İnsan mı, akraba mı?
Akrabalarımızı kendimiz seçemiyoruz. Ama hem onlara karşı taşıdığımız sorumluluklar ve hem de onlardan beklentilerimiz üzerinden akrabalarla girdiğimiz özel ilişki sebebiyle bu gerçeği unutuyoruz. Yani, kan bağının tayin ettiği bir grup insanı hemen çevremizde hazır buluyoruz ve bu bağ onları bizim için diğer büyük insanlık ailesinden farklılaştırıyor ve özelleştiriyor.
Büyük insanlık ailesinin çekirdek aile ve akrabaya dönüşmesini engelleyen bir eşikten bahsedince, Sultan Fatih’e nispet edilen şu meşhur fıkra hatırlanabilir: Yanına gelip kendisinden yardım isteyen biri, bu yardımı isteyebilme cesaretini, hepimizin babasının Hz. Âdem olmasına bağlamıştı. Madem ki, demişti, babamız bir, bu durumda sen de bana yardım edebilirsin, hatta etmelisin. Fatih’in bu hince buluşa cevabı daha az zeki değildi: Tamam, yardım edeyim ama diğer kardeşlerine söyleme, hepsi başıma üşüşürse sana bu kadarı da düşmez.
Akrabalarımız böylece, büyük insanlık ailesi içinden bizim için ve bu kez kan bağı dolayımında seçilmiş bir başka ve daha küçük insanlık ailesini temsil ediyor.
Bunu vurgulamak biz Müslümanlar için neden önemli? Çünkü, Müslümanların ötekiyle ilişkisinde, takip etmesi gereken sınırlar ve ilkeler, kendileri için seçilmiş ya da kendilerine atanmış olan dar aile dairesinde temellenip, giderek geniş akraba dairesine, millet dairesine ve nihayet büyük insanlık dairesine doğru genişler. Bunların her birinin bizim seçimimizle bize bitişmediğini; onların hayatlarının kan, soy ve türdeşlik gibi bizden bağımsız bağlar üzerinden bizim hayatımızla kesiştiğini görürüz. Yani şairin dediği noktadayızdır: Başkalarının aşkıyla başlar hayatımız.
Böyle olduğu hâlde, seçmediğimiz aileye karşı görevlerimizi ve borçlarımızı hazır buluruz. Kimini korumak, kiminin geçimini üstlenmek, kiminin geleceğini düşünmek, yani bireyselliğimizi her defasında zorlayan ve bazı kereler tazyiğe tabi tutarak tahrip eden ödevlerimiz oluşur. Bir insanın önünde şu seçenek elbette vardır: Aileme karşı hiçbir sorumluluğum yok, bu benim hayatım ve ailemi ben seçmediğim gibi beni de onlar seçmedi. Dolayısıyla kendimi, bireyliğimi yaralayacak bir aile ağı içinde tahayyül etmek zorunda değilim. Elhak, postmodern dünyanın iklimine gömülü nihilist birey, aile ve akraba hatta millet ve dini cemaat bağlarından azade olmayı kestirmeden ve yüksünmeden seçmektedir. Aynı bireyin kendisini, başka bazı insanlara karşı sorumlu saymasının gerekçesi ise o insanları hayatına kendisinin aldığına inanmasıdır. Atanmış değil seçilmiş tanıdıklarla (buna seçilmiş akrabalar diyelim) yoluna devam etmeyi tercih eder (Bunların ne kadarını gerçekten kendisi, kendi özgür iradesiyle, çevre ve şartlardan bağımsız olarak seçmiştir, bu önemli soru bambaşka bir tartışmanın konusu).
Ama şu kadarını söylemeliyiz: Ailesine karşı bu ödevler paketini üstlenmeyi reddeden kimsenin bir sonraki adımda akrabalara karşı olan ödevler paketini, sonrasında milletine karşı olan ödevler paketini ve nihai olarak da insanlık ailesine karşı olan ödevler paketini üstlenmeyi reddetmesi, kabul etmesinden daha makuldür. Nitekim, yakınlarına karşı sorumluluklarını yerine getirmeyen bir kimsenin, uzaklarına karşı sorumluluklarını yerine getirme çabası sonuna kadar sorgulanmayı hak eder. Çünkü yakınların yakınlıkları, gerçeklerin biçimlendirdiği sert bir realist bağlam sunar. Hatalarıyla, zaaflarıyla, erdemleriyle ya da faziletleriyle kanlı canlı insanların, sürekli bizi gücenme- bağışlama, kabul etme-reddetme gibi zıt ikili duyguların gönyesinden geçirdiği bir bağlamdır bu.
Yakınlarımız bizi, bizim aslında ne olduğumuz gerçeğine, yani onların benzerleri olan ikili ve çarpışan niteliklerin ortasında bulunmaklığımızın aralığına gerer. Böylece kendimiz hakkında da gerçekçi olmayı ve hatta kendi sınırlarımıza dair bile gerçekçi bir kavrayışa ulaşmayı temin eder. Ama uzaktakiler öyle değildir: Onları şöyle ya da böyle bizim tahayyülümüzün ürünü hâline getirmemiz mümkündür. Onlar bize ayna olmazlar, bize bizi yansıtacak kadar yakın bir açıyla ve mesafeyle karşımızda durmazlar. Onlarda kendimizi izleyemez, onlarla kurduğumuz uzaklık ilişkisi sebebiyle, bu ilişkinin her an bitivereceğine dair kırılganlığın verdiği güvenli bir konumun içinde dururuz. Dilersek bu ilişki sürmeyebilir, dilersek onları görmezden gelebilir, dilersek onları artık düşünmeyebiliriz. İlişkideki bu gevşek örgü sebebiyle onlar bizim için ağırlaşmazlar, taşınma iması taşımazlar. Onları her an duygularımızın omuzlarından indirebiliriz. Bu sebeplerden dolayı onlarla kendimizi tartamayız.
O zaman soralım: Aile ve akrabalar bizim neyimiz olur? Onlar bizim, büyük insanlık ailesine bakışımızı biçimlendiren, hemen hazır bulduğumuz lenslerdir. İnsanlık denilen, somut gibi görünmesine rağmen aslında tamamen soyut olan, hatta neredeyse bir fikir kadar soyut olan o geniş ailenin hemen dibimizde bulduğumuz uçlarıdır. İnsanlık ailesi bir bedense, akrabalar bu bedene dokunduğumuz organlardır, deridir, derinin altındaki kemiktir. Bize bazen batması, bazen sarması, bizi bazen itmesi, bazen çekmesi bundandır. Bizi ömür boyu takip etmesi de bu sebepledir.
Müslümanlar için büyük insanlık ailesi, rahmete ve ilgiye layık bir ailedir. Allah’ın Rahman ismi bu büyük aileyi hatırlatır bize. Çünkü Rahman ismi, inansın inanmasın bütün insanların yaşamalarını temin eden merhamete layık olduğunu söyler. Allah’ın Rahman oluşu önümüzü aydınlatır ve biz de büyük insanlık ailesinin yaşamaya layık olduklarını kabul ederiz. Onlarla ilişkimiz bu merhametin eşliğinde şekillenir.
Ama bu aile, bahsettiğimiz gibi, uzaktaki, bir fikir kadar uzaktaki bir ailedir. Akrabalar işte bu fikrin eyleme dönüşmesini, rahmetin önce kendilerine yönelmesi gereğiyle sınayabilmemizi sağlar.
Bizim için atanmış, bizim seçmediğimiz insanlardan oluşan bu küme, bizim için aslında insanlık denilen hayali cemaatin bir tür konsantre hâlidir. İnsanlık aslında işte budur: Amcadır, kuzendir, haladır. İnsanlık, böylece bir ide olmaktan çıkarak önümüzde belirir. Bu insanla ne yapacağımız, bu insanı hangi muameleye layık göreceğimiz, insanlığı neye layık bulduğumuzla çakışır. Bir yandan biz de o insan için aynı türden bir sınav kağıdı oluruz.
Akrabaları kendimizin seçmiyor oluşu niçin irdelenmeli? Bu sualin anlamı nedir? Öncelikle bu sual ahlakidir. Akrabalarla kuracağımız ilişki, insan teki adlı belirsiz, müphem, bize bir roman kahramanının mesafesinde duran insanla kuracağımız ilişkinin keyfiyetinden bağımsız değildir. Akrabaların bizim için, hazır bir network olmasını esas alıyorsak mesela, diğer insanlarla da network temelli ilişkiler kuruyoruzdur. Akrabalara bizim kirli işlerimiz için ortaklar olarak bakıyorsak kirli işlere her zaman yatkın biriyizdir. Akrabalar bizim nasıl bir insan olduğumuza ve nasıl bir ahlaka sahip olduğumuza ayna tutar. Bu ilişki, insan teki ya da büyük insanlık ailesi fikirlerindeki idealizmi söküp alır ve yerine sert bir gerçekçilik bahşeder.
[Hadi bir de kısa okuma listesi verelim: Resulüm! Sana, Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: ‘Sevap kazanmak için harcayacağınız şeyleri öncelikle ananıza, babanıza, akrabanıza, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara verin.’ İyilik olarak her ne yaparsanız, Allah onu mutlaka bilir. (Bakara Sûresi: 215)
“Sizin en iyiniz, ailesine karşı iyi olanınızdır.” (Hadis-i Şerif)
“Harcamaya kendinden başla! Artanı çoluk-çocuğuna sarf et. Ailenden bir şey artarsa, bunu da yakınlarına harca. Bunlardan arta kalanı da sağındaki solundaki komşulara ver!” (Hadis-i Şerif)]