalanların özeti gibidir: “Bir avuç kurma bebek tamamlanamamış bir dairenin etrafında boş yere dönüp duruyoruz. Birbirimizden çok da farkımız yok. Hepimiz ikiyüzlülükle büyütüldük.”

Gazale, Furuğ, Roxana ve nicesi… Kartal yavrusu hapsedilebilir ama kanatları güçlendiğinde keskin gözleriyle zirveyi gözüne kestirir. Onlar belki evcil birer güvercin değildi ama yaşadıkları mekânın görsel güzelliğini ebeveyn tutumlarıyla duyusal olarak da hissedebilselerdi her şey bambaşka olabilirdi…

1. Safran, kakule ve gülle pişirilip şekilli kesilen nişastalı helva.