Gazeteci annenin hafta sonu mesaisi

SEMANUR SÖNMEZ YAMAN
Abone Ol

“Ohh, nihayet... Hafta sonu geldi ve artık dinlenme, aileyle vakit geçirme zamanı” diye başlamak isterdim bu yazıya. Daha sıradan bir işim ve daha sıradan bir ailem olsaydı muhtemelen de başlayabilirdim ama benim hayatımda hafta, son, tatil ve hatta bayram kavramı bile alışılmamış ritimlerde ve biçimlerde gerçekleşiyor. Haftadan başlayayım. İş günü 5 değil, çoğu özel sektörde olduğu gibi 6 gün. Hafta sonu tatilim o haftaki iş durumuna göre bazen cumartesi bazen pazar oluyor.

Şu ara genellikle bir hafta cumartesi, bir hafta pazar şeklinde. Son dakika gelişmelerinin klasik haberleri her zaman sollayıp geçtiği bir ülkede haberci olmanın doğal sonucu bu. Ne var ki sadece işimizden ibaret değil hayatımız. Ve haftanın tek izin gününe her şeyi sığdırmak için çok ama çoook çalışmam lazım.

Zira ben sadece haberci değilim: Eşim, 3 çocuğum, annem, babam, kardeşlerim, yıllardır biriktirdiğim arkadaşlarım, kurucularından olduğum Kudüs Platformum ve kurucu/üye/gönüllü olarak destek verdiğim sivil toplum kuruluşlarım var. Akrabalarımız, aile dostlarımız, çocuklarımızın arkadaşları ve sosyal etkinliklerini de ekleyince oldukça kalabalık ve çok sesli bir koro oluşuyor. Ve o koroyla, her hafta sonu büyük ve zorlu bir maraton koşmak zorundayım.

Tek gün, üç çocuk

Öncelik her zaman çocuklarımın” diyor beynim. 22 yıldır anne olmanın dayattığı bir düşünce bu.

Öncelik her zaman çocuklarımın” diyor beynim. 22 yıldır anne olmanın dayattığı bir düşünce bu. Belki de içgüdü demeli. Beynimle kalbimin arasında geçen uzun münazaralar, hafta boyu yorgun düşen benliğimi nasıl yönlendirirse, hafta sonumuz da öyle planlanıyor. Daha doğrusu hafta sonumun tek günü…

Çocuk mevzuunu biraz açmam lazım sanırım. Biri 22, diğeri 14, en küçüğü 9 yaşında olan 3 çocuğum var. Büyük ve küçük olan erkek, ortanca olan kız. Bunlar, birbirlerinden farklı yaş dönemlerinde, farklı zevkleri ve beklentileri olan, farklı okullarda okuyan 3 çocuk.

Hâl böyle olunca hafta sonunu üçünü birden hesaba katarak planlamak, daha doğrusu hafta sonunu üçüyle birlikte geçirmek çok kolay olmuyor. Ben de buluşma alanları ya da en azından zorunlu buluşmalar oluşturmaya çalışıyorum.

İzin günümün pazara rastladığı o şanslı haftanın sabahındaysak -ki bu ailece aynı sofrada buluşabildiğimiz nadir zaman dilimlerinden biri- güzel bir kahvaltıyla başlıyoruz güne. Ancak bu kahvaltının saatlerce sürmemesi ve günün iyi değerlendirilmesi için çok geç bir saatte yapılmaması şart.Bunun için de annenin, tek izin gününde uykudan fedakârlık edip erken kalkması gerekiyor.

“Neden annenin erken kalkması gerekiyor ve çocuklar neden daha çok destek olmuyor?” sorusunun cevabını yıllardır bir türlü bulamadığım için, kahvaltı hazırlık sürecinin ikinci yarısından itibaren, sitem cümleleri serpiştirilmiş uyandırma turlarına başlıyorum.

Bir süre sonra uyandırma çalışmalarını eşime devredip kahvaltının son rötuşlarını yapıyorum. Taze ekmek de alan olursa, harika bir kahvaltı sofrasına oturabiliyoruz. Harika dediğime bakmayın, peynir, zeytin, menemen ve patates kızartması varsa o sofra harikadır. Herkesin sevdiği bir şey vardır yani o sofrada. Tadını çıkararak, ağır ağır yiyip üzerine tavşan kanı çayımı yudumlamak, noktayı da okkalı bir kahve ile koymak hayalim ama ne mümkün.

Pazar günü, kurs günü

Eşim, 3 çocuğum, annem, babam, kardeşlerim, yıllardır biriktirdiğim arkadaşlarım, kurucularından olduğum Kudüs Platformum ve kurucu/üye/gönüllü olarak destek verdiğim sivil toplum kuruluşlarım var.

Mümkün değil zira kızımın okçuluk kursuna, büyük oğlumun yabancı dil kursuna yetişmesi gerekiyor. İlkokul üçüncü sınıftaki oğlumun ise BİLSEM sınavı var ve babasının ya da annesinin onu sınava götürüp, sınav çıkışında alması lazım. Büyük oğlum artık bir yetişkin ve onu kursa götürmek gerekmiyor. Yoksa anne ve baba olarak üçe bölünmek zorunda kalabilirdik.

Birimiz kızımla okçuluğa, diğerimiz küçük oğlumla sınava gidiyoruz. Bekleme süresi, İstanbul trafiğinde geri dönmek ve ortak bir noktada buluşmak kolay değil. Saat hesapları yapmak, trafiksiz güzergâh tespiti için navigasyon kullanmak, uygun bir yerde birbirimizi bulmak zor olsa da, bunu sonuçta başarıyoruz.

Bundan sonra, çocuklarımızın hem sosyal hem ruhsal gelişimine katkıda bulunacak, bizim de arkadaşlarımızla sohbet etme fırsatı bulabileceğimiz bir aile dostu ziyareti geliyor. Tabii, İstanbul trafiğinin elverdiği ölçüde. Çünkü bizim evimiz Fatih’te, gideceğimiz arkadaşımız ise mesela Sultanbeyli’de oturuyor.

İstanbul’da yaşamayanlar için, bu iki ilçe arasındaki mesafenin tahminen bir buçuk saatlik olduğunu söylesem sanırım mesele daha iyi anlaşılır. Yolda en büyük sorun, araç içinde geçen zamanı nitelikli hâle getirmek.

Barış Karayazgan : “Çocuğum sanatçı olsun” diyenlere “yapmayın” diyorum
Nihayet

Çünkü sıkılan çocukların önünde birkaç seçenek bulunuyor: Kulaklığı takıp kendini soyutlamak, uyumak, kardeşiyle didişmek. Ha bir de D seçeneği var, anne babayla muhtelif kelime ve matematik oyunları oynamak. Bu oyunları 1999’dan, yani büyük oğlum 3 yaşını doldurduğundan beri oynuyoruz. İlki, kelimenin son harfiyle kelime türetme oyunu. Sıralamayı çocuklar belirliyor, genellikle ufaklığın seçimlerine uyuyoruz.

Kelimeleri hep aynı harfle bitirerek çocukların düşünce sınırlarını zorlamak, daha önce duymadıkları yöresel kelimelerle onları şaşırtmak oyunun en eğlenceli kısmı. “O kelime söylenmişti” ve “Bu kelime Türkçe değil” itirazları, TDK sözlüğüne başvuruyla sonuçlanabiliyor.

Küçük oğlum İbrahim’e çarpım tablosu soruları sorarak devam ediyor yolculuğumuz. Bir de eşimin meşhur “sucuklu yumurta” soruları var. Sucuğu severek yediği yıllarda büyük oğlum Furkan’a matematiği sevdirmek için bulduğu yöntem. “Bir kangal sucuk 4 yumurtayla pişirilebiliyorsa 3 kangal sucuğu olan adam kaç yumurta kullanmalıdır?” gibi. Sorular yol boyu yarım, çeyrek sucukla çeşitleniyor; çocuklardan sıkılma sinyalleri gelince, yumurtaların yerini tavukların ayak sayıları alıyor.

Yeni nesil çocukların tablet oyunlarıyla kıyaslanınca sıkıcı görünse de anne babayla oyun oynamak özellikle küçük çocukların hâlâ ilgisini çekiyor. Ama atalarımız “Bal yiyen baldan usanmış” sözünü boşuna söylememiş. Sonunda sıkılıyorlar ve en sevdikleri oyuncaklar, telefon ve tabletler yetişiyor imdatlarına.

Ben ya da eşim, eğer arabayı kullanan büyük oğlumuzsa her ikimiz de katılıyoruz bu “telefona gömülme” oyununa, gayet sessiz ve eğlenceli oluyor üstelik. Sonunda ulaşıyoruz arkadaşın evine.

Ev site içinde ve bahçede çocuk parkı var. Çocuklar için “denetimli serbestlik” zamanı yani. Onlar parkta oynarken biz de özlem gideriyoruz. Eskilerden konuşuyoruz, çocuklarımızın çok küçük olduğu ve birbirimize yatılı gittiğimiz, eğlenceler organize ettiğimiz, çocuk eksenli piknikler yaptığımız günleri yâd ediyoruz.

Geçip giden seneler

Kızımı sabah işe giderken keman kursuna bırakıp, akşam dönüşte etütten aldım uzun uzun yıllar.

Yıl 2005. Oğlum satranç kulübünde faal, aynı zamanda mehter takımında kös çalıyor. Her hafta sonu satranç müsabakaları oluyor neredeyse. Hafta sonu rutinimiz oğlumuzu okula götürüp, müsabaka çıkışlarında geri almak. Ortaokul yıllarında, o zaman OKS olarak adlandırılan liseye geçiş sınavı dönemi giriyor hayatımıza. Çocukların tek faaliyeti dershanelerde test çözmek artık hafta sonları.

Yıl 2008, devlet bize bir sürpriz yapıyor ve memur olan eşimin tayini Edirne’ye çıkıyor. İki çocuğum var, üçüncüsü de dünyaya teşrif etmek üzere. Ve benim öyle hemen toparlanıp eşimle birlikte şehir değiştirmem hiç kolay değil. Üstelik yıllarımı verdiğim bir işim var.

Oğlum, çok iyi bir okulda burslu öğrenci, kızım daha ilkokula yeni alışıyor. Uzun uzun düşünüp taşındıktan sonra bir süre ayrı şehirlerde idare etme kararı alıyoruz. Ben çocuklarla İstanbul’da kalıyorum, eşim görev yeri olan Edirne’ye gidiyor. Artık pazar günleri daha da değerli çünkü aile fertlerinin birbirini görebildiği tek gün. Birkaç yıl içinde değişeceğini düşündüğümüz bu durum tam 7 yıl sürüyor. Bu zorlu dönemde çocuklarım babalarını yalnız hafta sonları görebiliyor.

Sonunda devlet, ikisi de memur olan eşlere tanıdığı “eş durumundan tayin” hakkını bizim gibi kamu-özel sektör çalışanlarına da tanıyor ve ayrılığımız, vuslatla son buluyor. Kolay oldu mu? Asla. Özellikle eşimin gelemediği hafta sonlarında çocukların kursları, ödevleri ve özel ihtiyaçlarıyla tek başıma ilgilenmek gerçekten çok zordu.

Kızımı sabah işe giderken keman kursuna bırakıp, akşam dönüşte etütten aldım uzun uzun yıllar. Onun bütün günü evden uzakta geçirirken çok sıkıldığını biliyordum ama elden ne gelir.

Çocuklar büyüdükçe hafta sonu programlarımız da değişti. En zorlu dönemde üniversite sınav maratonu dolduruyordu oğlumun bütün zamanını, özellikle de cumartesi-pazar günlerini. Biri büyüyüp avukat olma yolunda ilk adımını atarken, geriden gelenler için yeni etkinlikler bulmak yine bize düşüyordu.

Hafta sonu yeni bir iş

Çocukların dinî ve ahlaki eğitimi
Nihayet

Ve yakın geçmiş… 2015’ten itibaren iki buçuk senelik süreçte, hafta içi haberin mutfağındaki görevime, hafta sonları bir yenisi ekleniyor. Bu kez kameranın arkasında değil önünde de olacağım. 23 yıl süren haberciliğin ardından Ülke TV’nin hafta sonu ana haberinde sunucu oluyorum. Hafta sonu öğlene kadar evdeyim, bülten saat 20:00’de başlıyor. Akşam eve dönüş saatim 22.30, yani çocukların uyku saati. Benim için heyecan verici güzel bir deneyim ama çocuklarım akşam yemeğini anneleri olmadan yemek zorunda.

Bir yıl sonunda hafta sonu görevim yine değişiyor. Bu kez 22 yıldır çalıştığım Kanal 7’nin hafta sonu sabah haberlerini sunacağım. Sabah haberleri saat 6:30’da başlıyor. Ekran başındakiler için o saatte kumandaya basmak yeterli. O saatte ekrana çıkıp haberleri sunacak kişinin ise bir gece önceden başlaması lazım maratona çünkü sabah evden çıkış saati 04:00.

Evet, doğru okudunuz, gecenin 4’ünde kalkıp işe gitmek, haberleri elden geçirmek, ekrana uygun giyinmek, makyaj yapmak, stüdyodaki hazırlıklar derken, bunlar 2 buçuk saat sürüyor. Bu durumda benim akşam en geç 23:00’te yatmam gerekiyor ki haberleri hakkıyla sunabilecek enerjim olsun.

Benim için de çocuklar için de daha zor bir dönem. Hafta sonları dışarı çıkmamak, tiyatroya gidememek, geç vakitlere kadar misafir ağırlayamamak alıştığımız şeyler değil.

2 buçuk yıl sürüyor hafta sonu ekran maratonum, üstelik hafta içi mesaim de devam ediyor. Sonunda bir yol ayrımındayım. Ekranla çocuklarım arasında seçim yapmak durumunda kalıyor ve ekrana veda edip haftada 6 günlük klasik mesaime geri dönüyorum.

Ekran serüvenimin bitmesi, ailemle birlikte arkadaşlarımı da rahatlatıyor. Lise öğrencisi kızlarımızın gönlünü hoş tutmak için kadim dostum Ayşegül’le tiyatro planları yapıyoruz artık. Şehir tiyatrolarının aylık programı, çocukların yakın takibinde. Oyunu onlar belirliyor, biletleri biz alıyoruz. CRR’deki bazı konserleri de birlikte izleyebiliyoruz.

Küçük oğlumu mutlu etmek daha kolay. En sevdiği şey, gazeteci arkadaşım Emeti Saruhan’ın oğlu Osman’la vakit geçirmek. Kâh bowling oynuyor, kâh ahşap bloklardan kuleler yapıyor, kâh yan yana oturup hiç konuşmadan tablette oyun oynuyorlar. Favori hafta sonu eğlencesi ise İstanbul’daki bir çocuk oyun parkında arkadaşlarıyla eğlenmek.

AVM’lerde hafta sonu zaman geçirme kültürümüz yok, hiç olmadı. Zaten AVM’ler hafta sonları adım atılmayacak kadar kalabalık oluyor. İşimiz düşerse evimizin yakınındaki AVM’ye uğruyor, yılda birkaç kez oyun alanlarını kullanıyoruz, o kadar.

Kısacık hafta sonlarımıza çocuklarımızla sığdırdığımız başka şeyler de var elbet. Suriyeli kardeşlerimizin açtığı kafede ailece kakuleli kahve içmek, evimizde misafir ağırlamak, UNO, Takva Yarışı ya da Monopoly oynamak, hep birlikte oturup film izlemek, yine evimizin yakınlarında ailece veya arkadaşlarımızla birlikte yemeğe çıkmak gibi.

Unutulmayanlar

Bazıları hayatımızda bir kez olsa da unutamadıklarımız arasında: Helikopterle İstanbul turu var.

Ve en sıra dışı hafta sonu aktivitelerimize değinelim son olarak. Bazıları hayatımızda bir kez olsa da unutamadıklarımız arasında: Helikopterle İstanbul turu, at çiftliğinde çocukların ilk binicilik deneyimleri, vapurla Üsküdar’a geçmek, Kınalı Ada’da uçurtma uçurmak, Kireçburnu’nda Leyla ile Mecnun dizisindeki Mecnun’un evini aramak, komşu illerde orman yürüyüşü, piknik alanında mangal keyfi, Nezahat Gökyiğit botanik bahçesinde ıtırlı bitkiler keşfi, Süleymaniye Camiinde namaz kılıp çıkışta kuru fasulye yemek, semtimizdeki ana caddede yürümek ve şu an aklıma gelmeyen bir dizi etkinlik. Her zaman böyle geçmiyor tabii hafta sonlarımız. Yeri geliyor, eşimin de benim de çocukları evde bırakıp toplantılara, davetlere katılmamız gerekiyor. Büyük çocuklar anlayışla karşılasa da naz makamındaki İbrahim, itiraz ediyor bu duruma: “Ama anne, hep işinle ilgileniyorsun!

Unutmadan, bizim hafta sonlarındaki en eğlenceli aile aktivitelerimizden biri de kek/kurabiye yapmak. Her çocuğum farklı bir tat seviyor… Furkan’la köstebek pasta, Dila’yla krep, İbrahim’le kek yaparak geçirdiğimiz hafta sonlarının sayısını hatırlamıyorum bile. Dila artık büyüdü ve kendi mutfak deneyimlerini bizimle paylaşıyor sık sık. Tek sorun, kaloriler...

Gerçek şu ki ne kadar çabalasak da yetmiyor, yetmeyecek hafta sonlarımız çocuklara. Bunu biliyoruz. Ama bildiğimiz bir şey daha var. Onların çocukluk hatıralarında en çok hafta sonlarımız yer alacak. Göz açıp kapayana kadar geçen ama bir ömür unutulmayacak hafta sonları...