İş icraata geldiğinde yok oluyorlar
Nurdan Albamya İnce ile senaryosunu yazıp-oynadığı Filistin Hakkında Konuşmalıyız! oyununu, konusu Filistin olan bir oyuna sponsor bulmak için yaşadığı zorlukları, bu oyundan sonra kendisine neden hiç reklam ve dizi teklifi gelmediğini, Gazze’de son yaşananları, sanat camiasının konuyla ilgili suskunluğunu ve kültürel iktidar sorununun neden çözülemediğini konuştuk. Samimi sohbetimize sizi de davet ediyoruz.
Kronolojik sıralamayı bir tarafa bırakıp sondan başlamak istiyorum. Sahnede dekor olarak kullandığınız anahtarların asıl sahibi Kudüslü Meryem Ebu Najma şu an hayatta mı? Sizin hikâyesini sahnelediğinizden haberdar mı?
Hayatta. Geçen hafta hapse atıldı bir hafta kaldı, sonra çıktı. Altı ay boyunca Mescid-i Aksa’nın çevresine girmesi yasaklandı ama kadının evinin penceresinden Burak Duvarı o kadar yakın mesafedeki elinizi uzatsanız dokunacaksınız gibi… Oyundan haberdar ama anahtarların bize gelip gelmediğini bilmiyorum. Kudüs’e gidip onu ziyaret edenler aracılığıyla bana video kayıtları gönderdi. Oyunu bilmeyen insanlara da telefondan oyunun afişini açıp gösteriyormuş ve İstanbul’da benim hayatımı anlatan bir oyun var, mutlaka gidin, diyormuş. Bazı insanlar da “Haberimiz yoktu bize Meryem Ebu Najma söyledi” dediler.
Anadolu Ajansı’nda Kudüslü Meryem Ebu Najma’nın yaşadıklarını anlatan haberi gördüğünüz ana gidelim. Eminim o güne kadar Filistin ve Filistinlilerle ilgili çok sayıda haber okudunuz, izlediniz. Meryem’in hikâyesi neden size bir tiyatro oyunu yazdırıp sahneletti? Diğer haberlerden farkı neydi?
Aslında ilham olacak o kadar çok insan vardı ki… Ben, hayatımda çok korkak olduğum bir dönemdeydim. Özellikle sanatsal bir üretim yapmak, kendimi ortaya atmak anlamında kısır bir dönemdeydim. Çok cesaretsizdim. Belki de Meryem Ebu Najma’nın bu kadar cesaretli, korkusuz oluşu beni kendime bir rol model seçmeye itti. Araştırırken bir cümlesi beni vurdu: “Sabah, akşam, gece yarısı fark etmeksizin kapımı çalıyorlar. Evime taş atıyorlar ama beni asla korkutamazlar.” Şimdi diyorum ki yani bir insan nasıl bu kadar korkusuz olabilir? Mesela “Bir gün evimden içeri girip beni öldürebilirler. Umurumda değil.” diyor. İnanılmaz cesaretli... Benim de herhâlde gerçekten bir rol modele ihtiyacım vardı ki Meryem Ebu Najma’yı aralarından çektim. Sonrasında bir sorgulamaya başladım, sürekli internetten araştırıyorum, Google’a Meryem Ebu Najma yazıyorum. Hakkında bir sürü bilgi edindim, her bilgide ayrı şaşırdım. Diyelim ki eline aylık belli bir meblağ para geçiyor bunun yüzde seksenini tasadduk ediyor, kalanıyla da sürekli evinde yemek yapıp insanları evine davet ediyor. O kadar gözü gönlü tok… Mesela kapısının önünden geçiyorsun, Kudüs’ü ziyarete gitmiş bir Türk’sün hemen tutuyor “Eve geleceksin ve bir şeyler yiyeceksin.” diyor. Bizim bir arkadaş grubumuz gitmiş onlara “Benim evimde şu anda düğün var ama düğüne gelin görüşelim.” diyor. Kadının böyle bir anaçlığı var. Zaten bu anaçlığını nasıl sembolize edebilirim sahnede derken de kuş ve çiçek metaforunu düşündüm. Çok fazla Meryem Ebu Najma var Filistin’de, ben tevafukken onu seçtim.
Bugünlerde hepimiz Gazze’de neler olduğunu merak ediyor, haberleri takip ediyor, İsrail ürünlerini ve destekçilerini boykot ediyor, Filistin hakkında konuşuyoruz. Herkesin kendi alanında bu konuyla ilgili bir şeyler yapıyor olması çok değerli. Siz herkesten çok daha önce harekete geçtiniz. Yıllardır Filistin hassasiyetine sahip olduğunu düşündüğümüz ülkemizde bu süreçte sizi şaşırtan ve zorlayan şeyler nelerdi?
Ben yapı itibarıyla da kurduğum tiyatro itibarıyla da zaten mazlumların hikâyesini anlatacağıma dair kendime bir şart koşmuştum. Ondan sonra kendimce yaptığım bir sıralamada ilk olarak Filistin meselesini anlatan bir oyun yapmalıyım diye düşündüm. Tek başınıza bir şey yapamazsınız, her şey maddiyata bakıyor. Bununla alakalı da herkesin bana destek olacağını, bizim Filistin ile alakalı sanat eseri üretmede çok geç kaldığımızı, bu konuda bana hak vereceklerini ve birlikte bir şeyler ortaya koyacağımızı düşündüm. Ben bu aşkla, coşkuyla, şevkle oyunu yazdım. Oyunu yazdıktan sonra da birkaç yere sponsorluk başvurusunda bulundum. Tabii hiç geri dönüş olmadı. Ben de dedim ki herhâlde mail üzerinden başvuruda bulunduğum için, yüz yüze görüşülmesi gerekiyor. İçimden de yüz yüze bu projeyi anlattığımda onu anlattığım odada kalkıp bana sarılacaklar, ne güzel düşünmüşsün diyecekler, diye düşünüyordum. Bunun enaniyetle alakası yok, birisi çıktı ve Filistin’le alakalı bir sanat eseri üretti diyecekler diye sevinirken çok ilginçtir hiç kimse ilgilenmedi. Çok güzel düşünmüşsünüz, yapın ama biz buna para veremeyiz, dediler. Niye? Çünkü tepki alabiliriz. Destek vermek isteyenler de bizim adımız geçmesin, diyor.
Neyin tepkisini alacaklar?
Şu an gitsem çok rahat bir şekilde yardım edebilirler ama ben inanılmaz derecede sessiz bir dönemde bu oyunu yapmaya karar verdim. Kapılar suratıma kapanıyor, sana destek vereceğimize sahnede bir oyun yapacağına bu parayı Filistin’e göndeririz ya da bir Kur’an kursuna bağışlarız, dediler. Sanat anlamında insanların güveni de yok çünkü daha önce bir sanat eseri çıkarılmamış bizim mahallemizde. Çıkarılmadığından dolayı da inanmıyorlar. Benim kadın olmam da zaten ekstra olarak onlara bir güvensizlik veriyor. E yani hani erkek olsa yapma ihtimali bir derece daha yüksek. Ben projenin gerçekleşeceğine o kadar inandığımdan yönetmen de buldum, sözleşme imzaladım. Asistanlar buldum, onlara sözler verdim. 1 Ağustos’ta provalar başlayacak, 25 Temmuz’da hâlâ sponsor bulamamıştım. Bazen günde 3 yerle görüşüyordum. 70-80 yerden sadece bir tanesinden karşılık geldi. İnsan ve Medeniyet Hareketi “Size destek olalım, dekorunuzu alın.” dedi. Bizi inanılmaz rahatlattı. Düşünebiliyor musunuz, 80 yere başvuruyorsunuz sadece birinden karşılık geliyor. O da zar zor… Onun dışında, hepinizin çok bildiği, hepinizin canla başla her ramazanda kurbanda destek verdiği STK’lar asla destek vermedi. Filistin ile alakalı destek olmaya sözde çok hazır insanlar, iş icraata geldiğinde yok oluyorlar.
Aslında böyle projelere kolay fon bulunduğu gün artık kültürel iktidar meselesini de çözdük diyebileceğiz. Meseleye biraz da böyle bakabilseler keşke…
Vallahi şu anda bu işle kafayı kırmazsanız, para kazanmak benim hiç umurumda değil, ben her koşulda yapacağım demiyorsanız asla yapamazsınız. Maalesef bizim mahallede bu işlere sanki bizim hobimizmiş gibi bakılıyor. Hayır, bu benim mesleğim. Ben bundan para kazanıyorum. Hayatımı bu şekilde idame ettirmem gerekiyor. İnsanlara sürekli bunları söylemekten yoruldum: Bakın ben konservatuar tiyatro bölümü mezunuyum. Şu an tiyatro bölümünde yüksek lisans yapıyorum ve doktora da yapmak istiyorum. Akademisyenlik yapmayı düşünüyorum. Benim elimden başka hiçbir şey gelmez.
Kurumları geçtim insanlar bile “Bu oyuna niye bilet alıyoruz, niye ücretsiz değil!” diyorlar. Tabii ki ücretsiz oyunlarımız da var ama ücretli oyunlar da yapıyoruz çok normal bir şekilde. Hâlâ buna şaşırıyorlar.
25 Ekim 2022’de gala yaptınız ve o günden beri aralıksız sahne alıyorsunuz. Oyunun hem uzun bir tek perde olması hem de hikâyenin ağırlığıyla nasıl başa çıkıyorsunuz?
Gerçekten çok zorlanıyorum. Beni ayakta tutan tek şey, en azından belki bir kişi oyunumu izledikten sonra Filistin ile alakalı aksiyon almaya kalkar da yaptıklarımız belki ahirette elimizi tutar. Hep bunun motivasyonuyla yapıyorum ama çok zorlanıyorum. Geçen sene oynarken sahne üzerinde hissettiğim iç dinamiğimle bu seneki çok farklı. Bu sene her oynadığım sahnenin gerçek olduğunu bizzat gözlerimle farklı farklı videolardan izleyerek gördüm. Yani her sahnede aklıma sosyal medyada gördüğüm videolar geliyor. Mescid-i Aksa’yı görmek için pencereyi açtığım sahnede bir şey görüyorum, kuşla konuşurken başka bir şey, çocuğumu anlattığım sahnede başka... Artık akıl sağlığımı da korumakta çok zorlanıyorum. Aynı zamanda ağlamadan oyunu tamamlamakta da çok zorlanıyorum. Bazen, bırakayım kendimi, oyunu da bırakayım, sahnede böyle hüngür hüngür oturayım ağlayayım istiyorum. Duygu geçişleri, kendimi toparlamaya çalışmalarım beni aşırı zorlamaya başladı. Bu anlamda ya sosyal medyadan elimi eteğimi kesip hiçbir şekilde bir şeye maruz kalmayacağım, tamamen oyuna odaklanacağım ya da bunu bir şekilde çözmeye çalışacağım.
Oyunda Rachel Corrie’ye onurlu bir selam, Âlem-i İslam’a da haklı bir sitem var. Bunlar o kadar doğal bir akışla veriliyor ki seyirciyi rahatsız etmiyor. Aynı oyunu Gazze’de son yaşanan ve hâlen devam eden soykırımlardan sonra yazsaydınız, kimlere selam gönderir kimlere sitem ederdiniz?
O kadar çok ki… En son kedileri besleyen
Gazeteci Mustafa Al-Sawaf şehit oldu. Ben de oyunda kedi metaforunu kullanıyorum, kendim de kedi sahibiyim. Onun öldüğü gün o kadar kötü bir gündü ki benim için… Sürekli onun kedileri beslediği videolarını takip ediyordum. O gün nasıl oyuna çıkacağım, ne yapacağım, sürekli oradaki arkadaşlara soruyorum, gerçekten öldü mü diye… Daha ben dün paylaştım videosunu... Ona kesinlikle bir selam gönderirdim.
Bir de Reem’e… O da beni çok etkiledi. Mutlaka onun adını bir yerde kullanırdım. Öldüğümde cennete gidersem, gerçekten ilk soracağım kişilerden biri Reem olacak. O kadar çok üzüldüm ki ona ve dedesi Halit’e. Onlara da selam göndermek isterdim. Şu an aklıma bunlar geliyor. Ben 1948’ten bu yana 2022’ye kadar taramıştım, orda kimleri rol model alabilirim, kimleri koyabilirim oyunun içine diye. Onlar bir yana, 7 Ekim’den sonra selam göndereceğimiz insanlar bir yana. O kadar çok kişi var ki hangi birini söyleyeyim.
Ama sitemlerimiz de çoğaldı. Siz oyun biterken zaten uykuda olan İslam âlemine güzel bir gönderme yapıyorsunuz. Hem kendi ülkemizden hem de dünyadan sessiz kalan sanat camiası için neler söylersiniz?
Biz kendi ülkemizde daha bazı sorunları çözemedik. Filistin meselesi de siyasal İslam ile bağdaşlaştırılıyor. Tiyatrocu arkadaş çevremde Filistin dediğim zaman 7 Ekim’e hep İslami boyutu ile ele alıyorlardı. Şimdi daha yeni yeni kısık sesle olsa “Orada çocuklar ölüyor.” diyebiliyorlar. Ama hâlâ Ukrayna’daki savaşta ses çıkardıkları kadar sesleri çıkmadı. Bir insan nasıl çocukların ölümüne sessiz kalabilir? Taş olsa çatlar. Çok net biliyorum Ukrayna savaşında “Orada çocuklar ölürken burada hayatıma nasıl devam edebilirim?” diyen arkadaşlarım çok fazlaydı. Eminim bugün de çok üzülüyorlardır sadece bunu yansıtamıyorlar. “Eğer ben bunu desteklersem İslamcı Müslüman gibi görünürüm.” Bu korkuyla kesinlikle paylaşamıyorlar.
Peki, bunların gerçekten sahnenin dışında bırakılacaklarına katılıyor musunuz?
Tabii, öyle bir şey var zaten. Şöyle söyleyeyim bir diziye girebilmenizin yolları var. Bir tanesi yapım ajansı. Sizi deli gibi stalklıyor. Nerede ne paylaşmış, nerede ne yapmış, her şeyinizi biliyor. Yapım ajansı sizin Filistin ile alakalı bir hassasiyetiniz, bir duruşunuz, bir İslami kimliğinizin olduğunu gördüğü an eğer bu yapım ajansının duruşuna aykırı iseniz bir kere kesinlikle sizi banlıyor. Bununla beraber hasbelkader bir şekilde girdiniz diyelim, bu sefer sponsorlar meselesi var. Dizinize bir boykotlu ürün sponsor olabilir. Siz de Filistin’le alakalı konuşursanız ya o diziden çıkarılırsınız ya da uyarı alırsınız. Ondan dolayı da insanlar niye bununla uğraşsınlar. Bakıyor, diyor ki ben yarın öbür gün şu markayı da sponsor alabilirim. Şu anki sponsorum değişebilir. E, bu adam da Filistin’i desteklemiş. Baksana sosyal medyasında neler paylaşmış. Hiç başımı belaya sokmayayım, daha garanti, hiçbir şey söylememiş, çok ortalama bir insanla çalışırım… Bir ajansa da bağlı değilim ama Filistin Hakkında Konuşmalıyız’ı yapana kadar bana tanıdıklar aracılığıyla kısa filmler, sinema filmleri, reklam teklifleri geliyordu. Bu tiyatroyu yaptığım andan itibaren jilet gibi kesildi. Ama umurumda mı? Tabii ki değil, gülüp geçiyorum. Çünkü bu dünyanın geçici olduğuna iman ediyoruz. Kendi hayatımı bir şekilde idame ettirmeye çalışıyorum. Evet, gönül ister ki şöyle güzel bir sinema filminde oynasaydım, şöyle güzel bir iş gelseydi. Ama yoksa da yok.
Son zamanlarda sanat camiasında konuşanların sayısı arttı. Geç de olsa verdikleri destek çok değerli… Siz nasıl yorumluyorsunuz?
Çok değerli ama bana kesinlikle yetmiyor. Kalbimiz Gazze’de, öldürülen çocuklar var, kalbimiz haklarına ulaşamayan insanlar için atıyor cümlesi yetmiyor. Hayır, bu değil! Aksiyon alırlarsa, bununla alakalı bir şey yaparlarsa mesela bir video çekerler paylaşırlarsa… Onları eylemlerde, yürüyüşlerde görürsek… Ne bileyim boyunlarına Filistin kefiyesi atarlarsa belki o zaman inanırım. Bir cümleyle atlatılacak bir şey yaşamadık çünkü. Ama tabii yine de hiçbir şey söylemeyip susan, görmezden gelen insanlara göre çok daha değerli. İsmail Hacıoğlu’nun yaptığı, Ayçin Kantoğlu’nun yaptığı, Deniz Uğur’un yaptığı… Ben Deniz Uğur’a çok şaşırdım. Çok ciddi manada dizilerden elini eteğini çektirirler. Bu hanımefendi de bildiğim kadarıyla dizilerden geçimini sağlıyor. Ona rağmen Kur’an’ı referans gösterip videolar çekti, çok fazla insan bilinçlenesin diye hem Türkçesini hem İngilizcesini yayınladı. Ben insanımızın seküler camiadaki insanların bir şey yapmasını istiyor olmasına da şaşırıyorum. Ufacık bir ses geldiğinde bile onları neredeyse başlarının üstüne koyacaklar. Ama bakın bu tarafta Filistin meselesi ile yatıp kalkan insanlar var. Onlara da hak ettikleri değerin verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sizce neden bu sanat olayını çözemiyoruz? Sizin diğer oyununuz Bin Yıl da 28 Şubat ile ilgili. Neden çok daha fazla üretilmiyor?
Birkaç yıl önce yapılmış bir tane oyun varmış. Şu an hâlâ oynayıp oynamadığını bilmiyorum. Trajik bir oyunmuş. Bizimki de kara komedi, türünün ilk örneği. Onun dışında başka 28 Şubat’la alakalı sahne sanatlarına yönelik bir şey yapılmamış. Hak ettiği değeri alması gereken çok önemli bir konu, unutulmaması gerekiyor. Bununla alakalı bence süreç de yanlış yönetildi. 28 Şubat’ın içi boşaltıldı. 28 Şubat utanılacak değil gurur duyulacak bir dönemdi. Jargona bakın 28 Şubat mağduru! 28 Şubat kahramanı denir ona! Hem entelektüel camia hem sanat camiası hem hükümetin süreci yönetememesinden dolayı 28 Şubat sanki bir kara lekeymiş gibi ve bu kara lekeyi de sanki onu yaşayanlar yapmış gibi bir durum oluştu. Şu an o dönemi yaşayan insanlar unutmak istiyor ve hatırlamak istemiyorlar. Öyle bir durum söz konusu olamaz. Ben liseliler ile söyleşiye gittiğimde bana “28 Şubat’a inanmıyoruz, çok abartılıyor.” diyorlar. İnanamıyorum…
Sanat camiasından biri olarak daha yüksek sesle daha dikkat çekici işler yapmak için nasıl yol alınması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Köşe başlarını çok sağlam tutan insanlar var. Bizde de aslında bu insanların hegemonyasını kıracak insanlar var ama bununla alakalı aksiyon alma gibi cesaretleri yok. Bulaşmayayım, başım ağrımasın zihniyetinden dolayı hep yerimizde sayıyoruz. Aslında el ele verilse çözülecek. Ben sorunun tamamen bundan kaynaklandığını düşünüyorum. Herkes bireysel bir şey yapmaya çalışıyor. Bir elin nesi var iki elin sesi var. Gelin biz de el ele verelim. Yüksek çıkarım sesimizi ve bunların hegemonyasını kırmaya çalışalım.
Benim çok fazla muhafazakâr arkadaşım var ama muhafazakâr olduklarını sanat camiasında saklıyorlar. Siz de saklamazsanız ve herkes taşın altına elini koyarsa… Tabii iş alamayacağını düşünüyor. Ben kendimi açık edersem aç kalırım, hiçbir iş yapamam diyor. Ama sen kendini açık edersen, o kendini açık ederse, biz birleşirsek güçleniriz. Biz güçlendiğimizde bu sefer karşı taraf şöyle diyecek: “Bunlar var ve kalabalıklar. Hangi birinin önünü keselim, mecburen çalışacağız.” Bizim cesur davranmamız ve mahallenin varlıklı insanlarının da bizi fonlaması gerekiyor.
Çocuklar için de bir Filistin oyunu çalışıyorsunuz? Nasıl gidiyor hazırlıklar?
Büyük ihtimalle ocak ayının başında gişe açacağız. Bununla alakalı üzüldüğüm bir nokta var. Artık İstanbul’daki belediyelerde oynanan çocuk oyunları kötü ve kötü olduğundan dolayı da o kadar düşük meblağlara satılıyor ve pazarlanıyor ki! Bu yüzden bütün çocuk oyunlarının da böyle olduğu düşünülüyor. Aslında biz güzel bir prodüksiyon yaptık ve hak ettiği değeri görmesi için mecburen gişe açmak zorundayız. Belediyelerin bize teklif ettiği rakam, benim sadece oyunculara verdiğim yevmiye. Çok komik rakamlar. Bakın Roma İmparatorluğu’nun kuruluşundan bu yana tiyatro insanları etkileme amacı olarak kullanılmış. Biz niye kullanmıyoruz?
İsrail’in savaş sanayisinden sonra en çok para harcadığı şey çocuk tiyatrosu. Öyle bir video hazırlıyorum bu günlerde. 5-6 yaşlarından itibaren çocukları şekillendirmek için çocuk tiyatrosuna öyle bir destek veriyorlarmış ki! Bizde belediyelerin verdiği bütçe: 5000 TL. Dört oyunculu bir oyuna yeter mi, siz hesaplayın!
Aslında dönüp dolaşıp aynı şeyi konuşuyoruz. Kesenin ağzını açmamak.
Bu arada şurada bir parantez açmak istiyorum. Belki hâlâ amatör kalan tiyatrolarda da şöyle bir sıkıntı vardır. Belediye ya da kurum zaten bana bu kadar bütçe veriyor, dekora para harcamayayım. Profesyonel oyuncular da şu kadar yevmiye istiyor, profesyonel oyuncu ile de çalışmayayım. Şuraya zamanı olan bir adamı getireyim, ağzı iki laf yapsın, ona normal yevmiyenin dörtte birini versem de kabul eder zaten. Görüyor musunuz, çarklar nasıl da hep birbirini etkiliyor. O yüzden de üretim yok, sıfır.
Peki, çocuk oyunu kaç yaş aralığında izlenebiliyor?
6-10 yaş arası. Daha küçükler oyundaki metaforları anlamayabilirler. Ben bir yapımcıyım. Bir yapımcı olarak 4-12 yaş arası bunu çok rahat izler, diyebilirim. Ama yok, yalan bu. Bununla alakalı da çok sıkıntı yaşıyoruz. 4 yaşla 12 yaşın dili bir olur mu ya! 4 yaş için enerjinin çok yüksek olması ve ona göstereceğin oyunculukla müziğin çok farklı olması gerekir. 12 yaş ise daha farklı. 4 yaşa izlettiğine 12 yaş sıkılır. 12 yaşa izlettiğini 4 yaş anlamaz. Ama bizim ülkemizde 4-12 yaş arası herkesin çocuk oyunu izleyebileceği zannediliyor. Benim oyunum sadece ilkokul 1.-2.-3.-4. sınıflar için…
Peki, Filistin oyunlarının devamı gelir mi? Var mı böyle bir enerji sizde? Belki Gazze üzerine bir şey?
Şartlar değişirse çok isteriz. Bir gün çok farklı ortamlarda buluşursak. Bir gün artık para bulmak için göbeğimiz çatlamazsa… Acaba salon bulup da prova yapabilecek miyiz, diye sürekli uykularımız kaçmazsa… İşte o zaman bir değil beş tane Gazze ile alakalı oyun yaparız. Ama desteklenmek gerekiyor. Hadi mesela Filistin Hakkında Konuşmalıyız bir şekilde kendini duyurdu ve gündemin de etkisiyle oynanıyor. Ama mesela ben şu an Ankara’da Bin Yıl oyununu yapmak için bir aydır bekliyorum. Salon bulamıyorum ya da bulduğum salonlar oyunun içeriğini duyunca hiçbir şekilde telefonlarını açmıyorlar. Benim bu oyunla alakalı gişe açmam gerekiyor. Diyor ki ben bilet satmana izin veremem. Peki, biz acaba arabamıza nasıl benzin koyup geleceğiz Ankara’ya? Mecburuz orada gişe açmaya. Eğer ben bir gün salon bulabilirsem, çok açık konuşuyorum, seküler camiadaki tiyatrolara seküler camianın açtığı salonlar gibi güzel zeminler olursa, prodüksiyonlu oyun bile yaparım. Aklımda çok güzel prodüksiyonlu oyunlar var. Nerede oynayacağım peki bu prodüksiyonlu oyunları?
Çok açık konuştuğunuz için çok açık soracağım. Şöyle mi diyorsunuz: “Kültürel iktidarı bir türlü halledemedik diyenler, seküler camianın imkânlarını bize sunsalar çok daha profesyonel işler çıkarabiliriz.”
Kesinlikle. Eğer bir kere denerlerse neler yapabileceğimizi gözleriyle görürler. O kadar büyük prodüksiyonlu oyunlar yapıp gerçekten ciddi manada aksiyon alabiliriz. Ama imkân yok, şu yok, sanatçı yok diyen insanların artık o kafa yapısını değiştirmesi gerekiyor. O at gözlükleri ile bakmayacaklar. Gelsinler, oyunlarımızı izlesinler ve ondan sonra konuşalım. Aynı zamanda bizim seyircimizin de artık kendi oyuncusuna, kendi sanatçısına sahip çıkması gerekiyor. Sadece fonlayacak insanlar ya da elini taşın altına koyacak insanlarla bitmiyor bu iş. Boykot, sadece ürünlerle malzemelerle vesaireyle değil insanları da boykot etmeleri gerekiyor.
Baksınlar o sürekli izlemeyi sevdikleri dizilerdeki insanlar acaba Filistin’le alakalı ne söylediler? Acaba bu camiada sanatın gelişmesi ile alakalı ne yaptılar? Bir şey yapmadılar mı, onları da boykot etsinler.