Hac yolunda bir kadın: Âliye Hanum-ı Şirazî
Kaçar döneminde seyahatname sayısı o kadar fazladır ki ona seyahatname çağı demek abartı olmaz. Bunlar, kimisi ticaret kimisi eğitim kimisi devlet görevi kimisi de dini vecibeleri yerine getirmek için çıkılan seferlerin, Batı’ya olduğu gibi Kaçar devleti içinde farklı bölgelere, Osmanlı’ya, Rusya ya da Hindistan’a yapılan seferlerin ve elbette Mekke ve Medine’ye ve Atabat’a yapılan dini ziyaretlerin kayıtlarıdır.
Seyahatname -yahut sefername- yazınının Fars edebiyatının gelişmiş türlerinden birisi olduğu malum. 19. yüzyıla gelindiğinde yazar çeşitliliği artan, seyahat edilen coğrafyaları değişen ve gazetenin dolaşıma girmesiyle geniş kitlelere hızlı ve aynı anda ulaşma imkânı bulan bir tür hâline gelir.
Kaçar dönemine ait seyahatname sayısı inanılmazdır. Bir dönemde sayısı bu kadar artan başka bir yazın türü bilmiyoruz. Ricalden olmayan, sıradan gezginler, seyyahlar tarafından yazılan çok sayıda seyahatnameye hâlâ kütüphanelerde rastlıyor ve her defasında heyecanlanıyoruz. Seyahatname sayısı o kadar fazla ki, Kaçar dönemini de dikkate alırsak bu türlere seyahatname çağı demek abartı olmaz. Bunlar, kimisi ticaret kimisi eğitim kimisi devlet görevi kimisi de dini vecibeleri yerine getirmek için çıkılan seferlerin, Batı’ya olduğu gibi Kaçar devleti içinde farklı bölgelere, Osmanlı’ya, Rusya ya da Hindistan’a yapılan seferlerin ve elbette Mekke ve Medine’ye ve Atabat’a yapılan dini ziyaretlerin kayıtlarıdır.
Kaçar dönemine ait sefername çokluğu türün kendinden menkul bireyselliği nedeniyle müşahede ve temaşaya, coğrafya, tarih, mimari, dil, zevk-eğlence, gelenek gibi pek çok alana da kaynaklık etmeleri açısından da dönem çalışmalarında önemli kaynaklar arasındadır. 1
Hac yolunda
İran’ın farklı bölgelerinden hac için sefere çıkan hacı adayları yalnızca Mekke ve Medine’de hac farizasını yerine getirmek için bu uzun yola çıkmazlar, Atebât2 ziyaretinde de bulunurlar. Hacı adayları bu uzun yolculukta genellikle şu güzergâhları takip etmişlerdir: İran’ın güneyindeki Fars Körfezi üzerinden gemi ve daha sonra kervanlarla ve İran’ın kuzeyinden deniz yoluyla Karadeniz’i geçerek İstanbul’dan kafilelerle. Bunlara ek olarak tamamen karadan gidilen Cebel ve Şam yolu da sıklıkla kullanılan diğer iki güzergâhtır.
Kaçar dönemi seyahatnameleri, kervanın geçtiği güzergâhı anlatmak üzere yazılan Menazilnâmeler ve haccın ifa ve edasının anlatıldığı Menasıknâmeler olmak üzere ikiye ayrılan, manzum ve mensur olarak kaleme alınan seyahatnameleri azımsanmayacak sayıdadır.
Hac seyahatnamelerinin bu döneme ait bir tür olduğunu söylemiyoruz tabii ki ama hem türün önemli bir yer edindiğinden ve hem de bu dönemden sonra da hac seyahatname yazarlığının artarak devam ettiğinden söz etmek mümkün. İran’da ya da özelde hac sefernameleri yazımı üzerine muhtasar bir giriş yazmayacağım. Sadece bu sefernameler arasında Nasırüddin Şah dönemi ve sonrasında yazılmış Hac farizası ve Atabât ziyaretlerine niyetlenerek yola çıkan kadınlardan birinin yazmış olduğu bir sefernameden bahsedeceğim. Sefername sahibi, kime ait olduğu yakın zamanda aşağı yukarı belli olan Âliye Hanum-ı Şirazî. Bu yazıda, ziyadesiyle detaylı olan bu kayıtlardaki bazı -naçizane dikkatimi çeken- hususları aktarmakla yetineceğim.3
23 Nisan 1892/25 Ramazan 1309 tarihinde Kirman’dan hac için yola koyulan ve 25 Cemaziyelevvel 1310’da Nasırüddin Şah’ın hareminde bir buçuk sene geçireceği Tahran’a dönen Âliye Hanum-ı Şirazî bu yolcuğu ayrıntılı bir şekilde Rûznâme-yi Sefer-i Hac: Atabât ve Derbâr-i Nâsırî başlığını taşıyan sefernamesinde anlatır. Saray hayatına ve Nasırüddin Şah’a dair kayıtları bu yazının sınırlarının dışında kaldığı için mevzubahis edilmeyecek ama sefernamenin ikinci bölümünü oluşturan bu kısımın hayli dikkat çekici olduğunu belirtelim. Kim olduğu hakkında fazla bilgiye sahip olmadığımız Âliye Hanum, yazdıklarından uzun ve çileli bir yolcuk olduğu anlaşılan bu seyahat boyunca neredeyse düzenli olarak kayıt tutar. Aslında Âliye Hanum en başında, yanlarında bulunan Nevvab Ali Ağa’dan inşası iyi olmadığı için yerine yazmasını istemiş ancak çok kısa bir süre sonra Ali Ağa yazma işinden el çektiği için -el mahkûm- kendisi yazmaya başlamıştır. Hac yolculuğuna Kirman’dan başlar. İran’ın güneyinde bulunan Bender Abbas limanından gemiyle Bombay’a, oradan da yine deniz yoluyla Cidde limanına gider ve buradan da Mekke’ye ulaşır. Mekke’den sonra ise Medine’ye geçer. Hac ibadetini yerine getirdikten sonra Medine’de bir süre kalır ve ardından da Cebel emiri ile Irak’a giderek buradaki Atebât şehirlerini, mukaddes mekânları ziyaret eder ve nihayet İran’a döner. Şunu yazmadan geçmiş olmayalım: Gittikleri yerlerde yanlarında kaldıkları, isimlerini bilmediğimiz ama eşraftan oldukları kişilerden anlaşılan sadece Han ve Hanum olarak geçen kişilere eşlik eden Âliye Hanum’un bu yolculukta bir haremi yoktur. Kendisinden kimsesiz olarak bahseder. Özellikle Muhterem Hanum, bu yolculukta rahatsızlanıp hac farizasını yerine getirirken vefat ettikten sonra kimsesizlik hâli daha da ağır basar.
Bender’de denizin dalgaları arasında sallanıp duran gemileri, denizde yüzenleri, kenarında oynayan çocukları gören Âliye Hanum için bu garip bir yolculuk biçimidir bu, daha çoksa dehşet uyandırıcı. Nihayetinde gemiyle Bombay’a geçer, burada biraz kaldıktan sonra da onları Cidde’ye götürecek olan gemiye binerler. Sabah gittikleri iskelede etrafı temaşaya koyulan Âliye Hanum, “Öğlene kadar sünni, Kâbilli, Hindistanlı, Müslüman 700 kadar hacı gemide toplandı.” (46) diye yazar. Gemi yolcuğu zorlu başlar, dalgalar gemiyi sallar, sular tepelerini aşar, “Allah bu dini vacibeyi yerine getirmeyi herkese nasip etsin ama kara yoluyla.” diye de dua eder. Her yerden “ya Allah ya Muhammed ya Ali” sesleri yükselir, bir tarafta Heratlı, Hintli, Kabilli dervişler hu hu çekmekte, Şiiler sine dövmektedir (47). Aden’de demir atan gemiye 150’ye yakın kadar hacı adayı biner. Burada yük indirip yük bindirdikten sonra ise Kamran adasına, Cidde’den önceki son durağa giderler. Burası deniz yoluyla gelenlerin karantinaya alındıkları yerdir.
Kamran’da karantina
- Âliye Hanum’un sefernamesi karantina uygulamasına dair de detaylı bilgiler verir. Kaldıkları yeri “zindan” kendilerini de “esir” diye tarif eden Âliye Hanum, karantinanın zorluklarından, konakladıkları yerin pisliğinden, karantina tedbirlerinden, her gün kendilerini görmeye gelen doktordan ve hastalık kontrolünün nasıl yapıldığından bahseder.
Kendileriyle birlikte altı geminin yolcusu da buradadır. Herkes kendi mıntıkasında kalır, biraz olsun kıpırdamalarına izin verilmez. Eğer gemi yolcularından birisinde rahatsızlık görülürse o gemi yolcularının hepsi on gün daha karantinada kalır. Her gurubun başında bir görevli vardır. En çok, her ihtiyaçları için ve yapılacak her iş için para alınmasından rahatsızdır. Başta on gün olarak söylenen karantina on beş gün sürer. Hacca yetişemeyecekleri endişesi vardır (48). Âliye Hanum’un yazdığına göre karantina doktoru onlara çok kibar davranır, Kamran Adası’nda bulunan -“kim olduğu belli olmayan” der Âliye Hanum- bir şeyhi ziyaret etmelerini söyler. Aşağı yukarı on gün kaldıktan sonra Cidde’ye doğru yola koyulurlar ve nihayet karaya ayak basarlar (53).
- Binbir zorlukla geldikleri Cidde’de Âliye Hanum’un bahsettiği ilk şey “iki gün iki gecedir saz ve müzik sesleri, top ve tüfek sesleri”nin duyuluyor olmasıdır.
Bunun ne olduğuna dair şu bilgiyi verir: “Diyorlar ki Mahmil-i Ayşe’yi Mısır’dan getiriyorlar, gerçi biz görmedik.” (53). Bahsettiği şey, Mısır’dan yola çıkan Surre alayıdır. Cidde’den hacı kafileleri Mekke’ye doğru yola çıkarlar. Âliye Hanum mahmili ilk defa o zaman görür. Sazlar, top ve tüfekler yine eşlikçidir. Medine’ye de Surre alayıyla gittikleri “Mısır askerleri Mahmil-i Ayşe’yi su kenarına götürdükleri için bize uzakta bir yer düştü.” diye yazmasından anlaşılıyor (64).
Hacı kafilelerinin güvenlik sorununa dair de Âliye Hanum’un sefernamesinde önemli kayıtlar vardır. Mekke’ye girmeden Sidiyye’ye gitmek isteyen Âliye Hanum’un da bulunduğu İranlı hacı grubu “Cidde askerleri” dediği görevliler tarafından uyarılır: Eğer kafileden ayrılırlarsa haramilerin saldırılarına uğramaları kaçınılmazdır. Asker onlara Mekke’ye gelmelerini oradan yanlarına asker alıp öyle Sidiyye’ye geçmelerini söyler (54). Yola çıkmak için deve bulmaya çalışsalar da bir türlü bulamazlar ve en sonunda birkaç katır ayarlayıp denklerini yüklerler. Âliye Hanum’un Araplardan, Habeşlilerden bahsederken kullandığı birtakım ifadeleri burada zikretmeyeceğim ama pek hoş şeyler olmadığını belirteyim. Sürekli para peşinde oluşları mütemediyen zikredilir. Zorlu yollardan susuz duraklardan geçerler. Katır sürücüsü olan Arap yüzünden katırından düşüp kafasını yarar (55). Pek çileli bir yolculuktur bu. İlk durakları mîkatları olan Karnu’l-menâzil’dir.
Seher vaktine yaklaşırken Mekke’ye girmişlerdir. Buraya vardıklarında Âliye Hanum, Sidiyye’ye doğru yola çıkan Kumlu, Hindistanlı ve bazı başkalarının da olduğu hacı grubuna haramilerin saldırdığını, neleri varsa alıp götürdüklerini, üç kişinin öldüğünü, kimisinin yaralandığını öğrenir ve ardından hemen ekler: “Allah’a şükür ki bizim Sidiyye’ye gitmemizi istemedi. (...) Karnü’l-menâzil yolunda da elhamdülillah bize rahmetiyle muamele etti.” (57).
- Zorlu yolculuk sonunda derbeder ulaştıkları Mekke’de abdest alıp Mescid-i Haram’a giderler. Tavaf ve saydan sonra takatten kesilmiş hâlde kaldıkları yere dönen ayakları yaralı, başı sarılı Âliye Hanum’un bir de ateşi çıkar.
Ertesi sabah develere binerek Mina’ya doğru yola çıkarlar. Namazı Mescid- i Hayf’ta kılıp çadırlarına dönerler. “Yaklaşık yüz bin âdem, yüz bin deve” (61) vardır. Sabah yola çıkıp Arafat’a varırlar. Daha sonra Meşari’l- harem’e gidip taş toplayıp geri dönerler. Çadırlarının kurulduğu yer uzak olduğu için şeytan taşlamaya yarım fersah yol alıp gitmek zorundadırlar. Buranın sıcağı Âliye Hanum’u fena çarpmıştır. Yayan gider, taşını atıp geri gelir. Ertesi gün tekrar ikinci taşı için yola koyulur. İki gün burada kaldıktan sonra Mekke’ye geri döner, Harem’e gidip tavaf ve saylarını, ardından da nisa haccını da yapıp döner, sonra da tekrar Mina’ya doğru yola çıkarlar.
- Âliye Hanum, yaptığı her ibadetten sonra bunların “hep âh u nâle” ile olduğunu ve -inşallah- bu hâlleriyle kabul edilmesi duasında bulunur.
Hac farizasını yerine getirdikten sonra Hazreti Hatice’yi (Hazret-i Hatice Hatun diye yazar), Hazreti Abdümenaf, Hazreti Ebu Talib ve Hazreti Âmine valide-i Hazreti Peygamber ve Hazreti Abdülmuttalib’i ziyarete gider (62). Medine’ye yola çıkmadan Hazreti Muhammed’in dünyaya geldiği evi de ziyaret edecektir (63).
Âliye Hanum’un sefernamesinde verdiği bilgiler Mekke-i Muazzama’nın mimarisiyle ilgili de ipuçları taşır. Seferine Bombay’dan başlayan Âliye Hanum’a göre Mekke evleri de tıpkı Bombay’dakiler gibidir, “altı yedi katlı, yukarılarda da menzilleri” (63) olan bu evler Kirman’dan gelen bir kadın için Bombay’dakiler kadar şaşırtıcıdır. Mekke’nin övülen çarşı pazarını vakit bulup gezemediği içinse üzgündür.
Mekke-i Muazzama’dan Medine-i Tayyibe’ye doğru hareket vakti yaklaşır. Burada geçirdikleri son birkaç günde Mekke’ye yağmur yağar. Seferin başından beri kötü idiyse de artık vahim bir hâl alan yol arkadaşı Muhterem Hanum da Medine yolunda vefat edecektir. Sürekli zorluklar karşısında ah u nâle çektiği için ibadetlerinin kabul edilip edilmeyeceği sorusunun Âliye Hanum’u meşgul ettiği mütemadiyen yazdığı cümlelerden anlaşılıyor. Ona göre ya hiç kabul edilmeyecek ya da ziyadesiyle makbul olacaktır
Muhterem Hanum’un vefatı Âliye Hanum’u çok üzer. “Çölün ortasında, kimsesiz, garip”tirler. Hacı ehline ağlamak yakışmaz dedikleri için sabaha kadar sessiz sessiz kimselere duyurmadan ağlamıştır. Ne su vardır ne merhumeyi yıkayacakları yer. Kafilelerinden sorumlu Hacı İsmail İsfehani hemen bir çadır kurdurup üç tane de gassal getirir. Âliye Hanum, “Şimdiye kadar bu işi yapmamış bu bende gidip cenaze yıkadım.” diye yazar. Bir yandan merhumeyi kefenlerken bir yandan da haramilerin gelebileceğini söyleyip çabuk olmalarını isteyenlerle uğraşırlar. Cenazenin Medine’ye kadar nasıl muhafaza edildiğini merak eden var ise Âliye Hanum onu da kaydetmiştir. “Çadırların yakınında bir deve kestiler. Cenazeyi devenin postuna sardılar.” (64). Kafile kafile beş bin kişiye yakın hacı adayı Medine yolundadır. Geceleri çadırlar kurulunca her kafilenin sorumlusu onların yanında ateşlerini yakar. Görülesi bir manzara olsa gerek. Âliye Hanum bu akşamlarda hacıların birbirleriyle nasıl muhabbet ettiklerini, ravza okuduklarını, gülüp eğlendiklerini anlatırken kendilerinin cenazeleri olması sebebiyle bunların hiçbirisini yapmadıklarını yazar.
“Bütün bu zorluklardan sonra”
Muharrem ayının sekizinde Medine’ye girerler. Merhumenin burada, Beytülahzân’ın yanına defnedildiğini yazar: “Ne saadet!” Ertesi gün Harem-i Mutahhara-i Hazreti Resul ve Hazreti Fatıma’yı, Hasan bin Ali, Zeynelabidin, Muhammed el-Bâkır ve Cafer-i Sadık’ı –“ki kabirlerinin yeri mahfidir”- ziyaret eder.şeyAşura gününde Ravza-i
Mutahhara’ya ziyarete gidip ravza okunur. Hüzünlenip ağlayan Âliye Hanum Muharrem ayının on birine tekabül eden cuma gecesinde cuma gününün bayram olması nedeniyle yapılan kutlamaları, havai fişekler, davullar ve borazanları duyunca şunları yazar: “On birinci gecede Seyyidi’l-şüheda’nın ne yaptıkları aklıma geldi. Artık bana nasıl bir hâl olduysa bu sesleri duyunca kendimi öldürmek istedim. Allah azaplarını arttırsın.” (68).
“Yadigâr olsun diye...”
Muharrem ayının on dördünde Ravza-i Mutahhara’yı son bir kez daha ziyaret eden Âliye Hanum ve kafilesi buradan kalpler büryan, gözler giryan ayrılır ve Cebel’e doğru hareket ederler. Oradan da Bağdat ve Atebât’a gidecektir. Âliye Hanum, bütün bu çektiği sıkıntılara rağmen, bir kere daha hac ile müşerref olmak için Ravza’da Allah’a dua etmiş, Mekke ve Medine’de bulunduğu süre boyunca da bu duasını hep tekrar etmiştir (69).
- Âliye Hanum’un sefernamesi, elbette yukarıda yazılanlardan çok daha fazlasını içeriyor. Gittiği her yerin tabiatı, nelerin yetiştiği, yiyeceklerin, hizmetlerin ücretlerinin ne kadar olduğunu, mezhep meselesi, yolculuğu boyunca karşılaştığı, tecrübe ve temaşa ettiği neredeyse her şey yer alıyor.
Bütün bu sefernameyi bir yadigâr olması niyetiyle kaleme aldığını en başından ifade eden Âliye Hanum’un sefernamesi 19. yüzyılda bir kadının hac tecrübesini aktarması kadar Kaçar İran’ından bir kadın yazını örneği olması da onu önemli kılan birçok sebepten birisidir.
1. Konuyla ilgilenenler Kaçar dönemi sefernameleri ile ilgili şu kaynaklara bakabilirler: Resul Caferiyan, Sefernâmehâ- yi Hacc-ı Kâcârî I-VIII, (ed. Ekrem Hasabâbâdî, Tahran, 2011), Resul Caferiyan, Çehârdeh Sefernâme- yi Hacc-i Kâcâr-i Dîger, (Tahran: Neşr- i İlm, 1392 ş), Kaan Dilek, “İran Seyyahları ve Farsça Seyahatnâmeler”, Kebikeç / 24 • 2007. 211-218.
2. Atebât, “eşik” anlamına gelen atebenin çoğuludur. Daha çok “atebât-ı mukaddese” ve “atebât-ı âliye” diye anılan bu yerler Necef, Kerbelâ, Kâzımiyye ve Sâmerrâ’da bulunmaktadır. Avni İlhan, “Atebât”. DİA, https://islamansiklopedisi.org. tr/atebat
3. Âliye Hanum-ı Şirazî, Çador Kardim Raftim Temâşa, yay. haz. Zehra Torabi, Tahran: Naşr-e Atraf, 1397. Bütün referanslar bu kitabadır. Kaçar kadınlarının sefernameleri ile ilgili bkz. Fatma Baktikar “Kaçarlar Dönemi Seyahatnâme Yazarlarından Sekine Sultan Ve Mihrimah Hanım’ın Hac Seyahatnâ- meleri” (İstanbul Üniversitesi, Yüksek lisan tezi), 2019.