Kırtaşkiye
Düşününüz, mağaradaki ilk sanatçı insan, ateş ışığında, sığındığı yerin duvarlarına hayatındaki en önemli olayları resmederken de kırtasiye ürünü kullanıyordu. Evet, bir iz bırakıyordu.
“Kırtasiye” anlamı kâğıt olan Arapça ḳirṭās قرطاس sözcüğünden gelir. Yine aynı kökten gelen “Kart”, (dikdörtgen kesilmiş kâğıt parçası) ve tabii İngilizce çizgi film “cartoon”un da kaynağı bu sihirli köktür. Daha güçlü bir bağı, “harita, pafta” anlamında bulabiliriz. “Kartografya” harita ve harita benzeri gösterimleri üretmek amacıyla yapılan tüm çalışmaları kapsayan bilim, teknik ve sanattır mesela.
“Kırtasiye” kavramı bir çocuk içinse genelde okul başlarken öğretmenin verdiği gereklilikler listesini elde etmek için gidilen yerdir. Kırtasiye esnafı bir sınıftır aslında. “Esnaf” kelimesi “sınıf”ın çoğulu olduğuna göre, bakkal, berber kadar kırtasiye de o denli önemli esnaftır. Böyle rafları dolu doludur. Çocuk yazıya çiziye meraklı olmasa bile, iyi bir kırtasiye her zaman onu cezbeder. Alınacaklar fazladır ve ebeveynler bu harcamaya hazır şekilde teslim olmuşlardır.
- Şimdilerde AVM’lere doluşturlar, pahalı oyuncaklar satan ve yabancı markaların yetkili satıcısı olmakla övünen mağazalara dönüşüp değiştiler ama eskiden genelde okulun karşısındaki kırtasiyeye gidilirdi. Okulun ilk günlerinde devamlı kalabalık olurdu, nöbetçi eczane gibi geç saatlere kadar açık olanları vardı. O hengâmede güzel defterler, kalemler ve silgilere sahip olmak isterdi çocuklar. Bir hayal edin lütfen, evin küçüklüğü yani “bebesi”, birey olmuş kendisine yiyecek ya da kıyafet dışında “kişisel” eşya alınıyor. Bir kalemi iyice inceliyor, yanındakinin silgisinin kokusuna meylediyor, öğretmenin istediği çok kalın orta harita metot defterini bir ders yılı boyunca nasıl dolduracağını hayal ediyor. Hayaller ne güzeldir, eder de eder. Ebeveynler ise alışveriş yekûnunun onları şaşırtmasından korkarlar ve bilinen son: genelde de şaşırırlar...
Kurumsal bakarsak; “kırtasiye”, bir kurumda, yazı, çizi, evrak işleri için bir harcamadır. Bazen evrak işlerinin tümüne verilen (genelde angaryayı ya da bürokrasiyi işaret eden) bir tanım olarak kullanılır. Firmalar için artık internetten verdiğiniz siparişinizi ayağınıza kadar getiren online mağazalar türemiş durumda. İş yoğunluğunda kimse kırtasiye alışverişine zaman ayırmak istemiyor. Hâlbuki ne kadar da zevklidir; görüp, dokunup, test edip kırtasiyeye sahip olmak…
Artık büyük marketlerde ve AVM’lerde genelde ithal malzemelerin satıldığı kırtasiye reyonlarında o kadar çok ürün var ki şaşarsınız. Bazen bu kadar fazla olmaları kırtasiyeye verdiğimiz değeri hafifletiyor. Kalem alayım, diyorsunuz; bir kalem reyonu var, metrelerce uzuyor. Çok çeşit var ve hepsinin nasıl yazdığını denemeye bile olanak yok. Ne yazık çoğu değersiz, kullan-at mantığıyla üretilmiş, ilgi çekmek için albenili, rengârenk ürünler.
Hele hele çizgi film karakterleri ya da üzerinde bir marka veya sembol olduğu için, karakterin ticari haklarına sahip olan şirkete telif verildiğinden daha pahalı olan kırtasiye görünce şaşıyoruz. Fonksiyona, ergonomiye (çocuğun el yapısına ve rahatına) önem veren estetik ve sade tasarımlar yerine böyle pazarlama oyunlarıyla kırtasiyeye fazladan bir değer yüklenmiş olmuyor. Fakat tabii bunlar da olacak, çocuklar hayatlarının bir dönemlerinde aslında pek önemli olmayan bu eklentilere değer verecekler. Sonra kişilikleri oturacak, süper kahramanlı ya da makyajlı ve bakımlı yeni nesil kız idollerin resimlerini tercih ettiklerini hatırlayıp gülecekler. Olacak böyle şeyler, hangi çocuk bayramda seyranda şekeri abartıp mideyi bozmadı ki?
- Yeniden konumuza yani kırtasiyeye dönelim. Pek fark etmesek de kırtasiye hayatımızın her döneminde önemli bir yer tutar. Hatta medeniyet öncesinde bile… Düşününüz, mağaradaki ilk sanatçı insan, ateş ışığında, sığındığı yerin duvarlarına hayatındaki en önemli olayları resmederken de kırtasiye ürünü kullanıyordu. Evet, bir iz bırakıyordu.
Hayvanları avlamaya, sonra onu kesmeye, ayırmaya yarayan keskin ucu ya da kenarı olan bir araçtan veya ateş yakmaya yarayan aletlerden daha farklı, işe yaramaktan öte, kültürel bir olguya hizmet eden bir araç. Beslenme ve barınma sonrası kültürel bir dışa vurumun iş birlikçisidir artık. Bir hikâye anlatmak ve kalıcı olmasını sağlamak için boyamaya yaran alet. Yani ilk kırtasiye…
Aşk
Günümüzdeyse kırtasiyeye sahip olmak ya da ondan salt fayda görmek için değil, onun sayesinde ortaya bir ürün koymanın değerini tam olarak özümseyerek, işin içine “aşk” katabiliyoruz ve böylece bu karıştırma işlemi başlıktaki gibi bir kelime oyunu yapmamıza imkân sağlıyor: “kırtaşkiye”.
Her şeye 'aşk' katılır mı? Vıcık vıcık olmadığı sürece, evet katılabilir. Yine de bazı konularda sakil kalır, zorlama olur. Örneğin bulaşık yıkamaya, ütü yapmaya, trafik cezası ödemeye aşk katılabilir mi, ya da pasaport sırasında aşk ile beklenebilir mi, riskli bir ameliyat olmaya sedye üzerinde aşkla gider gibi görünmek mümkün müdür? Fakat pekâlâ kırtasiyeye aşkla sahip olunur. İyi de olur. Hatta 'aşk' içinde eritilirse kelime içinde güzel de durur.
Bir hattatın hele hele kutsal bir metin yazarken, edindiği yılların tecrübesiyle, örneğin “elif”in kuyruğunu nakşetmek için özenle yonttuğu kamışı, layığı vecihle kâğıda dokundururken, halet-i ruhiyesi de kırtasiye aşkının en üst mertebesidir.
Haddimizi biliriz biraz, sadece birkaç sayfalık yazıda o kadar derine inememek, yüzeysel kalmak, hak ettiği değeri gösterememe tehlikesini arz eder. Bu sebeple işbu yazının amacı, kırtasiyenin yaratıcı süreçte kullanıldığında, ortaya çıkan eserle eşleşmesi ve sahibine verdiği hazzı anlatmaktır.
Kırtasiye hafızası
Hafızalı yastık diye bir ilan görmüşsünüzdür. Efendim, içindeki malzeme üzerinde yattıkça vücudunuza göre deforme oluyor sonra eski hâline gelmiyor belli ki. Rahmetli anneannemin nervürlü demirle güçlendirilmiş beton sertliğinde ve kum torbası ağırlığında, kenarlarında eskiden kırmızı, fakat şimdi rengi uçmuş pembeleşmiş saten ve dantel işçilikli yastığın (boyu tam olarak yatağın genişliği kadar), yukarıda reklamı yapıldığı söylenen yastık gibi bir hafızası olmayabilir ama bilin ki, o eski tip yastık hafızayı bırak, ne sırlar, ne anılar saklamıştır. Hafızalı derken, bu detayı da gözden kaçırmamak gerekir.
Peki, kırtasiyenin de bir hafızası var mıdır? İlk kalem tutan çocuklar için ellerinin yapılarına göre kalıplaşan, silikon tutma yerleri olan kalemler olduğunu biliyoruz. Fakat sözünü edeceğimiz, kırtasiyenin hafızası değil, kırtasiye kullananın onunla eşleştirdiği hatıralarıdır.
Örneğin, mimarlık aşkıyla tutuşan birinin en önemli eserini meydana getiren çizgilerin, hangi kâğıda hangi eskiz kalemiyle çizildiğini hatırlaması hoş değil midir? Ya da bir kalemin yıllar boyu kullanıla kullanıla tutulan yerlerinin parlaması. Evet, kalem parlar. Ne zaman edindiğinizi hatırlarsınız ve “Bu kadar yıldır kullanıyor muyum ben bu kalemi?” diye kendinizle özdeşleştirirsiniz. Şimdi sorarım size çizdiğiniz eskiz, yazdığınız bir mektup ya da tuttuğunuz kalem, eğer size ürettirdiklerini hatırlatıyorsa bir seferde terk edeceğiniz, atacağınız eşya mıdır?
Kırtasiye atılabilir mi, mesela masadan yok edilebilir mi?
Edilir deseniz de aslında bir şekilde iz bıraktıktan sonra yok olmamışlardı aslında. İsteseniz de yok edemezsiniz.
Tamam, şimdi kırtasiye öğelerinden birkaçının üzerinde duralım.
Kalem
Hem ismi hem cismi “kamış”tan gelir. İlk akla gelen kırtasiye, kalemdir. Kalemler bir prestij unsuru sayıldığı gibi, bir makamı da belli eder, örneğin Cumhurbaşkanı Özel Kalemi gibi. Ayrıca bir hesaplama tablosunda harcama satırıdır ya da bir yazarın en önemli varlığı kalemidir. Gazetecininse namusudur. Hem mecaz hem de gerçek…
Kalem kâğıttan daha kalıcıdır. Çünkü kâğıdı boyar, izi o çıkartır. Resmetmek için kullanılan fırça ve kalem öyle güçlüdür ki kullanıldığında insanı özel bir canlı yapar, çünkü onun düşündüğünü gösterir. Düşünme yetisi kalemle anlam kazanır efendim. Başka türlü düşünceyi nasıl kaydedecektiniz yüz yıl kadar öncesine kadar, kalemden, fırçadan başka bir yardımcınız mı vardı?
Kalemler çeşit çeşittir. Kamış ucunu mürekkebe batırdıktan sonra kâğıdı boyayarak ortaya bir düşün eseri ortaya çıkartabileceğiniz gibi kömür gibi bir çubuğu sürterek de yazabilir, çizim yapabilirsiniz. İşte o kömür hem ince olsun ama elimizde kırılmasın diye etrafında ahşap kaplarlarsa bu “kurşunkalem” olur.
Kalem, bir ressam için, mimar için, bir hukukçu için ya da bir doktor için ayrı ayrı önem taşır. Tabii bir ilkokul çocuğu için de farklı bir dünya yaratır. Kalemi önemsiz saymak, yazıyı da eseri de değersizleştirir. Bir otelde, bankada imza atarken ya da promosyon verilen tükenmez kalem ile bir şeyler karalarken kimlikli bir üretimde bulunmak her zaman mümkün olmayabilir. Tamam, zorunluluklar ve kısıtlamalar bazen daha yaratıcı sonuçlar çıkartır ama güzel bir kalemle bir eser vermeyi yeğler yaratıcı kişilik. İşte o zaman da kalemler için kafa yorar, iyisini kötüsünden ayırır bünye. Belki de bu yüzden kalemler çeşit çeşittir.
Dolmakalem
İşte buradan ayrı bir dünyaya, ağır ve belki de ahşap oturaklı bir kapıyla girilir. Her türlü zevklidir bu dünyada nefes almanın değerini bilmek. Sadece dolmakalemler hakkında tafsilatlı yazmaya kalksak, elinizde tuttuğunuz derginin tüm sayfalarını bu yazıya ayırmaları gerekir ki, diğer eserlere haksızlık olabilir. Zaten dolmakalemin kendine özel dergileri, kitapları vardır.
Osmanlı’ya gelmesi dahi oldukça ilginçtir. Uçakta basınçtan dolayı akar. Her yerde kullanılmaz yağmur altında, şantiyede, çok sıcak ya da çok soğukta… Fakat ben kullanmaktan ve onunla yazmaktan, proje düzeltmekten ve kitaplarımın okuma çıktılarını hep yanımda taşıdığım dolmakalemimle düzeltmekten haz alırım. Ayrı bir yaratıcılık kattığını düşünüyorum. Dolmakalemin mürekkebi biter. Bitince kartuşu bile atılmaz özenle doldurulur. Memeden kesilen çocuğuna biberonla süt, mama verilmesi gibidir. Uyumaya hazırlanan kızlarımın biberonlarına ılık süt doldurmayı da bir güzel karınlarını doyurup uyumalarını da mutlulukla izlemişimdir. Aynı şekilde dolmakalem doldurulur, yazılır çizilir ve sonra da biter. “Aaaa bu da bitmiş” deyip, pompasını ya da kartuşunu doldurma işi de çok zevklidir.
- Dolmakalemin sadece doldurma meselesi bile böyle derindir. Daha bunun, gövde, tutuş, ağırlık, kapak, uç, mürekkep, bakım gibi bir sürü detayı daha var. Başka yazılara inşallah…
Kurşunkalem
İşte dolmakalemden sonra sevdiğimiz kalem türü. Bir kömür çubuğun ahşap içine konulmuş hâli. Basit ve verimli… Efendim NASA’da çalışan Amerikalılar, uzayda, yerçekimsiz ortamda, suda yazan bir tükenmez kalem için milyon dolarlık AR-GE çalışması yapmışlar, Ruslar ise kurşun kalem kullanmış. Bir şehir efsanesi ama konuyu ne güzel anlatıyor.
Kurşun kalem biraz da fedakârdır. Her 24 Kasım’da öğretmenlerin etrafını aydınlatırken mum gibi erimelerine benzetilen kurşunkalem de yazdıkça azalır. Sonra ucu körelince açılır, kısalır ama tertemiz yazar ve sonra bir daha, bir daha…
Ahşap zaten en sağlıklı malzeme. O yüzden kurşunkalem kullanılıp atılmış olmaz, kullanılıp doğaya geri dönmüş olur. Kurşun kalemin ucunu sivriltmek için kalemtıraş yerine, falçata ile eliyle özenle açanları selamlarız. Ufalmış kalemleri atmayıp, arkalarına uzatma çubuğu koyup sanki yeniymiş gibi kullananları takdir ederiz. Bir karakalem desen için yedi sekiz ayrı dereceli kalem ve hatta kömür kalemi kullananlarla, marangozhanede kulak arkasında kalem tutan ustayı da bir tutarız. Kırtasiyenin hası kurşunkalemdir. Kullanın, kullandırın. Küçümsemeyin sakın ha!
Versatil ve ince uçlu makineli kalemler
Mimar mühendis takımının çizim için kullandığı kalemlerdi eskiden. Artık öğrenciler de kullanıyor. Bunun kalın olanlarını eskiz için kullanıyoruz. Kurşunkalem kadar olmasa bile yine de yerine göre hayat kurtaran kalemlerdir. Bir de tutulmayacak kadar ufalan kurşunkalemlerin içi açılıp, bu tür kalemlere de koyulabilir. Verimli ki ne verimli…
Renkli kalemler, fırça kalemler
Resim çizmek için gerekli tüm kalemler. Kurşunkalem olanlarını ayrı severiz ama keçeli hatta ucu fırça olan kalemleri de beğeniriz. Hatta çizip sonra saf suya daldırılmış bir fırça üzerinden gidip, dağıttığımızda sulu boya hissi veren kurşunkalemler de vardır.
Kaligrafi ve hat kalemleri
Kesik uçlarıyla harikalar yaratırlar. Keçeli olanları vardır, iki metal parça arasında mürekkebi her zaman aynı veren paralel kalemler de. Tabii kamışın ucunu açıp, ıslanmış likaya zikredilmiş is mürekkebiyle hazırlanmış hokkaya, yazacağı harfin uzunluğunu dikkate alıp öyle daldıranların yeri ayrıdır gözümüzde. Dedik ya, yerimiz dar, konuyu açamıyoruz.
Tükenmez kalem
Bağışlayın ama kırtasiyede bir türlü kendime ait hissetmediğim kalem türüdür bu. Evet, dertsizdir, doldurmaya gerek yoktur, keza ortalama bir tükenmez kalem 2-3 km çizgi çizer. Uçakta akmaz. Endüstriyeldir, ucuzdur. Bitince atarsın. Ya da kaybetsen bile için yanmaz. Birisi birinden alır, geri vermez. Promosyon malzemesidir. Falan filan.
Yine de ben, sevdiğim bir gövdesi varsa içini değiştirmeyi böylelikle kullanım süresini arttırmayı yeğlerim. Belki çok çok ince uçlu “ballpoint” denilenler teknik çizimlerde işe yarar. 1990’da edindiğim Alman malı tik ağacından gövdesi olan bir tükenmez kalemim var. Onu kullanıyorum çoklukla. Masamda kalemliğimde kullan-at tükenmez kalemlerden birini dahi tutmam. Çünkü kendimden bulmam, çok para verilmesine şaşarım. Akıtmayan, iyi yazan basit bir dolmakalem en iyi tükenmez kalemden iyidir, diyenlerdenim.
Kâğıt, defter ya da diğer kırtasiyeyi konu bile edemedik. Fakat kavram bu kadar geniş olunca, sıkıştırmaya, hızlıca ve belki de üstünkörü üzerinden geçmeye gönül razı olmadı.
Siz hep kırtasiye ile kalın, bir gün daha geniş birlikte oluruz, yolumuz kesişir nasıl olsa.