İstanbul’da kiracı olmak
Memleketimizde neredeyse 60 yıllık, bahçeli bir evimiz var. Ev eski ama yine de konforlu. Apartman gürültüsü yok, dilediğimiz zaman dilediğimiz gibi davranma özgürlüğüne sahibiz. Üstelik en alt katta oturan kiracımız da yılın belli dönemlerini köyünde geçirdiği için çıkardığımız olası gürültülerden pek de etkilenmiyor. Kiracı dediğime bakmayın. Birkaç yıl önce kadıncağız eşini kaybedince, bu durumu yıllar önce tecrübe etmiş olan annem -bence- başarılı bir empatiden sonra onlara bundan sonra sizden kira almayacağım dedi. O gün bugündür kira almıyor. Bunu bir yüce gönüllülük örneği vermek için anlatmıyorum. Kaldı ki gerçekten öncesi de çok cüzi bir tutardı. Ev oldukça eski olduğu için fazlasını da etmezdi zaten. Her neyse… Demem o ki ev sahibi-kiracı denkleminin hep “ev sahibi” tarafında bulundum. Hiç kira derdim olmadı. Ta ki evlenip farklı bir evrene yatay geçiş yapana kadar. Evlenmek… Yazması çok kolay.
Neyse ki tokgözlü bir ev sahibine denk geldik. O zamanlar İstanbul dışında olduğum için ev bulma süreçleriyle eşim ilgilenmek zorunda kaldı. Zaten hayattan çok büyük beklentileri olan biri değilim. En büyük ve belki de tek kriterim evin raylı ulaşıma yakın olmasıydı. Öyle de oldu. (Evet, yürüyerek 12 dakikada Marmaray’a ulaşabiliyorum!) O döneme göre nispeten düşük bir bedele evimizi kiraladık. Çok da uçuk bir fark yoktu ortada ama yine de dediğim gibi, muadillerine göre, şu sıralar sıkça kullanılan tabirle “bir tık” düşüktü. Üstelik iki odalı bir ev ararken, odaları küçük olmasına rağmen üç odalı bir ev bulmuştuk. Üçüncü odayı ne yapacağımıza dair elle tutulur bir fikrimiz bile yoktu hatta. Neyse ki çok geçmeden odanın gerçek sahibi teşrif etti de bu bilinmezliği ortadan kaldırdı.
Hiç mi olumsuz özelliği yok canım? Balkonsuzluk, fazla ışık almıyor olması, küçük bir mutfak tezgâhı… (Son cümleyi yazdıktan sonra, görgüsüz komşularımızın günün hangi saati olduğunu umursamadan çıkardıkları gürültüleri buraya yazmalı mıyım diye durup düşündüm biraz ama yok, yazmayacağım, vazgeçtim.) Bütün bunlar, ilk kiracılık tecrübemde bana sonrakiler için bir rehber de olmadı değil. Günün birinde ev alacak olsam… Bu artık ihtimal dâhilinde olmadığı için bundan hiç bahsetmeyeyim en iyisi. Memur maaşıyla ev almaya girişmek gibi bir Türkiye gerçekliği challange’ına hazır değilim. Cümleyi şöyle düzelteyim: Günün birinde başka bir eve kiracı olarak geçecek olsam, neleri değiştirmem gerektiğini biliyorum şimdi. Ama gelin görün ki hayalinizdeki eve (soyadınız Koç, Sabancı, Ağaoğlu falan değilse) ulaşmak bir hayli zor. Hiçbir zaman bütün istediklerimiz bir arada karşımıza çıkmayacak. O zaman eskilerin dediği gibi ehvenişeri seçmek gerek. Zaten hayatın pek çok farklı alanında bunu yapmıyor muyuz?
Hayaller ve hayaller
Bundan birkaç ay önce, çok yakın dostlarımdan biri, ev sahibinin evini satacağını ve kendisine de evden çıkmasını istediğini söyledi. Şaşırdım. Çünkü hasbelkader iyi bir muhitte, görece ılımlı bir ev sahibine denk gelmişti o da tıpkı benim gibi. Eve ise milyarı bulacak bir paha biçilmişti. (Benim gibi hâlâ 6-0 atılmadan öncesi üzerinden de hesap yapanlar için, fiyatın “trilyon” cinsinden olduğunu belirteyim bir de.) Eve istenen fiyata mı şaşırayım, dostumun evsiz kalmasına mı bilemedim. Epeyce can sıkıcı bu durumu bertaraf etmek önceki dönemlere göre kolay da değildi. Hem ortada kiralık ev yoktu eskisi gibi hem de olanlar bizim gibi orta sınıf (hatta artık alt-orta sınıf diyebilirim rahatlıkla) ailelerin altından kalkamayacağı fiyatlarla kiraya veriliyordu. Ortada kiralık ev olmaması ise oldukça anlaşılır. Çünkü insanlar evlerinden çıkmıyorlar Neden çıksınlar ki? X lira verdiği evinden çıktığı anda olası yeni evinin kirası iyimser bir tahminle 3X liraya yakın olacak. Bu yüzden evinden memnun olmayanlar bile bundan sonra bardağın dolu tarafını görmeye başladılar. Biz de evimizin aslında o kadar ışıksız olmadığına, mutfak tezgâhının işlevsel kullanılırsa gayet büyük olduğuna, balkonun pek de önemli bir ihtiyaç olmadığına kendimizi ikna ettik mesela kısa süre içinde. Bir de Home Sweet Home yazılı bir paspas alıp kapının önüne attık mı, mührü vurduk demektir.
Bahsettiğim dostum uzun süre ev aradı, en sonunda oturduğu eve çok yakın bir başka ev buldu ama neredeyse yukarıda da yazdığım gibi önceki kirasının 2,5 katı bir fiyata. Üstelik çok değil, bundan birkaç ay önce o fiyata çok daha oturaklı, eli yüzü düzgün evlerde oturulabiliyordu. İstanbul’un Üsküdar, Kadıköy, Fatih, Beşiktaş, Bakırköy gibi eski yerleşik semtlerinde yaşı genç ev bulmak ayrıca zor. Yaşayanlar bilir. 30+ yaşında evler bile biraz makyajla, hele bir de ulaşım ağlarına biraz yakınsa, oturulması zor evler hâline geldi. Arkadaşımın oturduğu ev bol sıfırlı bir fiyata alıcısını buldu bu arada. Şu sıralar memnun hissettirecek tek şey sanırım başını sokacak yeni bir ev bulabilmiş olması. Peki ya sonra?
Dostum bütün bunları yaşarken ben ona kendi ev sahibimden fahiş bir zam beklemediğimi, adamın paragöz birisi olmadığını anlatmaya devam ediyordum. O da sık sık “maşallah” diyerek olası nazarları bertaraf etmenin yoluna bakıyordu. Ama henüz zam artırma dönemime aylar varken, bayram ve seyran değilken üstelik, ev sahibim aradı. Ufak bir pazar araştırması yaptığını ve evinin ederinin şu kadar miktar olduğunu bana söyledi. (Mevcut kiramın üç katından daha yüksek bir tutardan bahsediyordu.) “Önceden haber vereyim de…” diyerek sürdürdüğü cümlelerine “ha istersen otur yine, istemezsen çıkabilirsin” şeklinde son verdi. Benden istediği yeni kira bedeli ise şimdi ödediğim kiranın neredeyse 2,5 katı. Açıkçası konuşma beni epeyce gerdi ve birkaç gün bunu kendime dert edindim. Çevremdeki en yakın tanıdık avukatı arayarak etraflıca bilgi aldım. Detaylarla hikâyeyi boğmayayım ama benim açımdan ortada bir sorun olmayacağını bana söyledi. Hukuki olarak en azından. (Hukuk, evet.) Her neyse… Zam dönemim hâlâ gelmiş değil, geldiğinde bir kamuoyu aydınlatması yapmayı düşünüyorum.
Başkasının yüzüne bakabilmek
Şimdi bu ironik dili bir kenara bırakıp iş neden buralara vardı, biraz onu düşünelim. Malum, memleketin hâli ortada. Az sayıda iyimser insan, bu durumun yakında düzeleceğini düşünse de maalesef büyük bir kalabalık çok farklı fikirde. Patates fiyatlarından ev kiralarına… Ekonomik olarak zor bir dönemden geçiyoruz. (Ama merak etmeyin, bu dönemi hiç zorlanmadan sürdürenler de var.) Mevcut ekonomik durumun bu seviyelere gelmesindeki büyük etkenlerden biri küresel salgın muhakkak. Evet, ülke olarak maalesef zor bir dönemdeyiz ama bizim kadar olmasa da farklı coğrafyalar da benzer süreçlerden geçiyor veya geçti. Konuyu dağıtmamak adına “kiracı” kimliğimi yeniden bürünüyorum. Ne yapılmalıydı?
Bir uzman görüşü değil bu söylediklerim ama her şeyden önce kiracıların, alt gelir grubunun, asgari ücretlinin vs. devlete güvenmesi gerek. Devlet gereken güven ortamını sağlamazsa şifayı bulmak çok zor olacak. Haziran ayı içerisinde kira artış oranlarını maksimum %25’e çeken yasa her ne kadar görünürde bir kolaylık sağlıyor gibi dursa da, her işi kılıfına uydurma noktasında pek de sorun yaşamayan fırsatçılar var ortada. Üstelik işin bir de ev sahibi boyutu var. Farz edelim zamanında hasbelkader bir ev almış, emekli bir vatandaş, bunca pahalılığa rağmen kiradan benzer bir geliri elde edemeyecek. Emekli maaşını bir kenara koyalım, artı tek geliri o kira ise, ev sahibi de zor durumda kalacak demektir. Dolayısıyla kira artış oranlarını kiracının lehine olacak şekilde düzenlemek de çare değil gibi görünüyor ilk etapta. Sapla samanın karıştığı nokta da burası sanırım. Her ev sahibi aynı kefede değil. Kiminin birden çok dairesi var, topraktan zengin. Kimisinin ise İstanbul’un ücra bir köşesinde bir dairesi var. Şöyle böyle hayatını ancak yoluna koyabiliyor. Dolayısıyla devletin bu noktayı düzgün denetleyebilmesi, ciddi bir ayıklamaya gitmesi gerekiyor. Aksi hâlde problemin çözümünün %25 oranı olduğuna inanmak fazla bir iyimserlik gibi görünüyor. En azından benim gözlemim bu yönde.
Öte yandan artık bırakalım merkezî yerleşim yerlerini, İstanbul’un uzak uçlarında bile ciddi bir kira sorunu var. (Ben İstanbul özelinde yazıyorum ama diğer şehirlerde de durumun çok farklı olmadığının farkındayım.) Tabir yerindeyse alt gelir grubu artık kira değil ciddi bir barınma sorunu ile karşı karşıya. Şayet manzara yakın bir gelecekte değişmezse İstanbul Anadolu’ya göç vermeye başlayabilir. Şu sıralarda bile o yönde bir hareketlilik olduğu görülüyor. Ev sahibi olmayanların İstanbul’da bu kira yükleri ile barınması zor değil imkânsız bir hâl alıyor.
İşin bir de insani boyutu var. Yedi yıldır evinde oturduğum ev sahibim, henüz üzerinden bir yıl bile geçmemiş bir zaman dilimde bana, benden ne kadar memnun olduğunu, kiranın sorun olmayacağını ve evde dilediğim kadar oturabileceğimi söylemişken neden şimdi evden çıkmamı talep edecek seviyeye geldi? Evet, evinden şimdikinden daha fazla bir gelir elde edebilir mutlaka. Buna hakkı da var gibi görünüyor ilk etapta ama bunu vurdulu kırdılı bir filme dönüştürmek kimseye bir fayda sağlar gibi de durmuyor. Daha iyimser bir tablo mümkün mü? İllaki. Ancak bunu tesis etmek de taraflara düşüyor. Ev piyasası oldukça manipülasyona açık şu sıralar. Bir de fırsatçılık devreye girince iş iyice içinden çıkılamaz bir hâle geliyor.
- Son zamanlarda yaşadığım bu durum, her şeyin ötesinde bir de ahlaki değerlerimizi yeniden düşündürttü bana. Hayata iyimser çerçeveden bakanlardan olmadım hiçbir zaman. Mevcut durumlara rasyonel ve anatilik bir gözlükle bakmanın toplumsal hayatın sürdürülebilirliği açısından işimize yarayacağını düşünüyorum. Öyle de yapıyorum. O yüzden kaybolan ahlaki değerlerimize ağıt yakacak değilim. İsterseniz bakkaldan bir kilo şeker alın, isterseniz size ait olmayan bir evde oturuyor olun. Arada doğrudan ya da dolaylı ticari bir ilişkinin olduğu her iletişim biçimi kaygan bir zeminde durur. Güçlü olduğunu sandığınız bütün yapı bir anda üstünüze çökebilir. Üstelik bu çöküntü, konumuz özelinde, sadece kiracıyı değil ev sahibini de etkileyecek boyutta olabilir. İş buraya vardığında, o çöküntüden kalan toz bulutu ortadan kalkıp da etraf yeniden gözle görünür bir aydınlığa büründüğünde, birbirimizin yüzüne nasıl bakacağız peki? Bence asıl düşünmemiz gereken, hatta belki de tek düşünmemiz gereken şey bu.