“Helal” aşkın hâlleri
Önce başlıktaki ifadeyi nerden aldığımızı belirtmek gerekiyor sanırım. Profil fotoğrafı kısmında Kâbe’ye karşı annesi çarşaflı, babası da takkeli olmak üzere tek çocuklu bir çekirdek ailenin arkadan çekilmiş bir fotoğrafının yer aldığı bol takipçili bir hesap bu. Paylaşımlar genelde genç çiftlerin, (neredeyse her zaman) tesettürlü kadınlar ile (bazen) sakallı erkeklerin “helal” aşklarını gösteren, üzerine “Kocam fakir ama bizim nikâhımız göklerde kıyıldı”, “Bana da nasip et Allahım, helalim ile sana gelip avuç avuç dua etmeyi” gibi cümlelerin yazılı olduğu fotoğraflar. Çiftler son derece “prezentabl”.
Helal aşkın peşinde
Bu Instagram hesabı tekil bir örnek değil, internet ağzına kadar bu türden görsellerle dolu. Yalnızca anonim, “helal aşka” hasredilmiş Instagram veya Twitter hesaplarından ya da Facebook sayfalarından taşmıyor bu görseller, aynı zamanda sosyal medya kullanıcılarının kendileri tarafından da üretiliyorlar, paylaşılıyorlar.
“Helal aşk” çok boyutlu, çok mecralı ve tek bir tanıma sıkıştırılması mümkün olmasa da ortak bir duygusal evrene sahip karmaşık bir fenomene işaret ederken kullanabileceğimiz isimlerden biri.
Söz konusu Instagram hesabında olduğu gibi aynı pathos görsel bir dile, bir semboller dünyasına ve bedensel performanslara tercüme edilmiş bir şekilde de çıkabiliyor karşımıza,bir YouTube kanalında “derttaşlar” arası bir hasbihal biçiminde de ve genelde iki ayrı medya olarak algıladığımız sosyal medya ile kitap arasındaki farklar gitgide erirken birer kitap boyutunda da.
Örneğin çoğunlukla 18 yaşın altında kullanıcıların kendi yazdıkları kitapları -çoğunlukla aşk romanlarını- paylaşmak için kullandığı bir mecra olan Wattpad’de en çok okunan bazı romanlar -çok okuma derken milyonluk okuma rakamlarından bahsediyoruz- “helal aşk” üzerine olanlar. Bu romanlardan bazıları da daha sonra terfi ederek, mecranın barındırdığı potansiyeli gören bazı yayınevleri tarafından kitap formatında da piyasaya sürülüyor. Ve sadece “popüler kültürde” değil, “yüksek kültürde” de örneğin ismi tanınır yazarların yazdığı bazı popüler “edebiyat” dergilerinde, bazı “önemli” sayılan roman yazarlarının romanlarında ve kimi şairlerde de bu patetikliğe varan duygusal evrenin izlerini görmek mümkün.
Bahsettiğimiz bu gramerin, söz dağarının ve imgesel repertuarın karmaşık pek çok temsil ve ifade biçimini, birbirinden farklı mecraları ve birbirinden ayrı olduğunu düşündüğümüz toplumsal ve kültürel katmanları aynı duygusal buyrukla kestiği ve bir şekilde bunları birbirine bağladığını söyleyebileceğimiz gibi kaynakları konusunda da aynı çeşitliliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Bir yanda Hollywood romantik komedileri, Kore gençlik dizileri, Türk televizyon dizileri, öte yandan Yeşilçam melodramları, Ahmet Günbay Yıldız ve Emine Şenlikoğlu tarzı hidayet romanları hatta Danielle Steel tarzı romanslar.
Tarihsel referans noktaları kadar dönemsel tür-içi bazı etkileşimler de aynı oranda belirleyicidir. Örneğin bütün dünyada gençlik arasında kült seviyesine yükselmiş “Alacakaranlık” serisi bir yanda, Türkiye’de Wattpad’de 18 yaş altı genç kızlar arasında kült seviyesine yükselmiş “Kötü Çocuk” serisi öte yanda. Daha “edebî” örneklerinde ise Kafa, Ot, Bavul gibi dergilerin yarattığı yeni edebî kültürün de bir şekilde bu üslubu beslediği söylenebilir.
Sosyal medyada deneysel muhafazakârlık
Peki bu denli saçılmış, referansları, kaynakları ve üretildiği mecralar bakımından bu denli farklılaşmış bir fenomeni tek bir isim altında toplamamızın gerekçesi ne? Bütün bu üretimin bir şekilde “helalleştirilmiş”, bütün bu dağınıklığın dindar kimliğin temsili etrafında düğümlenmiş olması.
Burada “İslami romantizm” gibi daha bilinen tanımlamaları kullanmak yerine “helal romantizm” tanımlamasını tercih etmek daha isabetli olabilir; çünkü bütün bu karmaşanın saydığımız kökenleri itibariyle İslam’la pek de düşünsel bir alışverişi yoktur ya da İslami olanın ne olduğuna dair sorgulamayı kullanılan mecraların (örneğin burada sosyal medyanın) niteliklerini ve bu mecralarla kurulmak zorunda kalınan ve kurulabilecek mümkün ilişki biçimlerini de dâhil edecek kadar genişletmemekte, mecranın konvansiyonlarını verili kabul etmektedir.
Tam da bu sebepten helal romantizm, bir “helalleştirme”, dindışı olanı dinîleştirerek dolaşıma sokma ameliyesine de gizli bir atfı barındırmaktadır içinde.Bu sebepten helal demeyi tercih ediyorum tıpkı bazı sanatçıların kendi eserlerini tanımlamak için kullandığı “helal sanat” nitelemesinde veya 90’lı yıllarda İslami sinema tanımlamasını böyle bir iddianın altına girmek istemedikleri için haklı olarak reddeden yönetmenler arasında tam olarak üzerinde uzlaşılma sağlanamasa da tartışılan “beyaz sinema” tanımlamasında olduğu gibi. Ben de “helal romantizmi” cinselliğin pornografik temsillerinden veya küfürlü bir dilden arındırılmış, “bizim öz değerlerimize” muhalefet etmeyen bir aşk anlatısına işaret etmek için kullanıyorum.
Bütün bunlara “muhafazakâr” gençlerin sosyal medyadaki kimlik performanslarının birer parçası olarak bakabiliriz eğer buradaki birkaç ifadenin yanına birer ünlem işareti koyarsak.
Söz konusu olan gerçek hayatta kolayca tanımlanabilir ve kolayca ifade edilebilir köşeli kimliklere sahip olan gençlerin, doldurulmayı bekleyen yansız bir boşluk veya ekran yüzeyinin çağrıştırdığı gibi bomboş bir sayfa olan sosyal medyaya kendilerine ait imajlar göndermeleri, kendi imajlarıyla bu boşluğu doldurmaları değildir. Bu performanslar çokça deneysel niteliktedir, buna olsa olsa yeni tip, sosyal medya çağına ait deneysel bir muhafazakârlık denilebilir.
Muhafazakârlık temsil edilirken aynı anda deneysel bir biçimde yeniden inşa da edilmekte, sosyal medyada muhafazakâr olarak var olmanın yeni yolları icat edilmektedir. Kullanılan mecranın sınırlarıyla ve uzlaşımlarıyla kayıtlıdır ve bu sebepten mecra tarafından da yoğun bir şekilde belirlenmektedir bu performanslar.
Sosyal medya imaj ve temsil akışkanlığı içinde bu akışkanlıkla barış hâlinde ama öte yandan birer kimlik olarak kendine de yer açmaya çalışan, kendine uygun bir temsil stratejisi bulmaya, kimliğin sunumu için sosyal medyaya has sessel, görsel ve metinsel yollar yaratmaya çalışan çabalardır bunlar.
Ve artık saf, dokunulmamış bir gündelik hayat da kalmadığı için yani gündelik hayat sürekli bir sosyal medya görünürlüğünün baskısı altında biçimsizleştiği, internet giderek günlük hayatımızdaki alışkanlıklarımızı ve hatta tavır ve duruş repertuarımızı belirleyecek kadar buyurgan hâle geldiği için sosyal medyadaki bu kimlik performanslarının “dindarlığın” bugün aldığı biçimden etkilendiği kadar, onu dönüştürdüğünü de rahatlıkla iddia edebiliriz.
Kimliğin yamuk ifadeleri
Fakat bu temsil stratejilerinin bir şekilde “dindarlığın” bugünkü hâllerini temsil ettiği ve temsil ederek belirlediği söylenebilirse de bütün seküler kaynaklarını ve etkileşim içinde olduğu popüler kültür unsurlarını göz önüne aldığımızda bu dindar kimliğin o kadar da tutarlı, kendi içinde bütünlüklü bir kimlik olduğunu söylemek mümkün değil.
Bu sadece dindarlığın pek çok seküler filtreden geçiriliyor olmasından dolayı değil, bugün belli oranlarda bu filtrelerden geçirilmeden temsil edilemiyor olmasından dolayı böyledir. Dindarlığın veya dindar kimliğin, kendine has, otantik ifade imkânlarından mahrumluğu, söz konusu olanın sadece bir temsil meselesi değil aynı zamanda doğrudan doğruya tutarlı bir dindar kimliğin mevcudiyeti meselesi de olduğunun bir göstergesidir. Özellikle bugün, sosyal medyanın tarihsizleştirilmiş bugününde ve geç kapitalizm koşullarında.
Belki bu “helal romantizm”in geleneğin icadının bugünkü görünümlerinden biri olduğu söylenebilir. Fakat geneli itibariyle bütün bu görünürlük veya kendini görünür kılma biçimleri o denli tarihsizdir ki referans ufkunda geleneğe dair onu icat etmek için dahi olsa bir kırıntı bulmak mümkün değildir.
- Mesele kendi kimliğine tutarlılık katacak bir söylemsel kıvam yaratmak, kendi kimliğini söylemsel ve icat edilmiş bile olsa bir geleneğin otoritesinin saçağı altına almak gibi gözükmez. Sembollerin kullanılma biçimlerinde yaşanan dönüşümler bile bunu göstermektedir. İster Al-Azmeh’in söylediği gibi dinî veya kültürel sembolleri birer “egzotiklik alamet”i olarak sahiplenilip içinde yaşanılan toplumda “dâhil/hariç olma sınırlarına yanılgıya yer bırakmayacak görsel boyutlar” kazandırmak için kullanılması biçiminde anlayalım, isterse hidayet romanlarında olduğu gibi bir dünyadan bir başka dünyaya geçişin alametleri olarak ya da Nilüfer Göle gibi bu sembolleri, ortak bir kamusallık içine bu kamusallığı tartışmaya açacak “müphem göstergeler” biçiminde anlayalım, sembollerin aşkınlıkla ilişkisi bir yana, kısa bir zaman önceye kadar onlara yüklenen politik işlevler bile giderek erozyona uğramaktadır.
Başörtüsü, cami, namaz, iman, dua vs. helal aşk sayfasında, düğün, aşk, hayırlı kısmetle yan yana gelir; çünkü kimlik, hızla kimliksizleşme ve cemaatin çözülme koşullarında ancak gündelik hayatın her bir fragmanı kimliğin yamuk bir ifadesine dönüştürülebilirse bütünlüğünü koruyabilmektedir.
Nikâh, aşk, evlilik ve aileyi dindar bireyin anlamlandırmasını sağlayan geleneksel bağlamlar ortadan kalktığında, aşkı helal kılmanın yolu camide gelinlik ve damatlıkla çekilen bir fotoğraftır. Hâlâ İslami yaşam tarzına veya dünya görüşüne göndermede bulunan imajlar kullanılmaktadır ama bu imajların bir şekilde bir birey kültüne bağlandığını, tamamen olmasa bile bağlanmaya başladığını söylemek gerekir.
Her şeyin arz-talep ilişkisinin arsız mantığına tabi olduğu, müşterinin her zaman haklı olduğu, bireyin kendini vurgulu bir şekilde ifadesinin kendini gerçekleştirmesinin, kendi imgesini inşasının kendine yaptığı süreğen yatırımların bir parçası hâline geldiği ve dolayısıyla bireyin kendini ifade etme biçimlerinin de herhangi bir kayıt tanımaz hâle geldiği koşullarda, dindarlığın da bu “kadir-i mutlak” bireyin keyfî tasarruflarına tabi olmaya başlamasıdır bu.
Artık semboller pazardaki metalara yapışmıştır, Elif kâh bir kitap kapağından kâh bir kafenin duvarından kâh bir yüzüğün üzerinden bizi selamlar. Tüketim bugün pasif bir eylem değil yaratıcı bir faaliyet, kendini yeniden inşanın ayrılmaz bir parçası olarak kavrandığı için dindar birey içinde bulunduğu seçimler dünyasında bu göstergelerle kendi dindar yaşam tarzını keyfince inşa eder. Çengelköy’de, ismi son derece absürt bir Osmanlıca terkip olan bir kafeye gitmek, dindar bireyin kendini metaların dünyasında arayıp bulma serüveninin bir parçasına dönüşmektedir bugün.
Kendine âşık eden o başka dünya
Bireyin tek ölçü ve toplum içinde geçerlilik tanınmış tek birim hâline gelmesini geçmişin hidayet romanlarından bugünün İslami aşk romanlarına yaşanan dönüşüm de göstermektedir. Hidayet romanlarını günümüz aşk romanlarına karşı “ideal örnekler” olarak çıkartmak niyetinde değilim; çünkü orada da aşkın gelenek içindeki zengin kavranışlarının daraltılması ve soluklaştırılması söz konusudur ama popüler kültür ürünlerindeki temsil stratejilerinde yaşanan değişimin seyrini göstermesi bakımından yapılacak bir karşılaştırmanın önemli olduğuna inanıyorum.
70’lerin başından itibaren farklı sıklıklarla üretilen “millî sinema” ya da “İslami sinema” örnekleri veya gene aynı dönemlerde yaygınlık kazanan “hidayet romanları”, her ne kadar onların kaynakları da kısmen Yeşilçam melodramlarında olsa da bir yönüyle alegorik birer metindirler.
Hemen hepsinde birer aşk hikâyesi çıkar karşımıza ama bu aşk hikâyesinin tarafları biraz kaba saba bir ayrımla birbirinden ayrılıyor bile olsa çatışan iki farklı dünya görüşünün temsilcisidirler. “Batılılaşmış” kadın ya da erkek karakter içinde bulunduğu yaşamdan huzursuzdur, arayış hâlindedir ve karşı cinste içinde bulunduğu yozlaşmış, parçalanmış dünyadan farklı bir dünyanın vaadini görür.
Aşk, bu vaadin mükemmel bir şekilde cisimleştiği kişiye duyulan yani dolayısıyla o başka dünyaya ama giderek âşık olan kişinin de fark ettiği gibi aslında kendi fıtratının veya kendi bastırılmış, derinlere ötelenmiş köklerinin dünyasına duyulan aşktır.
Wattpad’de çokça okunup sonra bazısı kitap olarak da basılan yeni nesil “helal aşk” romanlarında ise gene birbirinden ayrı dünyalara ait iki insan vardır ama artık söz konusu olan bir başka dünyanın cazibesi değil “yeşil gözlerin” veya “hafif kirli sakalların” cazibesidir.
Burada hidayet romanları bambaşka bir mercekten geçirilerek yeniden üretilir, diğer gençlik romanlarındaki ya da Türk dizilerindeki kalıp kullanılarak aklı başında kızla, serseri gencin (ya da tam tersi) büsbütün bireysel karşılaşmaları, tesadüflerle, git gellerle şekillenen sonunda, onca maceradan sonra serseri tarafın uslanıp dindarlaşmasıyla ve dolayısıyla o başka dünyanın değil bütün zorlukları aşacak “ideal aşkın” olumlanmasıyla noktalanan hikâyeleri olarak.
Ödünç alınmış ideal
Yazının başında bahsettiğimiz Instagram hesabı benzeri hesaplarda veya yeni nesil gençlik romanlarında konu edilen “helal aşk”, bir idealin cisimleşmesidir aslında en temelde. İslam’da kıymetli bir yere yerleştirilen Müslüman aile idealinin bir yansıması gibi görünür.
Fakat bütün imajlar kadın dergilerinden veya moda kataloglarından fırlamış kartpostal aşk imajlarının, bütün aşk hikâyeleri de ucuz aşk romanlarının bir tekrarı gibi gözükür.
Tek çocuklu çekirdek aile veya birbirine âşık mutlu çift “helal aşk” idealinin merkezine yerleşmiştir. Tıpkı tesettür modasının, kendi idealini ve görsel dilini ödünç alması gibi “helal aşk” da bizde ödünç bir idealin, yani reklam, film ve dizilerde çok gördüğümüz bir “saf aşk idealinin” ve ödünç bir görsel dilin ürünüymüş izlenimini uyandırır.
Kâbe-i Muazzama’nın karşısında poz veren mutlu aile imajı, yüzleri manzaraya sırtları ise bize dönük bir hâlde birbirlerine sarılmış gün batımını seyreden mutlu aile imajının bir replikasıdır, fakat buradaki bütün problem bir turist gözüyle birbiriyle sonsuzca yer değiştirebilir manzaraların yerine, yerine hiçbir şey ikame edilemeyecek olan Kâbe’nin kübik formunun geçmiş olmasıdır.+
Dinî semboller veya ritüeller yerlerine başka bir şey ikame edilemeyecek formlar değillerdir artık. Tıpkı Mevlevi ayininde olduğu gibi, turistleştirme, yerine hiçbir şey ikame edilemeyecek olanın, bir ikame edilebilirler serisi içine dâhil edilmesiyle neticelenmektedir.
Demek ki Müslüman hayatın maddi varoluş koşulları aşınırken ve dinî hayatı yaşamanın ancak kendisiyle mümkün olduğu Müslüman cemaati çözülürken din, bir kimliğe aslında sahip olmadığı bir tutarlılığı vermek için her yerden gelmek zorundadır ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak her yerden de gelebilir. Bu kaçınılmaz bir şekilde kendini aşırı vurgularda gösterir.Aşırılık imajın yumuşaklığının, kolayca şekil alabilirliğinin aşırılığıdır.
Din her yerden üzerimize gelir, bu fotoğraflar karşısında bir rahatsızlık hissediyorsak bunun birinci sebebi de budur belki. Görünüş itibariyle bir şarap şişesinden ayırt edilemez bir şişede sunulan “helal şarabın” verdiği rahatsızlıkla aynıdır.
Dinin her şeyle bu denli kolayca bir araya gelebilmesinin, bir çikolatacının menüsünde de bir kahvecinin duvarında da Hz. Şems üzerine çok satan bir roman yazarak ünlenen yazarın televizyonda giydiği hırkanın üzerindeki Vav’larda ya da gene çok satan bir kitabın başlığında geçen Elif kelimesinde bütün gerilimleri silerek karşımıza çıkmasının verdiği rahatsızlıktır.
Hidayet romanlarında son derece kabaca bile olsa mevcut olan son çatışma kırıntıları en sonunda metaların her şeyi değişim değerinde eşitleyen dünyasında aşılmıştır sanki.