İsrail meselesi Türkiye'de hassas damardır

ALEYNA AYAN
Abone Ol

Türkiye’nin modernleşme sürecinde çeşitli uluslararası vakıflar, fonlar aracılığıyla topluma şekil vermenin bir ucundan tutuyordu. Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1975’e kadar Türkiye’de aktif rol alan Rockefeller Vakfı ise bu fonları sağlayan vakıflardan biriydi. Doç. Dr. Ali Erken ile Amerika ve Modern Türkiye’nin Oluşumu adlı çalışmasının izinden giderek Rockefeller Vakfı’nın misyonunu, dönemin toplumundaki karşılığını ve bugün tartışırken kutuplara ayrıldığımız bazı toplumsal meselelerde bu bursların ne kadar etkili olabileceğini konuştuk.

Amerika ve Modern Türkiye’nin Oluşumu adlı çalışmanızda büyük şirketlerin -özellikle Rockefeller Vakfı’nın- bilimsel çalışmalara, sanat ve edebiyat çevrelerine sağladığı fonlardan bahsediyorsunuz. Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze kadar bu fonların işlevinden bahsedebilir misiniz?

Amerika ve Modern Türkiye'nin Oluşumu.

Soğuk Savaş’ın olduğu yıllarda Amerika yeni kurulmuş bir devletti ve dünyadaki ülkeleri, toplumları yeni tanıyordu. Sovyetler Birliği yayılırken içeriğini çok da bilmediği İslamiyet varken kendini güvenceye almaya çalışıyordu. Ülkelere yaklaşabilmek için uygulanan yöntemlerden biri de fonlardı. Avrupa, Çin, Latin Amerika gibi Türkiye de fonların bir parçasıydı. Rockefeller Vakfı’nın her yere girebilmesi ve fonların büyüklüğü etkileyici. Özellikle mühendislik ve tıp alanında yaptığı yatırımlara karşı çıkan pek yok. Bu bina bozuk yapayım mı, diyor, izin alıyor ve yapıyor. Sosyal bilimcileri ve sanatçıları da fonluyorlar. Herkes kendi hesabını biliyor aslında, alan da pragmatist, veren de. Çıkarlar örtüşüyor. Çok kabaca Türkiye’de ve diğer ülkelerde olan bu.

Son zamanlarda Gazze’deki savaş tüm dünyanın gündemindeyken “seçkin” tabakamızın büyük çoğunluğunun sessizliği üzerine tartışmalar devam ediyor. Kastettiğimiz tabakaya mensup isimlerin ya da eğitim gördüğü kurumların bir kısmının da fonlandığını düşünecek olursak bugünkü tartışmalara bir yorum getirebilir miyiz?

'Rockefeller Vakfı’nın her yere girebilmesi ve fonların büyüklüğü etkileyici.'

Bu fonların misyonerlik boyutu modernleşmeyi kapsıyor, İsrail-Filistin meselesine dair bir yönlendirmeye ben rastlamadım. Bugün sanat dünyasında büyük bir duyarsızlık olduğu konusunda da çok emin değilim. Bence çoğunluğumuzda bir rahatsızlık hâli var. Bunu aleni bir şekilde duyurma konusunda eksiklikler olabilir, o ayrı bir şey.

  • Bence Türkiye’deki hayata bakış ayrı bir şey, İsrail- Filistin meselesine bakış ayrı bir şey. Bugün Türk solundaki 60’lardan gelen bir anti-Amerikancılığın hâlâ devam ettiğini söyleyebiliriz. Neticede ilk olarak Filistin’e giden sol eylemciler bu konuyu gündemde tutmuşlar. Onun getirdiği bir negatif İsrail algısı var; Türkiye’de pür liberal, pür Amerikancı tipoloji daha azınlık kalıyor.

Bülent Ecevit ve İsmet İnönü.

İsrail meselesi burada hassas damardır, bunu ayırt etmek lazım. Ayrıca Türkiye’de Amerikan vakıflarından burs almış olan isimler salt Amerikancı olmamışlar. Örneğin Bülent Ecevit. Robert Koleji mezunu, Rockefeller bursiyeri ama başbakan olduğu dönemde Amerikan dış politikasını en zorlayan siyasetçilerden biri, 1974’de Kıbrıs Harekâtı’nı yapıyorlar, Amerika’dan ambargo yiyoruz. Sol dediğimiz gruplarda veya modernleşmeci, batılılaşma taraftarı olan isimlerde dış politika mevzu bahis olunca ayrı bir gündem gelişiyor. Döneme baktığımızda 1964 Johnson Mektubu’nda İnönü, 1974 Kıbrıs Müdahalesi’nde Ecevit Amerika’ya karşı gelen politikacılar. İç politikada bir ayrışma olduğu aşikâr ama dış politikada Amerikancı bir tutum olduğunu söylemek yanlış olur. Rockefeller’ın böyle bir isteği olsa da burada yüzde yüz başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Ayrıca Rockefeller Vakfı dediğimiz kuruluşu tektip bir yapı olarak düşünmemek lazım. Kendi işlerinde güçlerinde, kimi daha liberal kimi daha cumhuriyetçi kimi daha konservatif farklı tipte insanlar var. Doğrudan belki net bir anti-komünizm var ama içeride Orta Doğu’ya veya Türkiye’ye dair düşünceleri farklı insanlar var. Buradan burs alıp Amerika’ya giden birinin orada kiminle karşılaştığı çok önemli. Türkiye’nin Batılı kesiminde Amerika’ya karşı bir sempati olduğu kadar bir mesafe de var.

Rockefeller bursu verilecek isimler neye göre seçiliyordu?

Halil İnalcık / Tarihçi

Çoğunlukla Türkiye’de kendine yakın olabilecek sekülerleşmiş eğitimli kesime yöneliyorlar. İstikbal vaat eden insanları seçiyorlar. Tek bir gündem, tek bir kaygıyla hareket etmiyorlar. Türkiye’nin zayıflığı Amerika’nın çok işine gelen bir şey değil. Sovyetler Birliği varken zayıf bir Türkiye demek hem güvenlik problemi demek hem de Amerikan aleyhtarı akımlara ve yönetimlere kapı aralanması demek. O dönem Türkiye’ye baktığınızda etrafındaki ülkelerin tamamına yakını Sovyetler Birliği kontrolünde. Bu esnada Türkiye’yi ekonomi, alt yapı veya eğitim bakımından çok zayıf bırakırsanız tehlike arz edebilir. Dolayısıyla Türkiye’de insanların Batı’yı daha iyi benimsemesi Rockefeller gibi vakıflar için önemli. Türkiye’yi kendine bağımlı hâle getirebilmek için de çeşitli alanları fonluyorlar. Bu fonları alan isimler arasında Rockefeller misyonunu taşıyan isimler elbette vardır ama taşımayanları da var. Örneğin Halil İnalcık ya da Kemal Karpat Amerika’ya gidince Amerikan mı oldular? Yaptıkları iş mi bozuldu? Aksine önleri açılmış. Burada kalsalardı ne olurdu, onu düşünüyorum. Deniz Baykal Rockefeller bursu alıp Amerika’ya gitmesi Deniz Baykal’a mı kazandırmış Amerika’ya mı kazandırmış? Keza ne Ecevit ne Demirel Mısır’daki Cemal Abdülnasır gibi olmamış diyebiliriz.

Rockefeller burslarıyla beraber andığımız Boğaziçi, ODTÜ bugün en nitelikli okullarımız arasında. Akademinin hâlâ kendi kavramlarını üretememesinin bahsettiğimiz süreçlerin bir ilgisi var mı?

Tabii ki var. Bir okul açıyorsunuz, bir ders okutuyorsunuz ve okulun misyonuna uygun bir dil kullanıyorsunuz. O okuldan mezun olan kişi Orta Doğu der, Filistin sorunu der tabii ki. Ama aynı zamanda herkes o okullara gitmek istiyor. Niye gidiyor bu insanlar? Çünkü sana bir kariyer sunuyor. Bu esnada kendine çekeceğini de çekiyor. 60’larda, 70’lerde dil eğitimi konusunda inanılmaz girişimleri, destekleri var. Bu açıdan, ülkenin gençlerine ne sunabildiğimiz konusunda biraz kendimizi eleştirmemiz gerekiyor.

Toynbee’ye göre “yaratıcı azınlıklar bir toplumda yerleşik normların ötesine geçebiliyor, atıl toplumsal güçlere meydan okuyabiliyor ve icatlar yapabiliyor.” Bu tarife göre bizim yaratıcı azınlığımız kim?

'Türkiye’de insanların Batı’yı daha iyi benimsemesi Rockefeller gibi vakıflar için önemli.'

Bunu ben de düşündüm. O günden bugüne toplum yapısı çok değişmiş, o zamanlar %90 okumuyor, %10 okuyor. Şimdi herkes okuyor. Şu an yaratıcı azınlık köyde yaşayanlar olabilir. Herkes bir şeyler yapıyor, okumanın bir esprisi kalmadı. O zamanın yaratıcı azınlığı paşanın torunu, Osmanlı’nın son dönem insanlarının çocukları… Rockefeller’dan önce Osmanlı modernleşmesi başlamıştı zaten ve “creative minority” vardı. Rockefeller sadece bu grubun destekleyicisi. Bu grup piyano çalıyor, Fransızca konuşuyor, yurtdışına gidip eğitimini oradan alıyor. Bugün gruplar, koşullar çok değişti ama maalesef bir çelişkimiz var. Mesela ben Oxford’a gitmişim, bir başkası MIT’ye gitmiş bunu bir başarı olarak sunup Amerika’yı eleştiriyoruz. Amerika kendince doğru olanı yaptığı için bu iş yürüdü. Yoksa insanlar niye gitsin? Bir şekilde sana o alanı açıyor.