Eşyanın hikayesi: Yelpaze
Yelpazeler o dönem tavus kuşu gibi büyük kuşların tüylerinden “L” biçiminde, fildişi saplı olarak yapılırmış. Bunu Tutankhamun’un mezarından çıkarılan 14. yüzyıla ait eşyalarından öğreniyoruz. Bu görkemli yelpaze önemli törenlerde kullanılır, yavaş hareketlerle sallanırmış ki Firavun’un nefesinin muhafazası simgelenmiş olsun ve öteki hayattaki havayı tazelesin…
Sıcak bir yaz günü… Termometreler 35 dereceyi gösterirken, hissedilen sıcaklık 40’a yaklaşıyor. Dünden beri haber bültenlerinde, “Mecbur kalmadıkça dışarıya çıkmayın!” uyarıları yapılıyor. Ben maalesef mecbur kalanlardanım. Otobüste yanında oturduğum teyze de, “Doktor randevum var evladım, yoksa ne işim var bu sıcakta dışarıda” diyor. Sıcaktan dilim damağım kurumuş, gözlerim kapanır vaziyetteyken, bir mucize esinti ile canlanıyorum. Esinti gittikçe hızlanıyor. Yanımdaki teyze elindeki gösterişli yelpazeyi salladıkça birlikte serinliyoruz. Kalabalık, klimasız otobüste açık olan camlardan esmeyen rüzgârı hayal ededursun, teyze ile ben; Salah Birsel’in Boğaziçi Şıngır Mıngır kitabındaki “iki dirhem bir çekirdek, başlarında şemsiye, ellerinde yelpaze” kadınlarından daha mesuduz.
Teyze yelpazeyi âdeta sözlükteki kelime anlamını karşılayacak uygun bir açı ile sallıyor. Küçük bir hava akımı ile özellikle yüzümüz serinliyor. Kendimi yelpazenin M.Ö 3000’lerde ilk olarak Çin’de kullanıldığı antik dönemde hayal ediyorum. Büyük bir yaprağı andıran, katlanmayan koca koca yelpazeler arasındaki hayalî serinliğim, teyzenin kurduğu cümle ile son buluyor: “Kolum yoruldu evladım, biraz da sen devam et.” Teyzeye dönerek ikimizi de serinletecek şekilde hızla salladığım yelpaze, bizi alıp âdeta eski Mısır’a götürüyor.
Yelpazeler o dönem tavus kuşu gibi büyük kuşların tüylerinden “L” biçiminde, fildişi saplı olarak yapılırmış. Bunu Tutankhamun’un mezarından çıkarılan 14. yüzyıla ait eşyalarından öğreniyoruz. Bu görkemli yelpaze önemli törenlerde kullanılır, yavaş hareketlerle sallanırmış ki Firavun’un nefesinin muhafazası simgelenmiş olsun ve öteki hayattaki havayı tazelesin… O tazeliği ne kadar elde ettiler bilinmez ama yelpazenin Çin’den yola çıkıp Asur, Babil, İran, Hint ve Yunan medeniyetlerini dolaşarak batıya ulaştığından haberdarız. Bazen şekli, bazen işlevi değişse de yüzyıllardır varlığını koruyor. Yunanistan’a “flabellum” adı ile yuvarlak şekliyle ulaşıyor mesela… Hristiyanlıkla beraber yaygın hâle geliyor ve 4. yüzyılda Bizans Kilisesi’nde önemli bir obje olarak kullanılıyor. Ortaçağ Kilise dönemlerinde diyakozun (Papaz’ın yardımcısı) elinde taşıdığı flabellumlar, Ökaristi ayinlerinin vazgeçilmez bir parçası.
- Her durakta başka bir amaca hizmet eden yelpaze, Çin ve Japon gündelik yaşamının olmazsa olmazı… Törenlerde hem kadınlar hem de erkekler tarafından bir dans aracı olarak kullanılıyor. İşlevlerine göre çeşitli türlere ayrılıp, karşımıza sarayda başka, savaşta başka çıkıyorlar. Çay törenlerinde hanımların ellerinde boy gösteren yelpazeler ise, sahnede kullanılanlara hiç benzemiyor…
16. yüzyıla gelindiğinde İtalya ve Fransa’da bayrak yelpaze modası esiyor. 1678 yılında İtalya’da yelpaze yapan oymacılar, yaldızcılar, marangozlar ve ünlü ressamların çalıştığı bir lonca kuruluyor. Bazı Çin ve Japon yelpazelerinin bezemesindeki üstün düzeye hiçbir zaman ulaşamasalar da; İtalyan, Fransız, İngiliz ve Avusturyalı usta sanatçılar Uzakdoğu’dan getirttikleri malzemelerle yelpaze yapmaktan hiç vazgeçmiyorlar. İngiltere kraliçesi I. Elizabeth’e 1587 yılında çok sayıda yılbaşı armağanı veriliyor. En beğendiği hediye ise mücevherli bir yelpaze… Nasıl beğenmez, yelpazeyi açtığında ince ince işlenmiş kendi portresi ile karşılaşıyor.
1700’lü yıllara geldiğimizde yelpazelere atılan imza ve adreslerden yelpazeleri tarihlendirebiliyor, ressamlarını öğrenebiliyoruz. Yelpaze yapan ünlü ressamlardan bazıları Watteau, Van Loo, J. B. Greuze…
18. yüzyılda ressamlar Turquerie modası ile çizimler yapıyorlar. Paris’te başlayıp Avrupa’yı saran bu Türk modasının hikâyesi ise şöyle: 1721 yılında Osmanlı Devleti, Yirmisekiz Mehmed Çelebi’yi Paris’e elçi olarak gönderir. Elçilik heyeti ve muhafızlarının görkemli kıyafetleri, koşum takımları içinde şehre girişleri Parislileri âdeta büyüler. 1740’ların başında ise bu kez Paris, Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin oğlu Sid Efendi’nin elçiliği ile şereflenir. Fransızlar bir kez daha Osmanlı’nın görkemine tanık olurlar. Başta XV. Louis’nin gözdeleri Madame Pompadour ve Madame de Barry olmak üzere Parisli soylular, Türk giysileri içinde kendi portrelerini yaptırırlar. Doğu’ya giden gezginler Türkiye’ye ait anı ve resimlerini yayınlarlar. Turquerie modası da böylece geniş kitlelere ulaşır. Tabii ki yelpazeler de bu modadan nasibini alır. Bu hikâyedeki yelpazelerin en güzel örneklerini İstanbul’da Sadberk Hanım Müzesi’nin Osmanlı Dönemi eserleri arasında görebilirsiniz.
- Aslında Osmanlı’da yelpazenin kullanımı oldukça eski. 1582 tarihli Sultan III. Murad adına yazılmış Surname-i Hümayun’da, Padişahın şehzadelerinin 52 gün süren sünnet şenliklerinin anlatıldığı minyatürlü el yazma kitapta, geçit yapan esnaf ve sanatçı gruplar içinde yelpazeciler de resmedilmiş. Minyatürde ustalar Hicaz ve Mısır işi olarak adlandırılan hasır ve hurma dallarından, bayrak tipi yelpazeler yaparken görülüyor.
Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait bazı defterlerde de padişaha hediye getirip bahşiş alanlar arasında, yelpazeci ustaların isimleri var. “Nakkaş Abdülgani- Bir münakkaş cildlü dih-name, bir musavver (resimli) yelpaze”… Sultan IV. Mehmet dönemindeki defterlerden ise sarayda yelpaze kullanımının oldukça yaygın olduğunu öğreniyoruz. Mücevherli kayıtlar arasında yelpazelere yapılan bakımlar ayrıntılarıyla kaydedilmiş: “Billur kabzeli, yeşim üzerine 118 yakut, 153 zümrüt ile müzeyyen yelpaze. Adet. İkisi incülüdür. Birisinin kabzesi yoktur, müşahede olundu. Yeşim kabzeli lal ve zümrütleri ihraç olunup (çıkarılıp) Devletlu Valide Sultan Hazretleri’ne iş içün teslim olunmuştur. Muharrem sene 1119. Derzaman-ı Recep Paşa…” Bahsi geçen Valide Sultan, Sultan III. Ahmed’in annesi Rabia Gülnuş Sultan, Recep Paşa ise Sultan III. Ahmed’in vezirlerinden.
1900’lü yıllarda Osmanlı’da yelpaze çeyiz eşyalarının vazgeçilmez bir parçası olur. Osmanlı hanımları arabada veya dışarıda gezerlerken, yanlarından küçük yelpazelerini ayırmazlar. Buna karşın misafirlerinin kullanması için evlerinde bulundurmaya dikkat ettikleri yelpazeler büyükçedir. Abdülaziz Bey’in 1910’larda yazdığı Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri kitabında gelin çeyizi bölümündeki listelerde çok sayıda yelpazeye rastlarız: “... 10 kadar yelpaze ve sineklik, sapları altın, gümüş, fildişi oymalı...”
- Osmanlı’da yaz günleri havalanıp serinlemek için kullanılan yelpazeler aynı zamanda bir iletişim aracıdır. Kendilerine has bir dilleri vardır:
- • Yanaktan kaydırıldığında: Sizi seviyorum.
- • Yüz önünde sol elle tutulursa: Sizi tanımak istiyorum.
- • Sol kulağın üzerinde tutulursa: Beni rahat bırakın.
- • Yüz önünde sağ elle tutulursa: Beni takip edin.
- • Geniş bir şekilde açık tutulursa: Beni bekleyin.
- • Kapalı bir şekilde gösterilirse: Beni seviyor musunuz?
- • Sağ yanağın üzerinde tutulursa: Evet.
- • Sol yanağın üzerinde tutulursa: Hayır.
- • Küçük parmak havada olarak tutulursa: Güle güle.
Yelpaze sallamak hiç de kolay iş değil. Ama dilini bilerek sallamak daha da zor görünüyor. Neyse ki artık bu dili bilen de, kullanan da yok.
Onun için otobüsteki yelpazeli teyzeyle ile bir sağdan, bir soldan gönül rahatlığıyla sallayıp durduk yelpazeyi. Teyze otobüsten benden önce indi. İnerken yelpaze diline çok hâkim bir Osmanlı hanımefendisi edasıyla, serçe parmağı havada gülümseyerek, sallamaya devam ediyordu.