Kasadaki kızlar

CİHAN AKTAŞ
Abone Ol

Yıl sona ererken medyada en çok konu edilen olaylardan biriydi, Faslı bir göçmenin Esenyurt’ta alışveriş yaptığı marketteki kasiyer kıza sarf ettiği şu sözler: “Burada alkol satılıyor, başın da açık, başka erkekler görüyor, yanlış. Saçını niye gösteriyorsun?

Tabii ki böylesi –İslami bir dili yansıtıp yansıtmadığı tartışmaya açık- uyarılar sırf Faslılara özgü değil, kadın veya erkek, Türkler de yapar. Fakat hayatın bütününde dikkat edilmeyen hassasiyet iş başındaki bir kadına başörtüsü üzerinden yapıldığında, kaçınılmaz bir tepki gördü. Her türlü medyada Araplar konusunda, mülteci, göçmen veya turist olsun hiç fark etmeden horlayıcı bir dil hâkim olduğu için de tepkiler yayıldı. Böyle bir “uyarıyı” yapan, İranlı da olsa benzeri bir tepki görürdü. Etrafımdaki kadınların hemen hepsi, başörtülü veya değil, izahları farklı olsa da bu uyarı dilinden rahatsızlıklarını dile getirdiler.

İnsanı kendine karşı bile savunmanın ilk şartı sanırım haysiyetini gözetmek olmalı.

İslami kesimde başı açık, hatta örtülü kadınların bir kısmı benzeri bir soruya bir şekilde maruz kalmıştır. Örtülü olan yeri gelir örtünme tarzı beğenilmediği için sorgulanır. Başörtüsü büyüktür, küçüktür, renklidir, siyahtır, pardösü yeterince uzun değil veya yırtmaçlıdır… Sonra gülme tarzı söz konusu olur. Kasadaki kız başörtülü olsaydı, söz gelimi yüksek sesle güldüğünde, en hafifinden, “Hiç yakıştı mı size, başörtülüsünüz bir de!” diye uyarılırdı. Bu soruları da sadece erkekler sormaz, an gelir kadınlar hemcinslerini –bulundukları topluluğun takvasını gözetmek adına- daha da sert bir dille sorgular.

Birbirimize karışmayacak mıyız, ilgilenmeyecek miyiz yapıp ettiklerimizle? Başörtülü ve başörtüsüz kadınlar 2008’de “Birbirimize Sahip Çıkıyoruz” başlığı taşıyan bir bildiri yayımlamışlardı. Şu ifadeler bildirinin meramını özetliyor: “Başörtülü kadınların; cahil, yobaz, fesat, takiyyeci, fırsatçı, örümcek kafalı gibi sıfatlarla bir “islami robot” imajıyla değerlendirilerek, ırkçı yaklaşımlarla şiddete maruz bırakılmalarına karşı çıkıyoruz. Başörtüsüz kadınların; cinsel meta, teşhirci ya da bir tahrik mekanizması gibi cinsiyetçi yaklaşımlarla değerlendirilmesine karşı çıkıyoruz.”

  • “Sahip çıkmak” o dönemde himaye etmek değil de dayanışma sorumluluğu taşımak şeklinde anlaşılabilirdi. Yıllar akıp giderken “sahip çıkma” fiiline, kimden gelirse gelsin vesayetle ilgili anlamlar yüklenir oldu. Bugün böyle bir bildiri başlığı muhtemelen tepkiyle karşılanacaktır.

İnsanı kendine karşı bile savunmanın ilk şartı sanırım haysiyetini gözetmek olmalı. Kasadaki kız –yapan iyi niyetli bile olsa- açık ki iyi niyete sarmalanmış bir saldırıya uğradı. Ekmeğini büyük güçlüklerle kazanan insan yalnızca iş başındayken değil, hayatın her alanında elbette saygıyı hak eder.

80’lerde başı açık kadınlara cariye gözüyle bakabileceklerini açıkça ifade eden İslamcılara rastlanırdı. Seküler kesimden de başörtülü kızların koca bulmak ya da bir yerlerden dolarla para almak için başlarını örttüklerini öne sürenler olurdu. Kamusal yasakla mücadele etmiş başörtülü kadınların içinde, işinin başındayken hiç tanımadığı bir adamın “Saçını niye gösteriyorsun?” şeklindeki sorusundan etkilenip de başlarını örten var mıdır emin değilim.

Ekmeğini büyük güçlüklerle kazanan insan yalnızca iş başındayken değil, hayatın her alanında elbette saygıyı hak eder.

Şurası açık ki kadınlar, hele ki -yasaklı süreçlerin etkisiyle- başörtülü kadınlar konu olduğunda mahrem alanın dili kamusal alana çok çabuk kayıyor. Başı örtülü olan “bacı” gibi görüldüğü için mahrem alanın diliyle karşılanıyor. Başı örtülü olmayanı bacılaştırma dili de önce madun veya mustazaf (güçten düşmüş) kadınlara yöneliyor. Başörtüsünden rahatsız seküler kadın ve erkekler ise kendi anne veya ninelerinin başörtüsüyle kıyaslama yolu tutarak benzeri bir akıl verme, hatta had bildirme tavrı sergiliyor. Kamusal yasaklılık başörtülü kadınların kolay hırpalanabilir olduğu kanısını yerleştirmişti bilinçlere; esasında sınıfsal boyutu olan bu kanı giderek mülksüz oldukları düşünülen, güvenlikten yoksun ve kolayca göz ardı edilebilir olduğu düşünülen çalışan gruplarına yöneliyor.

Kamusal-özel alan dengeleri hiç olmadığı kadar sarsıldı bir yüzyıl içinde, bir hayli sarsıcı ve öngörülmez olaylarla ilerledi süreçler. Bildiğimiz teknolojik devrim dönemlerinin en zorlusundan geçiyoruz, kısmen hazırlanmış da olsak aksıyor adımlarımız. Sosyal medya kanallarında birbiriyle daha önce hiç karşılaşmamış insanlar birbirlerini övüyor veya aşağılıyor, birbirlerine hakaret ediyor veya hayran oluyorlar. Kötülüklerden korunsunlar diye okullardan uzak tutulan kız çocukları, TikTok gibi uygulamalar yoluyla kaçırdıkları bir modernliği hayat tarzı düzeyinde şipşak yakalamaya çalışıyorlar. Neyi, nerede, nasıl, hangi ölçüde yapmalı, söylemeli, giymeli… Bildik muaşeretlerin geçersizleştiği yerde bir insanla karşılaşmak, gerçek bir insanla ilişki kurmak, mesafe ve kurallardaki belirsizleşmeyle birlikte hep bir riski göze almak anlamına mı gelecek?

Ama insan kendini -sevip saydıklarını ve güçsüzleri de- korumak için daima yeni tedbirlerin peşinde olmuştur. Teknolojik devrimler hangi etkileri bırakırsa bıraksın yüreğin sesi hep aynı dilden konuşur. Saygı duyduğunuz, iyiliğini istediğiniz bir insanı toplum içinde, dahası ekmeğini kazandığı ortamda zor durumda bırakan sorularla sıkıştırmazsınız.

Fas’ın Muhammediye şehrinde bir ay yaşadım. Bu süre içinde de yoksul kesimden birçok kadın tanıdım. Bu kadınların bir kısmının rahat bir gönülle çalışabilmek için başını örttüğünü fark ediyordum. Mesela Esma sadece işe giderken başını örtüyordu. Aslında varlıklı bir ailenin kızıydı fakat benzeri ailelerin çoğu, kız evladını miras dışı tutarmış. Sarhoş kocası üçüncü kızları beş aylıkken trafik kazasında ölünce ailesi destek olmamış Esma’ya. Oğullarına evler arabalar alan babası kızının varoş bir mahallede, izbe bir evde kirada oturmasını umursamamış. Bebeğini bir bezle sırtına bağlayarak temizliğe gitmiş bir zaman. Muhammediye’yle Kazablanka arasında yer alan teneke evlerde büyük bir sefalet hakimdi, o evlerde yaşayan başı açık kadınlar da başörtülüler de benzeri bir çileyi çekiyorlardı. İçlerinde en şanslıları bir mağazada tezgâhtar, bir ofiste hademe olabilirdi.

Kötülüklerden korunsunlar diye okullardan uzak tutulan kız çocukları, TikTok gibi uygulamalar yoluyla kaçırdıkları bir modernliği hayat tarzı düzeyinde şipşak yakalamaya çalışıyorlar.

Eğitimli olmanın iş istikrarını garanti altına almadığı bir dönemden geçiyoruz ve muhtemelen bu böyle sürecek. Mülteciler, stajyerler, yaratıcı işçiler ya da freelance çalışan içerik üreticileri arasında, iş güvencesi olmayanların oranı artıyor. Şimdilerde -güvensiz ve belirsiz, riskli durumları ifade eden -precarious kelimesinden türetilmiş- “prekarya” ismiyle konuşulan bir sınıf, çalışma mekânı gibi saatleri de belirsiz işlerde ve güvenceden yoksun şartlar altında çalışma kavgası veriyor. Bu kapsama yalnızca kurye, ev işçisi, kasiyer, mevsimlik işçi değil; mimarlık ve medya alanında çalışan gruplar da dâhil.

Joel Kotkin.

Daha insani iş şartlarına geçiş için aşılması gereken bir merhale belki bu ama tersi de öngörülüyor. Şehir yazarı Joel Kotkin’e göre, korunaklı mekânlarında yaşayan yüksek kazançlı gruplara hizmet eden prekarya (veya yeni serfler) giderek kitlesel bir çoğalma gösterecek. Çoğu iş grupları için zemin kaygan, gerilimli. Kolayca göz ardı edilebileceğinin farkında olanlar hele, kaygılı bir şekilde sürdürüyor yaşantısını. Eğitimli olmaları iş bulmalarını veya bir işte sürekliliğe sahip olmalarını kolaylaştırmıyor; çalışsalar bile güvenceden yoksunlar. Gelirleri olsa da kayıt dışı çalışan bir ev işçisi kadar istikrardan uzak iş hayatları. Oysa beklentileri çok daha yüksek, bu da onları kırılgan kılıyor.

Kasiyerler, kadın veya erkek, kuryelerle birlikte bütün bu çalışma grupları içinde en kaygılı kesimi oluşturabilir; buna karantina döneminde şahitlik ettik. Tıpkı kuryeler gibi kasiyer kızlar da firmayla müşteri arasında sıkıştılar. Kasiyer kızın kuyruktaki müşteriyi muhatap almama şansı yoktur. Oradaki konumu hem şefinin hem müşterinin haksızca saldırılarını görmezden, duymazdan gelmeye bağlıdır. Kasiyerlikten ayrılmış bir kadının, “kasada duranı da satın almış gibi davranan” müşterilerle ilgili bir değinişini hatırlıyorum.

Franco Bifo Berardi.

Franco Bifo Berardi’nin altını çizdiği gibi; “Dayanışma ortadan kalktığından beri geriye sadece intikam kaldı: Yoksulların ezilenlerden aldıkları intikam (ırkçılık), ezilenlerin kadınlardan aldıkları intikam (maço şiddeti), herkesin herkesten aldığı intikam (vahşet).” (Kaos Nefes Şiir, s. 100)

Ezilen, ezici cümleleri için kendisine göre daha zayıf olduğunu tespit ettiği kişiye yöneliyor. Faslı tebliğci serf değilse de bir göçmen, yani prekarya sınıfına dahil edilebilir. Belki yurt özleminin yol açtığı bir konuşma kapısı aralama ihtiyacıyla, belki yerleşik kültüre hâkim erkeklik onuru kabullerinin öğrettiği bir himayeci yaklaşımla kasadaki kıza saygı duyduğu, yakınlık hissettiği kıyafeti yakıştırdı ama üslubu da yaklaşımıda yanlıştı. Bu yanlışlıklara kolayca meydan veren de zaman ve mekân farkını ayırt etmeye izin vermeyen bir kendi kendinden hoşnutsuzluk hâli muhtemelen. Bu nedenle de kasiyer kızın bu çileli işe mecburiyeti karşısında saygı ve anlayış görmesi gerekirken, onu ağır bir sorgulamanın nesnesi yaptı.

Buna ilaveten olay, bu kişinin İslami açıdan bakıldığında gerçekten can alıcı sorunları ne kadar gördüğü sorusunu getiriyor önümüze. Kasadaki kızın duygu ve düşüncelerini, itibarını hiçe sayan yaklaşımı polis bir kadına yönelebilir miydi? Başı açıklıkla ilgili sarf edilen ve tebliğ amaçlı olduğu öne sürülen uyarı başı açık bir müdüre de, bir doktora da kolay kolay yapılamaz.

Faslı adam -başta değinmiştim- aşinası olmadığımız biri değil, memleketlerimizde kimisi kadınlara niye başörtüsü örtmediğini sorar, kimisi niye örttüğünü.

  • Medenilik çekişmeli bir dille kadınların başörtüsü üzerinden tartışılır; başka türlünün tasavvuru an gelir safdillikle bir tutulur.

Başörtüsü yasaklarını, ikna odalarını, üniversite kapılarında bekleşen başörtülü kızları hatırlatmaya gerek yok. Biz neden bu kılık kıyafet meselesini kanuna hiç gerek duymadan çözebilecek bir toplum olamıyoruz? Başörtüsü her dönemde başka bir şekilde bir gerilim sebebi kılınırken, örtenler kadar örtmeyenleri de çeşitli baskılarla sıkıştıran bir araçsallığa indirgenmiş oluyor. Kadınların kendilerini güven içinde hissedebilecekleri bir kamusal alan, kamusal muaşeretin tesisindeki umursamazlıkla iç içe geçen bir yoksunluk. Yasak mağduru kızların büyük kısmı eğitimini sürdüremediği için -ardiyelerde sömürülmekten de yorulduklarından- rastgele evlilikler yaptı. Yasağa bağlı olarak oluşturulan bir medya terörü, sokaktaki insanın gözünde bu kızları rastgele müdahale edilebilecek meşkuk kişiliklere dönüştürmüştü

Kasadaki kız, sessizliğine alışılmış biri; en küçük bir şikâyette göz ardı edilmemesi için bir sebep yok, kasa kapıya yakındır.

Bir uyarı veya bildiri, karşı tarafa yönelik saygı diliyle dinlemeye değer gelir. Sahici bir iletişimin ilk şartı, bir insana gerçek bir insan kavrayışıyla, tanımak suretiyle yönelmeyi gerektirir. Mahremiyet mesafesi başkalarını koruma duyarlığında da gösterir kendini. Bu hassas ölçüler vasilik hevesiyle terk edildiğinde, yerini tesettür devriyesi zihniyeti kuşatıyor.

İslam Dünyası gerçekten kendi değerleri temelinde bir muaşeret dili eksikliği çekiyor.

Ziyaüddün Serdar, Cenneti Arayan Adam.

Akla Ziyaüddün Serdar’ın Cenneti Arayan Adam’da anlattığı tebliğciler geliyor. Evlerinin kapısını çalan bu kişileri, “Hallerinden gayet memnun görünen bu adamlar, amaçsız seyyahlar veya çaresiz evsizler de değildir. Uyandıkları zaman bunlar, huzursuz, uyumayı gereksiz bulan birer davetçiye dönüşür”(s. 8-9) diye tasvir ediyor Serdar. Onlar hiç değilse işbaşındaki bir serfi köşeye sıkıştırmıyor, bir aşina vasıtasıyla emin oldukları kişiyi güler yüzle bir konferansa çağırıyorlardı

O kızı zihninde büyüyen sorularla sorgulamaya tabi tutan ilk kişi değil Faslı adam, son kişi de olmayacak. Kasadaki kız, sessizliğine alışılmış biri; en küçük bir şikâyette göz ardı edilmemesi için bir sebep yok, kasa kapıya yakındır.