Lahey'de neler oluyor

HABER MASASI
Abone Ol

Günün sonunda uluslararası hukuk, temelde egemenlerin ortak rızası ile işlerlik kazanan bir kural ve kurumlar seti. Devletlerin işbirliği yapıp eyleme geçmediği bir durumda Uluslararası Adalet Divanı gibi kurumların nefesi bu kadarına yetiyor. İsrail’in yarattığı zulüm ve vahşete karşı bu denli bir uluslararası kamuoyu olmuşken ve bu kadar devlet söylem birliği yapmışken artık daha geniş çaplı, uygulamaya geçen ve koordineli adımlar atılması şart.

2023’ün Aralık ayından beri Hollanda’nın Lahey şehri belki de daha önce hiç olmadığı kadar gündemimizde. Zira 1945 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’na ek bir statü ile BM’nin temel yargı organı olarak Lahey’de kurulan Uluslararası Adalet Divanı’nın tarihindeki 164. dava hem Türkiye hem tüm dünya kamuoyunun büyük ilgisini topladı ve toplamaya devam ediyor.

  • Güney Afrika tarafından açılmış olan bu dava, İsrail’in 7 Ekim 2023 tarihinden sonra Filistin topraklarında Gazze odaklı olarak başlattığı ve sivil-askerî hedef ayrımı gözetmeksizin modern tarihin en vahşi emsali kılarcasına yürüttüğü saldırının Filistinlilere karşı soykırım niteliğinde olduğu iddiasını Divan’ın huzuruna sundu.

Lahey’de kurulan Uluslararası Adalet Divanı’nın tarihindeki 164. dava hem Türkiye hem tüm dünya kamuoyunun büyük ilgisini topladı ve toplamaya devam ediyor.

BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail’in aylardır uluslararası barış ve güvenliği bozan katliamlar yapmasına karşı kendisine verilen yetkileri kullanmayı “veto ettiği” bir durumda BM’nin bir başka organı olan Divan’ın harekete geçirilmiş olması, İsrail karşısında uluslararası hukuk mekanizmalarının tamam anlamsızlaştığının düşünüldüğü bir dönemde ümit ışığı yaktı. Dahası, devam eden katliamları durdurmada ne kadar başarılı olacağı son derece şüpheli olsa dahi bu dava en azından İsrail’in işlediği vahim uluslararası hukuk ihlâllerinin derli toplu bir şekilde kayıt altına alınması ve dünya gündeminde daha kararlı bir şekilde yer alması bakımından çok faydalı oldu. Ne de olsa her hukuk mücadelesi adil bir sonucun hemen meydana gelmesini sağlayamasa da hak arayışının canlı kalması için atılmış bir adımdır. Nitekim bu davayı takiben birçok ülkede ulusal kamuoyunun İsrail’in katliamlarına karşı daha fazla harekete geçtiği ve Güney Afrika’nın yaktığı ışığı takip etmesi için kendi hükümetlerine daha fazla baskı uyguladığı açıkça görülüyor. Divan’daki duruşmaları çevrimiçi olarak izlemeyi sağlayan internet yayını, söz konusu davanın ön duruşmaları sırasında dünyanın dört bir yanından takip edilip belki tarihinin en yüksek reytingini alırken İsrail’in yarattığı vahşetin de artık göz yumulamayacak, hiçbir halının altına süpürülemeyecek hâle gelmesi mümkün kılındı. Son olarak ise yakın tarih boyunca her türlü zulmünü Avrupa’da Yahudilerin uğradığı soykırım felaketinden ürettiği söylemle maskeleme stratejisinin de sonuna gelindi, zira İsrail kendi tarihî bağlamında utanç verici bir şekilde açıkça soykırım ithamıyla karşılaştı ve küresel nitelikte bir uluslararası mahkeme, davanın ilk safhasında aldığı ihtiyati tedbir kararlarıyla bu ithamları en azından makûl buldu. Böylece kendi başına gelen “büyük felaketi” topraklarını ilhak etmek için Filistin halkının tüm haklarını hiçe saymak suretiyle onların başına getirme çabasına karşı çıkan her eylem ve söylemi antisemitizm ile suçlama kolaycılığının da soykırım kavramı üzerine konmuş ipoteğin de sonuna gelindi.

İhtiyati tedbir kararlarının akıbeti

  • Divan nezdinde açılan soykırım davası bitmiş değil, henüz yeni başlıyor. Bu davanın esasa dair duruşmalarına dahi daha geçilmedi. Bu süreç yıllar alacak.

Ancak henüz bu aşamada bile yukarıda sayılan anlamlı hedeflere ulaşılabilmesinin altında yatan sebep, 26 Ocak 2024’te Divan yargıçlarının büyük çoğunlukla aldığı İsrail’e yönelik ihtiyati tedbir kararları. İsrail için hukuken bağlayıcı olan bu kararlar neydi bir hatırlayalım:

• “İsrail Devleti; Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki yükümlülükleri uyarınca Gazze’deki Filistinlilere karşı işbu Sözleşme’nin 2. maddesindeki fiillerin (bir toplumsal grubun üyelerinin öldürülmesi, grubun üyelerine ciddi bedensel ve zihinsel zarar verilmesi, grubun tamamının veya bir kısmının yok olmasına imkân verecek şekilde hayat şartlarının kötüleştirilmesi, grup içinde doğumların engellenmesi) işlenmesini önlemek,

• Askerî birliklerinin ve kendisine bağlı askerî grupların bir önceki maddede yer alan fiilleri gerçekleştirmesini engellemek,

• Filistinlilere yönelik doğrudan ve aleni soykırım kışkırtıcılığı ve çağrısı yapanları engellemek ve cezalandırmak

• Gazze’ye Filistinlilerin karşı karşıya kaldığı olumsuz yaşam koşullarının giderilmesi için acilen ihtiyaç duyulan temel hizmetlerin ve insani yardımın ulaştırılmasını sağlamak,

• Gazze Şeridi’ndeki Filistinli grup üyelerine karşı Soykırım Sözleşmesi’nin ihlali niteliğinde olduğu iddia edilen fiillere ilişkin delillerin yok edilmesini önlemek ve korunmasını sağlamak için tüm gerekli tedbirleri derhâl ve etkili bir şekilde almak,

• Buna ek olarak da hükmedilen tedbirlerin uygulamaya geçirildiğine dair bir raporu 1 ay içerisinde Divan’a sunmak zorundadır.

Divan tarihi boyunca açılmış davalarda 57 kez ihtiyati tedbir talep edilmiş ve bunların yarısından biraz fazlasında talepler kabul edilmiştir. Bu sebeple ihtiyati tedbirlerin kabulü her zaman mümkün olan bir şey olmayıp hem telafisi mümkün olmayan zararların önlenmesi hem de davanın esasına girilince ele alınacak iddiaların Divan tarafından nasıl görülebileceğinin bazı sinyallerini vermesi açısından değerlidir. Elbette tedbir kararlarının yöneltildiği devlet bunlara uymadığında ilk fayda kendiliğinden yitirilmiş oluyor. Nitekim söz konusu karardan geçen 1 ayı aşkın süre içerisinde İsrail’in saldırılarını Gazze’nin en güney sınırına kadar genişletip yaratmakta olduğu vahşete herhangi bir es vermemesi, ihtiyati tedbir kararlarının dikkate alınmadığını gözler önüne seriyor. İronik bir şekilde İsrail tarafından diğer hiçbir tedbir kararına uymaksızın sadece 1 ay içerisinde rapor verme yükümlülüğü yerine getirildi ve o rapora ne yazılabildiği büyük merak konusu… Hâlbuki alınan ihtiyati tedbirlere en azından uyar gibi davranmak adına sayıları iyice azalan hastanelerin bombalanması durabilir, sivil nüfus için güvenli bölgeler oluşturulabilir, gıda gibi temel ihtiyaçlara yönelik hâlihazırdaki feci seviyedeki mahrumiyetin bitirilmesi için çok daha fazla yardımın önü açılabilirdi. Hatta bu yolun tercih edilmesi, İsrail’in “soykırımı önleme yükümlülüğü” adına adım attığı şeklinde yorumlanıp söz konusu davanın esasına girildiğinde Soykırım Sözleşmesi’nin ihlâl edildiğine dair kararların daha zor çıkmasını da sağlayabilirdi. Ancak İsrail karar alıcılarının gözleri böyle bir hukuki avantajı umursamayacak kadar dönmüş durumda.

Ne yapılabilir?

Uluslarararası Adalet Divanı bir davada birtakım ihtiyati tedbirlere karar vermiş olsa da ek tedbirlerin talep edilebileceği şartların geliştiği düşünülüyorsa davaya taraf devletlerce bu yönde bir talep yapabiliyor. Nitekim Güney Afrika da İsrail’in Gazze’nin en güneyinde yer alan Refah’a yönelik saldırıları başlatması üzerine ek tedbirler talep etti ancak Divan, 16 Şubat 2024’te kararlaştırılan mevcut tedbirlerin böyle bir saldırıyı da kapsadığı gerekçesiyle reddetti. O hâlde şu an için bakıldığında Divan’ın ancak yıllar sonra esasa dair vereceği kararda İsrail’in “bir zamanlar” verilmiş olan ihtiyati tedbirleri ihlâl ettiğine dair bir hüküm vermesi dışında mevcut tedbirlere uyulmamasına dair yapacağı bir şey olmayacak. Aynı 2017’te Ukrayna’nın Rusya’ya karşı açtığı davada 7 yıl sonra çıkan nihai kararda olduğu gibi… Rusya’ya yönelik verilen ve Kırım Tatarlarını korumak amaçlı ihtiyati tedbire uyulmamış, 7 yıl sonra ise bunun tespit edilmesi kağıt üstünde bir ihlâl kararının ötesinde pek bir işe yaramamıştı.

  • Hâlbuki ihtiyati tedbirler sadece gerçekleşmiş hukuksuzlukları durdurmak değil, bilakis olası hak kayıplarının yaşanmaması için bir koruma mekanizması olarak var.

Bu nedenle BM Güvenlik Konseyi, BM çatısı altında gelişen günümüz uluslararası hukuk düzeninin altını oyan İsrail “kayırmacılığına” ve “istisnacılığına” son vermek için Divan kararlarına uyulmadığı takdirde sahip olduğu yaptırım yetkilerini kullanmaktan imtina ettiği sürece yahut İsrail’in yaptıklarını kınayarak takip eden devletler soykırımı destekleyici etkileri olabilecek ilişkileri sürdürmekten kaçmadığı ve İsrail’e tek taraflı yaptırımlarını uygulamak konusunda ortak bir tutum takınmadığı sürece uluslararası hukun İsrail’in yarattığı teröre karşı tamamen çaresiz kalmayacağına dair bir umut pırıltısı olan ihtiyati tedbir kararı maalesef birer buruk anı olarak kalacak.

Bu davayı takiben birçok ülkede ulusal kamuoyunun İsrail’in katliamlarına karşı daha fazla harekete geçtiği ve Güney Afrika’nın yaktığı ışığı takip etmesi için kendi hükümetlerine daha fazla baskı uyguladığı açıkça görülüyor.

Nikaragua’nın Güney Afrika’nın açtığı davaya katılım talebinde bulunmakla kalmayıp İsrail’in icra ettiği soykırıma “katkı yapan” nitelikteki yardımlarından ötürü Almanya’ya karşı yine Divan nezinde ve yine Soykırım Sözleşmesi’nin ihlâli gerekçesiyle dava açması, her şeyi BM’den beklemeden devletlerin atabileceği adımların varlığını, hiç olmazsa hukuki mücadeleyi aktif bir şekilde destekleyebileceklerini göstermek adına önemli bir örneklik yarattı. Hollanda’da Lahey İstinaf Mahkemesinin hükümetin İsrail’e F-35 savaş uçağıyla ilgili askeri teçhizat ihracatına izin veren lisansı iptal etmesi, uluslararası hukuk mücadelesinin ulusal düzeyde ve hem de doğrudan icraati etkileyici bir şekilde yürütülebileceğinin emsali oldu. Hem Divan’ın hem de başka yargı merciileri önünde doğrudan veya dolaylı olarak İsrail’e karşı alınan tüm bu kararların her ülkenin hatta İsrail’in dahi iç kamuoyunu, İsrail hükümetinin ve ordusunun sınır tanımayan saldırganlığına daha çok ayağa kaldırdığı her zaman akılda tutulmalı.

Devam eden katliamları durdurmada ne kadar başarılı olacağı son derece şüpheli olsa dahi bu dava en azından İsrail’in işlediği vahim uluslararası hukuk ihlâllerinin derli toplu bir şekilde kayıt altına alınması ve dünya gündeminde daha kararlı bir şekilde yer alması bakımından çok faydalı oldu.

Sonuç olarak Lahey’de ne oldu ve oluyor? Uluslararası Adalet Divanı biraz ürkekçe de olsa İsrail saldırganlığına dair hakikati ortaya koydu, uluslararası hukukun kıymetini korumak için gayret gösterdi ve hukukun İsrail’e dahi dokunabileceğine dair bir ümit ışığı yaktı. Hem uluslararası hukukun bazı teknik detayları hem de uluslararası siyasi dengeler sebebiyle ideal adalet beklentisi tatmin olmamış, kamuoyu vicdanı tam olarak rahatlamamış olabilir. Hatta Divan’ın kendi kararına uyulmaması tehlikesine karşı ön almak için bir tür “hukuk eksenli politika” gütmesi, bu sebeple bazı konularda sesini kasten kısması da söz konusu olmuş olabilir. Ancak Divan’a dair bardağın sadece boş değil dolu tarafına da bakmak ve uluslararası hukuk mekanizmalarının itibarsızlaştırılması durumunda bölgemizdeki devlet ve milletlerin bundan daha zararlı çıkabileceğini göz önünde bulundurmak ve dolayısıyla hukuk mücadelesini küçümsemeyecek bir bilinci diri tutmak gerekiyor.

Günün sonunda uluslararası hukuk, temelde egemenlerin ortak rızası ile işlerlik kazanan bir kural ve kurumlar setidir. Devletlerin işbirliği yapıp eyleme geçmediği bir durumda Uluslararası Adalet Divanı gibi kurumların nefesi bu kadarına yetiyor. İsrail’in yarattığı zulüm ve vahşete karşı bu denli bir uluslararası kamuoyu oluşmuşken ve bu kadar devlet söylem birliği yapmışken artık daha geniş çaplı, uygulamaya geçen ve koordineli adımlar atılması şart. Bu sadece Türkiye, İslam İşbirliği Örgütü üyesi devletler ya da Afrika devletleri için değil, Batı devletleri için de şart. Zira temel kolonlarını kendilerinin yerleştirdikleri uluslararası sistemin işler hâlde kalması onlar için de bir güvenlik kalkanı. Bu güvenlik kalkanının işlevselliğinin sürmesi için sistemin öyle veya böyle belli bir itibarı koruyabilmesi lazım. Aksi takdirde gerekli karşılığın verilmediği bir krizin Avrasya sathında yayılabilecek bir çatışma dizisine dönüşmesi kaçınılmaz son olabilir.

Bu yazıda yer alan güncel fotoğraflar: Anadolu Ajansı.