Köy enstitülerinden günümüze eğitim

MUSTAFA UÇURUM
Abone Ol

Eğitim sistemi diye bir tartışmanın ülke gündemine gelmesi Tanzimat’la birlikte başlayan süreçte hız kazanır. Medrese sisteminin geniş açılımlarla eğitim-öğretimin merkezi olması devlet yapısı ile de ilgili olduğu için Batı’ya açılma politikası ile birlikte hayatın birçok alanındaki değişimlerden eğitim sistemi de payını alır. Medreselerin yerini almaya başlayan modern eğitim merkezleri toplumsal yapıyla birlikte dizayn edilir ve zamanın şartlarına uygun hâle getirilir.

Cumhuriyetle beraber ise denenen yöntemler, uygulanan sistemler, Batı’dan apar topar alınan uygulamalar, azınlık okullarının hızla sayısının çoğalması “eğitim sistemi” tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. İşte böyle bir ortamda yerli bir bakış açısı ile oluşturulmak istenen köy enstitüleri, gelişmekte olan Türkiye’de Anadolu varlığını ön plana çıkarmayı amaçlayan bir program dahilinde parti politikası olarak hayata geçirilir.

Tolstoy, tamamen köylü çocuklarına eğitim-öğretim vermek için bir çiftlikte kurduğu okulu ile farklı bir bakış açısı getirmişti Rusya’nın eğitim sistemine.

Köy Enstitülerini ben birebir olmasa da bazı yönleriyle Tolstoy’un Yasnaya Poljana okuluna benzetiyorum. Tolstoy, tamamen köylü çocuklarına eğitim-öğretim vermek için bir çiftlikte kurduğu okulu ile farklı bir bakış açısı getirmişti Rusya’nın eğitim sistemine. Yoksul ama okumak isteyen çocukları alıp onları özgürlükçü bir düşünce yapısıyla yetiştirip, çiftlik şartlarında hayata hazırlamayı amaçlamıştı. Yaptığı çalışmaları da Yasnaja Polyana adlı dergide herkese ulaştırmaya çalışmıştı.

Her ne kadar yerli bir oluşum olarak anlatılsa da köy enstitülerinin en önemli kaynaklarından biri Rusya’dır. Çünkü kafası ve bütün algıları Rusya’ya çevrilmiş zihniyetin egemen olduğu bir yapının ürünüdür.

Köy Enstitüsü adıyla mutlaka anılacak birinci isim Hasan Âli Yücel’dir. Ardından ise İsmail Hakkı Tonguç gelir.

Köy Enstitüsü adıyla mutlaka anılacak birinci isim Hasan Âli Yücel’dir. Ardından ise İsmail Hakkı Tonguç gelir. Daha birçok isim çalışmaların içinde yer almıştı ama Yücel ve Tonguç, en öndeki isimlerdi.

“Anadolu’nun masum, tertemiz, vatan sevgisi ile dolu gençlerini alıp yetiştirmek ve onları tekrar köylere göndererek oradaki çocuklara faydalı olmalarını sağlamak” gibi bir hedefi vardı köy enstitülerinin. Mekân yine köy olacak, köy şartlarında eğitim-öğretim olacak, devlet desteği sağlanacak; muasır medeniyet seviyesine çıkmak gibi bir hedefi olan Türkiye’nin köylerindeki çocuklar da böylelikle her açıdan yetişmiş ve gelişmiş olacaklar.

Köyler canlandırıldı mı?

İlk başta bakıldığında her şey yolunda görünüyor. Uzun yıllar ihmal edilmiş köylerin bu enstitüler sayesinde kalkınması sağlanacaktı. Köylerde beşinci sınıfı bitiren çocuklar bu enstitülerde yetiştikten sonra köylere dönüp oradaki çocukları eğitecek, yetiştirecek ve onları geleceğe hazırlayacaktı. Köyün gelişmesi demek Anadolu’nun ayağa kalkması demekti. Bu bağlamdan hareketle İsmail Hakkı Tonguç, Canlandırılacak Köy isimli bir kitap da yazar. “Nasıl bir eğitim, nasıl bir canlandırma, kim eğitecek, kim canlandırılacak?” gibi soruların cevabını verir bu kitapta Tonguç. Köyün ekonomik, siyasal, kültürel canlanmasını hedeflemek demek ülkenin kalkınması anlamına geliyordu.

Şimdi sırada köy enstitülerini hayata geçirmek var, diyerek büyük ve uzun soluklu bir projenin içine girmiştir dönemin eğitimci ve siyasetçileri.

Eğitmen kursları bu çalışmaların ilk adımı olarak görülebilir. Askerliğini onbaşı, çavuş olarak yapanlardan ve üç yıllık ilkokulu bitirenlerden oluşan eğitmen kursları ile köylerde okuma yazma kursları, matematik, doğa ve sağlık bilgisi dersleri, yurttaşlık eğitimi vermeyi amaçlamıştır. Bunda başarılı olunan yerler de olmuştur.

Şimdi sırada köy enstitülerini hayata geçirmek var, diyerek büyük ve uzun soluklu bir projenin içine girmiştir dönemin eğitimci ve siyasetçileri.

En büyük destek İnönü ve Yücel’den

“Köy öğretmeni ile birlikte başka eleman da yetiştirileceği için bu merkez kurumlara ‘Köy Enstitüsü’ adını vermek yerinde olacaktır.”

İsmail Hakkı Tonguç’un bu büyük hayalinin en büyük destekçisi Hasan Âli Yücel ve İsmet İnönü’dür. Bütün itirazlara, engelleme çalışmalarına rağmen Tonguç, çıktığı bu yolda hiç geri adım atmamış, eğitim şûraları ile köy enstitü çalışmalarına başlangıç yapmıştır. İlkokulun üç yıldan beş yıla çıkması, bir öğretmenin bu beş yıllık eğitimi verecek şekilde eğitilmesi de bu çalışmaların bir parçası olarak hayata geçirilmiştir. Yıl 1940.

“Köy öğretmeni ile birlikte başka eleman da yetiştirileceği için bu merkez kurumlara ‘Köy Enstitüsü’ adını vermek yerinde olacaktır.” diye açıklanıyor 3803 sayılı Köy Enstitüleri Yasası’nda çalışmanın kapsamı.

Enstitülerinin, ilköğretim sürecini sağlıklı bir hâle getirmek ve devlet denetiminde köylerden başlayacak bir meşaleyi yakmak gibi hedefleri vardı. Oluşturulan çoklu öğretimi kapsayan müfredatlar, sürece göre hareket eden açılımlar gelişen ve yenilenen bir eğitim sürecinin temelini oluşturuyordu.

Köyünden çıkıp gelen gençlerin yetiştirilip tekrar köylerine dönmelerini hedefleyen bu program, köylüleri şehirden uzak tutmak için yapılmış ve bir iyi niyet hareketi olarak gösterilmeye çalışılmış sistemli bir programdır.

Sadece öğretmen olması istenmiyordu buralardan mezun olunan gençlerden. Köylerinde cumhuriyetin, laikliğin, çağdaşlığın da bekçisi olacaklardı.

Ülkenin dört bir yanında açılıyor bu enstitüler. Tonguç, bizzat işin başında bulunuyor. Binlerce köyü geziyor, izlenimlerini not ediyor, gördüğü her karenin fotoğrafını çekiyor, köylerin canlanması davasını bir millî dava hâline getiriyor.

Köy Enstitüleri, “Köylüsün sen; köylü ve köyde kal!” sözünün ete kemiğe bürünmesinin bir eğitim müfredatına sığdırılmış hâlidir. Köyünden çıkıp gelen gençlerin yetiştirilip tekrar köylerine dönmelerini hedefleyen bu program, köylüleri şehirden uzak tutmak için yapılmış ve bir iyi niyet hareketi olarak gösterilmeye çalışılmış sistemli bir programdır. Sürekli dillendirilen; “Sizi ne kadar önemsediğimizin bir göstergesidir Köy Enstitüleri.” telkinleri köylülerin gözünü boyamaktan öte bir anlam ifade etmemektedir.

Köy Enstitülerinden mezun olup öğretmenliğe başlayanlara verilen maaşların çok düşük olması da farklı bir bakış açısı ile değerlendirilebilir. Amaç, köy insanını köyde tutmak olduğundan verilen maaş ancak köyde geçinmeye yetecek miktarda tutularak öğretmenlerin şehre gitmek gibi bir düşünceye kapılması da engellemiş oluyordu. Çocuğunu Köy Enstitüsüne göndermek istemeyen bir babanın şu sözü bu tezi doğrular niteliktedir; “Köy korucusu kadar maaş alacaksan ne gerek var yıllarca okula gitmeye?”

Köyün gelişmesi demek Anadolu’nun ayağa kalkması demekti.

Bunların yanında şu etkilerden de bahsetmeliyiz: Her öğrencinin bir müzik aletini çalıyor olması, öğrencilerin birçok spor dalını öğrenmesi, halk oyunlarına ilginin yoğunlaşması, kitaplar hakkında yorumların yapıldığı programların tertiplenmesi, mezun olanların öğretmenliğin yanında birçok sanat dalında da ustalaşması gibi daha birçok faydalı çalışma bugün bile hedeflenen, arzulanan bir eğitim-öğretim sürecinin temelini oluşturabilirdi. Ne yazık ki CHP’nin körü körüne girdiği ideolojik saplantıları bu çalışmanın kısa sürede ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Hasan Âli Yücel’in binlerce eseri Türkçeye çevirerek okullara ulaştırması sadece o günün şartlarında değil bugün de büyük bir kazanç olarak görülebilir. Çünkü Batı ve Doğu edebiyatından klâsiklerin usta edebiyatçılar tarafından çevrilmesi Yücel’in Türk edebiyatına en büyük armağanıdır.

Necip Fazıl ve Peyami Safa’nın Köy Enstitüleri ile ilgili görüşleri ise şu şekildedir:

“Son günlerde peçesi kaldırılan ve bazı temayüllere göre tekrar ihyası için zemin aranan Köy Enstitüleri davası, memleketimizdeki komünizma hululünün şah damarını çizer.” (Necip Fazıl Kısakürek)

“Çocuklara Nazım Hikmet’in şiirlerini ezberleten, Marksizm hakkında konferanslar verdiren, dergilerinde de Marksizm hakkında makaleler neşreden Köy Enstitülerinin komünist yuvaları olduğunu bilmeyen bir tek şuurlu Türk aydını yoktur...” (Peyami Safa)

Tek tip insan yetiştirme fabrikası

Köy Enstitülerinin komünist yuvaları olduğunu bilmeyen bir tek şuurlu Türk aydını yoktur...”

Eğitim sisteminin bir efsanesi olarak yâd edilen enstitüler tek tip insan yetiştirme bakımından bir fabrikaya benzetilebilir. Aynı zihin yapısının rengine boyanan gençler, medeni bir Türkiye kurma hayaliyle kendi değerlerinden uzaklaştıkların farkına bile varamadan söyledikleri batı menşeili şarkılarla boş kalmış gönüllerini uzun süre eğlendirmişlerdir.

Dün öyleydi. Bugüne bakacak olursak artık çeşitliliğin çok olduğu, her türlü imkânın seferber edildiği eğitim camiamız, teknolojik altyapı bakımından dünyanın sayılı ülkelerinden biri hâline geldi. Bundan yana hiçbir şüphe yok. Okumanın bir kültür olduğu gerçeği artık daha çok kabul görüyor. Okuma kulüpleri, yazarlık okulları, okul dergileri, bilim kulüpleri her okulda mevcut.

Yüzyıllar öncesinden dünyaya ilim ve bilim alanında önderlik etmiş isimlerimizin bugün de yetişmesi için daha çok çaba sarf etmeliyiz.

Yeni okullar açıldı, eski okullar yenilendi, okul olmayan yerler taşımalı eğitimle merkezlere taşınıyor, projeler tüm okullarda baş tacı edilir oldu. Salgın döneminde bile eğitim süreci aksamadan devam etti. Teknoloji festivallerinde büyük şehirlerden gelen çocukların yanında Anadolu’nun bir köşesinden gelen çocuklar da hünerlerini sergileyebiliyor, ödüller kazanabiliyor.

Artık yapılması gereken; Milli Eğitimi adına yakışır bir şekilde millî kimliğiyle her alanda buluşturmaya geldi. Kendi değerleriyle buluşan, asıl gücün kendi topraklarında olduğuna inanan ve bu topraklar için alın teri dökecek nesillere şimdi daha çok ihtiyacımız var. Bizim örnek alabilecek şanlı bir tarihimiz var. Yüzyıllar öncesinden dünyaya ilim ve bilim alanında önderlik etmiş isimlerimizin bugün de yetişmesi için daha çok çaba sarf etmeliyiz.