Erzurum, Williamsburghve Berlin arasında bir yolculuk: Unorthodox
Netflix’in 2020 yapımıUnorthodox dizisibazı sahneleriyle beniçocukluğumun veyetişkinliğimin Erzurum’unagötürürken yönetmeninBerlin’i parlatma,Williamsburgh’u gömmegayreti gözümden kaçmıyor.Dizi özetle şu; kocasınıterk ederek NewYorkWilliamsburg’tan Berlin’efirar eden 20 yaşındaki evlibir kadın olan Esty’nin kocasıYanky ve kuzeni Moishetarafından evine geri getirilmehikâyesi.
Erzurum... Ramazan ayının ortaları. Ailenin yaşayan en büyük üyesinin evinde senenin en ihtişamlı iftar sofrası kurulmuş. Ben artık ekabirdenim. Yaş olmuş 11. İftarı beklerken yaşı henüz beşin altında olanlara 54 farz saydırılıyor, ezberlerindeki kısa sureler okutuluyor. Top atılıyor ve çorbalar içiliyor. Çorba boşları alınırken erkekler akşam namazına duruyoruz. Tesbihatı sonraya bırakıp sofraya dönüyoruz. Çeşit çeşit taam ile bizi nimetlendiren rabbe şükürler ediyor, yemeklerimizi yiyoruz. Ablam oğlu Enes’e yemek duası yap, diyor. Mahcup olma, ısrar etme faslından sonra hakkını ve müstahakkını vererek uzun bir dua ediyor. Büyüklerin tamamının gözleri kapalı. Amin, amin, amin...
New York... Geniş ailemizin iftar ya da bayram sofralarına benzer kalabalık bir Pesah (Hamursuz Bayramı) masasının etrafındaki Hasidilerin gözü kulağı, haham ve arkasında sıralanan çocuklarda. Hahamın solundaki çocuk kutsal metne bağlı kalarak sorular soruyor: “Babacığım, sana dört soruyu sordum. Şimdi lütfen bana cevap ver.” Ve haham yine kutsal metinlerden cevap veriyor: “Mısır’daki firavunun köleleriydik ve Tanrı bizi oradan kurtardı. Atalarımızı Mısır’dan kurtarmasaydı bizler, çocuklarımız ve çocuklarımızın çocukları hâlâ Mısır’daki firavunun köleleri olacaktık.” Hamursuz Bayramı’nın hikâyesi sadece Mısır’daki acıları değil; engizisyonda, pogromlarda, Auschwitz ve diğer Nazi kamplarında çekilen çileler unutulmasın diye sürekli tekrar ediliyor, nesilden nesle aktarılıyor. Ama nafile... Çünkü Esty bir Yahudi olarak belki de tarih boyunca en rahat oldukları New York’un Williamsburg’undan, belki de tarih boyunca en büyük acıları yaşadıkları Berlin’e kaçıyor. Üstelik karşısında oldukları İsrail’in Kudüs ve Bne Brak şehirlerinde yaşayan az sayıdaki taraftarları bile öteki Yahudilerin baskısı altındayken, neredeyse Williamsburg’un tek hâkimi olan bir Satmar cemaatinden. Nerden baksan ahmakça.
Erzurum... Annem kırmızı halı serili divanında oturmuş başını öne arkaya sallayarak Kur’an-ı Kerim okuyor. Okuma gözlükleri gözünde, öteki gözlüğü divanın ortasında... Babam annemin tam karşısında -divana göre yere daha yakın- koltuğunda... Elinde yorgun sırtlı deri ciltli bir kitap tutuyor. Yanındaki sehpanın üzerinde birkaç kitap daha var. Gözleri, baharın gelmesiyle etekleri yeşermeye başlayan ama tepesinde hâlâ kar olan Palandöken’de. Ben yekpare naylon uçağımla uslu uslu oynuyorum. Kapı çalıyor. Annem mushafı öpüp sırtını dayadığı hasır minderin üstüne koyuyor ve kapıyı açıyor. Gelen komşumuz Ş. Teyze. Çok telaşlı görünüyor. Uçağımın yönünü kapıya çeviriyor ve hızla yanlarına gidiyorum.
- Belli ki komşumuz söyleyeceklerini babam da işitsin istiyor. Zira normalde aralarında konuşurken çok daha kısık olur sesleri. Ağlamaklı ve endişeli bir edayla “Fulanların kızı kot pantolon giyip sokağa çıkmış!” diyor. Havf ve reca... Annem ellerini dizlerine vurarak “Başımıza taş yağacak, kıyamet kopacak!”, beni göstererek “Allah bize şu sabilerin hatrına merhamet ediyor!” gibi cümleler sıralıyor. Birbirlerine sarılıp ağlamaya başlıyorlar. Çok korkuyorum, hemen babamın yanına koşuyorum. Bacaklarına sarılıp korkuyla soruyorum: “Kıyamet bugün mü kopacak baba?” Babam başımı okşuyor ve annemleri göstererek, “Onlarda bu Allah korkusu varken kıyamet bugün kopmaz” diyor. Sonra kendi kendine söyleniyor, “Öyle bir adamın kızı nasıl kot pantolon giyer? Nerden baksan ahmakça!”
Berlin... Esty Berlin’e ulaşıp hür bir kadın olunca ilk iş annesini ziyaret etmeye gidiyor. Anne günahkâr, kebaire tepeleme dalmış. Şahit oldukları karşısında annesinin yanına gitmeye gözü kesmiyor. Senariste göre evvela kıyısında Nazilerin soykırım kararı aldığı Wannsee Konferansı’nı yaptıkları ihtişamlı villanın da bulunduğu gölde yıkanması gerekiyor. Böylece Hasidilerin bütün kir ve ağırlığından kurtuluyor. Artık daha hür.
Başını açıyor, toplu iğne ucu kadar kuruluk kalmayacak şekilde suya giriyor. Bu sahnede yönetmen devleşiyor. Wansee Gölü kadar zor olsa da girmeyi başarıyor. Aynı anda Yanky ve kuzeni Moishe Berlin’de bir otele giriş yapıyorlar. Resepsiyon görevlisi kıyafetlerinden hareketle “İsrailli konuklarımızı Almanya’da ağırlamak bizim için zevktir” diyor. Bence dizinin en keyifli sahnesi bu: Moishe resepsiyoniste hak ettiği cevabı veriyor. Şalom! İsrail! Siyonistler! Tü... Sağa doğru tükürüyor. Nerden baksan adamlık. Odalarına çekiliyorlar ve ilk işleri ibadetlerinin sıhhatine halel getirecek olan resimlerin üstlerini örtülerle kapatmak oluyor. Başlarına tallit örtüp sol kollarına tefilin sararak sabah dualarını yapıyorlar. Huşu ile, kavanah hâlinde...
- Erzurum... 34 yaşındayım. Kurban Bayramı. Beni kıyamet korkusuyla bir hafta uyutmayan komşumuz bayramın ilk günü baldızımın ve sekülerleşme guslünü gâh Esty’nin gözünden gâh yedi kat göklerden izliyoruz. Reinhard Heydrich’in ruhu şad olmuş mudur acaba? Şimdi sıra giyim kuşamda. Esty bir mağazaya giriyor ve içine girebileceği en dar kot pantolonu alıyor. Kaçışı giydiği kot pantolonun rengini çok beğeniyor. “Gençsin yavrum, böyle canlı renkler giymelisin” diyor. Beş yaş barajının altındaki çocuklar dilleri döndüğünce hep bir ağızdan “Old MacDonald had a farm” şarkısını söylüyorlar. Somya divanımızın yerinde yeni kanepeler var. Evdeki bazı eski eşyalar evin ruhunun bir parçasıyla beraber kapı önüne konmuşlar.
...
Netflix’in 2020 yapımı Unorthodox dizisi bazı sahneleriyle beni çocukluğumun ve yetişkinliğimin Erzurum’una götürürken yönetmenin Berlin’i parlatma, Williamsburgh’u gömme gayreti gözümden kaçmıyor. Dizi özetle şu; kocasını terk ederek NewYork Williamsburg’tan Berlin’e firar eden 20 yaşındaki evli bir kadın olan Esty’nin kocası Yanky ve kuzeni Moishe tarafından evine geri getirilme hikâyesi. Deborah Feldman’ın, Unorthodox: The Scandalous Rejection of My Hasidic Roots adlı otobiyografisinden uyarlanmış. Dizideki Satmar mensupları aralarında Yidiş dili konuşuyorlar. Dizi iki ayrı şeritten akıyor. Bunlardan birinde Esty’nin -dizinin ilk sahnesiyle başlayan ve Berlin’de devam edenhikâyesini takip ediyoruz. Bu şerit flashbacklerle Williamsburgh günlerinin önemli anlarına da dönüyor. Diğeri ise Yanky ve kuzeni Moishe’nin gelini geri getirme operasyonuna odaklanıyor. Farklı zaman ve mekânları bir arada takip etmeyi sevenler için dizinin bu yönü keyif verici.
...
Bazı şeylerin daha iyi anlaşılması için gelelim Satmar cemaatine... Mensuplarının büyük bölümü New York’ta yaşıyor. Habad- Lubaviç cemaatiyle birlikte varlığını ve etkinliğini devam ettiren en önemli iki hasidik cemaatten biri. Siyonizm’e karşı amansız bir muhalefat içindeler. Mavi Marmara gemisine yapılan saldırı sonrasında cemaat üyeleri hem Amerika’da hem de İsrail’de diğer Ultra-Ortodoks Yahudilerle beraber protesto gösterileri düzenlemişti. Ellerinde Türk bayrakları taşımışlar, katil İsrail askerlerini telin etmişlerdi. Hareketin Amerika’daki mimarı Rabbi Teitelbaum, Mesih’in gelişinden önce sürgündeki Yahudilerin devlet kurmak maksadıyla Kutsal Topraklar’a yerleşmesini asla kabul edilemez buluyor. İsrail Devleti’nin kurulmasını da Yahudilerin kurtuluşunu geciktiren ve Tanrı ile İsrailoğulları arasındaki ahiti ihlal eden bir faaliyet olarak görüyor. Cemaatin diğer mensupları da İsrail Devleti’ni Şabat kidelerine uymamak ve laiklik eliyle dinin içini boşaltmakla suçluyor. Oy kullanmıyorlar, askerlik yapmıyorlar ve İsrail kimliğini reddediyorlar. Hatta Satmar Rabbi Teitelbaum, 1967 Altı Gün Savaşları’nda İsrail ordusunun kazandığı başarıyı lanetliyor. Teitelbaum İsrail Devleti’ni meşru gören rebbe ve rabbilere de savaş açmış durumda. Öyle ki onları mürted hatta geçmişte ortaya çıkan sahte mesihler kadar tehlikeli olarak değerlendiriyor. Holokost da siyonistlerin işlediği günahlara göz yuman Yahudilere Allah’ın bir gazabı...
Hâl böyle olunca öteki Yahudiler Hasidilere özellikle de Satmar cemaatine karşı baskı kurmayı kararlaştırıyor. Onların 'dinde değil inananda reform' başarısını 'eğitimli şehirli Yahudilerin üstünlüğüne karşı, yarı cahil köylü Yahudilerin isyanı'ndan ibaret bir statü savaşı olarak niteliyorlar. Hasidileri makaleler, kitaplar, gazeteler ve televizyonlar aracılığıyla herkesin gözünde küçük düşürmeye çalışıyorlar.
...
Elhasıl yönetmen başarılı olamadı. Berlin’i günlük güneşlik, mutlu insanların sürekli tebessüm ederek gezdikleri, cennetten bir köşe göstermesine rağmen. Çünkü Berlin kocaman bir fabrika. Tektipleştirme makinesi. Denizi yok. Gölü de kan kokuyor. Hasidilerin evlerini karanlık, mobilyalarını sıkıcı, suratlarını asık, iletişimlerini zayıf göstermesine rağmen. Çünkü Hasidiler inançlı, kararlı, zevkli ve zeki. Ben diziyi izlerken Williamsburgh günleri hariç Esty’nin tarafında hiç olamadım. Zavallı kız. Terk ettiğin yurt iman yurduydu. Hicret ettiğin yerse şeytanın evi. Şeytan piyanosuyla yanaştı sana. Belki de Beethoven’in bitiremediğini sandığımız 10. senfonisiyle... Ben son sahne hariç dizi boyunca Yanky’ciydim. Onda anlayabildiğim bir mistik coşku, yardımseverlik, merhamet ve sevgi vardı. Yönetmene rağmen bu nasıl oldu sorusuna cevap aratacak kadar samimi ve doğru oynamıştı aktör rolünü. Cevabımı da buldum. Dizinin danışmanı Hasidik topluma yakın bir Yahudi’ymiş. Moishe’yi de yakınımda hissettim. Bazı münafıklık alametleri vardıysa da o bir tövbekârdı. Yükselmek için düşmüştü (Yerida L’tzorech Aliyah). Dua ederken çok ihlaslı görünüyordu. Fıkha da hâkimdi. Seferiyken neyi nasıl tevil edebileceğini çok iyi biliyordu. Ve Esty’nin annesi Leah... Kalbi mühürlenmiş derdi annem bunun gibilere. Ben de izlerken öyle dedim. Diğer karakterlere hususi bir temasım olmayacak. Şu kadarla iktifa edeyim Esty’nin tarafında olanlar kötüler, ötekiler iyi...
Emmâ ba’d. İnne’d-dîne ‘inda(A)llâhi’l-İslâm.