Kötü kahve
Üçüncü nesil kahvenin temel meselesi “keşif” kelimesi üzerinde toplanıyor. Bir yaptığınız kahve diğerini tutmayabilir, baristanın günü kötü geçiyor olabilir veya süt yeterince soğuk değildir. Yani her şey en iyi hâlinde olsa bile önünüze gelen kahve iyi olmayabilir.
Hazzopulo Pasajı’ndan geçip İstiklal’e çıkacak, oradan ara sokaklarla Firuzağa’ya kadar yürüyeceğiz. Çünkü tam oralarda açılmış küçük, butik bir kafenin kahvesini denemek istiyoruz. Yürürken yanımdaki arkadaşıma, Nihayet’in yeni sayısında dosya konumuzun “kahve” olduğunu, benim de bu dosyada bir yazı yazacağımı söylüyorum. Konum belli: “Starbucks gibi zincir mağazaların kötü kahvesini boykot etmek neden zor?” Arkadaşım müstehzi bir bakışla bana dönüp, “Bence yanlış başlık, sen kahve eksperi misin?” diyor. Sonra da ekliyor, “Bir kahvenin iyi, diğerinin kötü olduğu sonucuna nasıl varacaksın?” Bu yorum canımı sıkıyor ama bir yerde haklı, çünkü ben gerçekten kahve eksperi değilim. Ama kaçırdığı şey şu; onunla yeni bir kahve denemek için şehrin karşı yakasından gelmiş bir kahve meraklısıyım. Üşenmemiş, işini gücünü ona göre ayarlamış, kafenin belli saatlerde açık olduğu bilgisini edinmiş, ne içeceğini bile belirlemiş biri... Nihayetinde sadece bu durum bile kahveler hakkında yorum yapma hakkı vermez mi bana?
Olaya bir de şu açıdan bakalım: Kötü film izlemenin veya kötü bir yemek denemenin “kötü” bir deneyim olmadığını söyleyebilir miyiz? Kötüyü tanımlamak için iyiden ayırt etmemiz şart. Bu durumda iyi olanı diğerlerinden ayırmak için sadece iyiyi bulmamız yetmez. Kötünün de ne olduğunu bilmemiz gerekir. Kahve meselesine biraz da buradan bakmak gerekiyor belki... En nihayetinde üçüncü nesil kahvenin temel meselesi “keşif” kelimesi üzerinde toplanıyor. Bir yaptığınız kahve diğerini tutmayabilir, baristanın günü kötü geçiyor olabilir, süt yeterince soğuk değildir... Yani her şey en iyi hâlinde olsa bile önünüze gelen kahve iyi olmayabilir. O hâlde kahve için belli standartları sağlamak ister miyiz? Yoksa bu, kahvenin maceracı tarafından vazgeçmek midir?
Bundan 6-7 ay önce (Filistin’deki olaylar henüz başlamamışken) başka bir yere gitme imkânım olmadığından ve başım korkunç derecede ağrıdığından Koşuyolu Starbucks’a girip (herkesin bildiği o köşedeki dükkâna yani) latte istedim. Ama baristaya yakınlaşıp bir not da ilettim: “Tek shot espressodan lütfen, taşikardim var.” Barista bana tuhaf şekilde baktı, “Kusura bakmayın ama tek bir reçetemiz var.” dedi. Ben de boş gözlerle ona baktım. Ne o beni anlamıştı ne de ben onu. Kahve artık bir deneyim alanı, havzası. Hâl böyleyken Starbucks gibi sadece birbirinin aynısı kahveleri yapan, ticari kahve çekirdeği kullanan bir zincir marka kahve meraklısına ne sunabilir ki?
13-14 yıl önce, McDonalds’laşma üzerine bir yazı yazarken, markanın tarihinden uzun uzun bahsetmiş, 2000’li yılların başından itibaren de eski forsunu kaybettiğinden dem vurmuştum. Bunu yaparken hâlâ aklıma kazınmış bir ara başlıkla sürdürüyordum yazımı: “McDonalds zarar ediyordu, Starbucks kâr.” Görünende markanın zarar etmeye başlamasının nedeni (elbette o yıllarda) alternatif sayısız markanın ortaya çıkması ve artık küçük dükkânlarda daha lezzetli hamburgerler yapılmasıydı. Aslında McDonalds tüm dünyaya hamburgeri tanıttıktan sonra elini ayağını biraz piyasadan topluyor gibiydi. Çünkü insanların artık daha farklı beklentileri vardı. Starbucks’ın uzun vadede başına gelecek olan bundan farklı değil bana kalırsa. Bir standart olarak orada kalacak, ama “fazla”sını asla sunmayacak. Hedefi de fazlası değil zaten... Nihayetinde yemenin, içmenin neredeyse “porno”laştığı çağımızda bize standartlaşmış bir kahve sunuyor. O kadar net bir standart söz konusu ki çift shotu tek’e indiremiyor, kahve yapımını büyük bir makinanın düğmesine basarak çözüyor. Hatta son birkaç yılda Starbucks kahvesi mağazada size özel yapılan bir şey olmaktan da çıkıp, marketlerde satılan bir ürüne dönüşmeye başladı. Peki ihtiyacı bu standart olan olabilir mi? Elbette olabilir. Onlara da şunu hatırlatmak isterim: Markanın İsrail’le ilişkisi, yapılan garip açıklamalar, inandırıcı veya kafa karıştırıcı onlarca bilgi... Yine de “Starbucks kahvesinden vazgeçemiyorum.” diyenlere Z kuşağının sosyal medya klişesine dönüşen tepkisiyle cevap vermek istiyorum: “Şaka mı!” Turist olarak Erzurum’a gidip, cağ kebap yemektense McDonalds’ta doymaya çalışmak gibi bir durum... Tabii tercihler bireysel. Yine de söylemeden geçemeyeceğim:
- Şehirde gerçekten iyi kahve yapan onlarca mekân var. Onlarca yerli kahve kavurucu, hatta yerli alet edevat üreticisi bile mevcut. Daha iyisi varken, kötüsünde neden ısrar ederiz? Dürüst olalım, mesele doymak mı?
Elias Petropoulos, “Kahve insanlık için önemli bir olay olmuştur ve hâlâ da bu öyledir; aynen tütün gibi, patates gibi, çikolata gibi önemli bir olay.” der. Kahvenin toplumlar arasında yaygınlaşmasının, farklı pişirme yöntemleriyle “keyif” amaçlı kullanılmaya başlamasının üstünden yüzyıllar geçti. Gündüzleri olduğu kadar geceleri de dolup taşan kafeler, değişik tadlar sunan kahve menülerine sahip. Artık evlerin salonunda değil bu kafelerde takılıyoruz. Elbette bu doğrudan kahvenin neden olduğu bir durum değil. Eminim sosyologlar bunun üzerine türlü önemli eklemeler yapacaktır. Ancak kahve merakının bu durumla bir ilişkisi olduğu veya durumun süsü olduğu da aşikâr. Üstüne üstlük bazılarımız “çay”ın eski aurasını kaybetmesinden de muzdarip, belki sinirli. Dikkatli dinlersek “Ne demek, çay yerine kahveden bahsediliyor burada!” çıkışları bile duyulabilir. Olsun.
Salah Birsel, Kahveler Kitabı’nda kahveyi 13. yüzyılda yaşayan bir Şazeli dervişinin bulduğunu aktarır. Bu anlatıya göre tekkesinden kovulan ve sürgüne gönderilen derviş, Arabistan’ın Moka bölgesinde açlıktan bitkin düştüğünde rastladığı bir ağacın meyvelerini kaynatıp içmeyi dener. Ona yardım getiren ve yolda rahatsızlanan arkadaşları da bu sudan içer. Hepsinin rahatsızlıkları bir anda kaybolur. Bu haber kısa süre sonra şehirde yayılır ve herkes bu garip meyveyi kaynatıp içmeye başlar.
- Uzatmaya gerek yok. Haber şehre yayıldı. Biz artık daha iyi kahvenin veya daha güzel sunumların olduğu kafelerde, yeni bir deneyim havzasının içinde iyi kahveler içmek istiyoruz.
Vakti zamanında, belki yeri geldi Starbucks’ta ticari çekirdeklerden kötü, standart kahveler içtik. Ancak iyi kahveye daha güzel keşiflerle ulaşmak varken, üstelik Starbucks bir boykot markasıyken, kötü kahvede ısrar etmenin anlamı yok. Şimdi evde veya dışarda çekirdeğimizi öğütüp, iki lafın belini kırmak veya yazdığımız yazıya odaklanmak, okuduğumuz kitabın satırlarına dalmak istiyoruz. Doğrusu hepimiz kahve ekspreyiz ve kötü kahveye tahammülümüz iyisine ulaşana kadar...