Fatma Aliye’nin kızı Rahibe İsmet
Zübeyde İsmet, ablaları Hatice, Ayşe ve Nimet’ten farklı mizaçta bir çocuktu. Kendisinden bir yaş büyük ablası Nimet ne kadar neşeli, dışa dönük bir çocuk idiyse, İsmet de bir o kadar hırçın ve içe dönük bir çocuktu. Annesi Fatma Aliye Hanım onun bu hırçınlığının zamanla azalacağını ve hatta geçeceğini umarak günleri günlere ekliyordu. Ancak İsmet’in ne hırçınlığı ne ketumluğu azaldı. Ablası Nimet’in aksine İsmet Dame de Sion sörlerini seviyordu, Dame de Sion sörleri de İsmet’i
Karagümrük’te Nurettin Cerrahi Asitanesi’nde bir akşam, 1987-88 yılları olmalı, St. Antoine Kilisesi’nin papazları bir akşam Muzaffer Efendi’yi ziyarete geldiler, sohbete dâhil oldular. Ben de Fransızca tercümelerini yaptığım için orada bulunuyor idim. Gelenlerden bir tanesi, benimle daha çok muhatap olan Padre Luce adlı zat benimle daha yakinen tanışmak istediğini, nasıl bir eğitimden geçerek İslami kimliğimin oluştuğunu merak etiğini söyledi ve bir konferans vermek üzere beni St. Antoine Kilisesi’ne davet etti. St. Antoine Kilisesi malum Beyoğlu’nda, Galatasaray’da. Bir üstte herkesin girdiği kısım var, bir de altta şapel var. Küçük bir kilise… Burası sadece o kilise yetkililerinin girebildiği bir ibadet mekânı...
Orada birçok vaiz rahibenin huzurunda ben kendi içimdeki cennete yolculuk serüvenimi etraflıca anlattım. Aşağı yukarı yirmi kişi vardı. Yani yedi sekiz tane rahibe; Saint-Joseph’ten, Saint Paul’den, Saint Benoit’dan İstanbul’daki diğer kiliselerden rahip ve rahibeler. Konuşmam bittikten sonra aşağı yukarı 65 yaşlarında orta boylu, beyaz yüzlü, başında rahibe şeklinde arkadan başörtüsü bağlanmış, üzerinde rahibelerin son dönemlerde benimsemiş oldukları kıyafetlerden olan bir hanım yaklaştı. Ve hayret ettiğim bir Türkçe ile: “Ben Ahmet Cevdet Paşa’nın torunu İsmet Hanım’ım” dedi. Bunu duyunca ben hayretlere düştüm, çok memnun olduğumu ifade ettim. O da, “Ben de sizi tanıdığıma çok memnun oldum. Sizi bir gün Dame de Sion’a davet etmek istiyorum, ben şimdi oradayım” dedi. Ben de, “Hay hay, memnuniyetle” dedim. Hemen bunun arkasından ilave etti.
'Yalnız bana lütfen neden Hristiyan olduğumu sormayın, ben sizi tanımak istiyorum ama…' dedi. Ben de, 'Peki, rica ederim' dedim.
Dame de Sion’a bana verilen günde gittim. Orada da sohbet ettik. Beni izzet ü ikramla ağırladılar ve orada gezdirdiler. Sonra İsmet Hanım bana Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olan ve üzerinde Cevdet Paşa’nın resminin bulunduğu bir pul hediye etti.
Ben oradan ayrıldım. Fakat bu arada Caddebostan Reşit Bey Plajı’nda -Reşit Bey benim dayım-, oda komşum olan bir Yahudi Madam vardı. Bu Yahudi Madam da çok hayır sahibi bir hanımdı; Eminönü çevresindeki çocuklara bakardı. Bu hanım meğer İsmet Hanım’ın arkadaşıymış. Nereden arkadaş olduklarını bilmiyorum. Ben o Yahudi Hanım ile de oda komşum olduğu için yaz aylarında dostluk kurdum. Ondan şunu öğrendim. Bir gün Büyük Ada’dan ayrılmış İsmet Hanım, motora binerken denize düşmüş, zor kurtarmışlar kendisini. Bu kadar. Benim İsmet Hanım hakkındaki bilgim bu. Yalnız şunu biliyorum, Dame de Sion’da okuyor. Dame de Sion’nu bitirdikten sonra Cezayir’e gidiyor. Ve Cezayir’de bir manastıra girip rahibelik yolunu tamamlayıp dönüyor. Hakkındaki bilgim bundan ibaret.