Ercan Kesal: Hayal etmek tehlikeli bir eylem
Yazar, oyuncu, senarist Ercan Kesal bu kez yönetmen koltuğuna geçti ve Nasipse Adayız’ı seyirciyle buluşturdu. Kesal ile bizzat tecrübe ettiği belediye başkanı aday adaylığı sürecinden ilham alan ilk filmini konuştuk. Sohbetimiz hafıza ile sanatın, trajedi ile mizahın ilişkisine ve öznelliğin kaçınılmazlığına uzandı.
Nasipse Adayız’ı seyrederken aynı isimli novella’nızın epigrafını hatırladım. “Bu kitapta anlatılan tüm olaylar ve kişiler kurmacadır… Hayatımız gibi…” Sizce kurmaca ile gerçeğin sınırları nerede başlayıp bitiyor?
Gerçeklik esasında “zannettiğimiz” şeylerdir ve çoğunlukla bize dayatılandır.
Kurmaca ise buna karşı çıktığımız ve onu yeniden kendi meşrebimizce 'icat ettiğimiz' yerde başlar. Kurmaca itirazdır.
Hayal etmek bu yüzden tehlikeli bir eylemdir. Sinema zaman olgusuna müdahale ederek gerçeklik ve kurmaca arasındaki sınırı ortadan kaldırır, yeni ve daha önce hiç fark etmediğimiz bir özgürlük bağışlar. Yazdığım, oynadığım ve çektiğim her şey yaşadıklarımın, ruhuma sindikten sonra, bende bıraktıklarıdır. Belleğinden başka hiçbir mülkü yoktur insanın. Benim de öyle!
Siyasetteki küçük oyuncuların hikâyeleriyle sık karşılaşmıyoruz. Dr. Kemal Güner karakteri nasıl ortaya çıktı?
Kitap fazlasıyla otobiyografik ögeler içeriyordu. Kendime kızdığım, hayret ettiğim ve çok üzüldüğüm bir süreç yaşamıştım. Aday adaylığı sırasında başıma gelenler yüzünden en çok şaşırdığım ve öfkelendiğim insan, bir çeşit alter ego olarak tanımlayabileceğimiz Dr. Kemal Güner’di! Dolayısıyla film de bundan nasibini aldı.
Bir insan küçük ve süfli bir iktidar için bu kadar aşağılanmaya niye razı olur Allah aşkına? Meğer politika denen şey insan nefsinin acımasızca sınandığı bir yolculukmuş. Onu yazmak ve çekmek istedim. Bu yüzden film yalnızca bir politik hiciv olmaktan öte trajikomik bir insan hikâyesidir.
Siyasi rekabet insanın sahip olduğunu bile fark etmediği sevimsiz tarafları ortaya döküyor. Filmde bu trajik hikâye mizahi bir üslupla ele alınıyor.
“Acıklı bir şeyi daha iyi göstermek istiyorsanız fonda neşeli bir çocuk şarkısı çalın.” Çikolataların daha lezzetli olması için karabiber kullandıklarını biliyor musunuz? Mizah trajedinin yakıcılığını ve etkisini artırıyor.
Dr. Kemal Güner kazanmak için ellerini kirletmeyi göze alıyor. Yine de işler bir türlü istediği gibi gitmiyor. Sizce karakterin yolculuğundaki açmazlar neler?
Kemal Güner tam olarak onlardan biri değil. Yine de ileri gitmek her zaman geriye dönmekten daha kolay olduğu için, sonunda uçuruma düşeceğini bildiği bir koşudan vazgeçemiyor.
Fransız yönetmen Mathieu Kassovitz, 1995 yılında Protesto (La Haine) filmini çekti. Filmin açılışında 50 katlı binadan düşen bir adamın hikâyesi vardır.
- Her katta kendini rahatlatmak için şunu tekrar eder adam: “Şimdiye kadar her şey yolunda, şimdiye kadar her şey yolunda. Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır.” Aday adaylığı süreci de tam olarak böyleydi.
Senaryo ekibinde yer aldığınız Bir Zamanlar Anadolu’da ve Anons gibi Nasipse Adayız da tek gecede geçiyor. Bu tercihinizin sebebi nedir?
Hem kolay hem zor yanları var. Zor yanı tüm niyet ve derdinizi kısıtlı bir süreye sığdırmak zorundasınız. İyi tarafı her şey çok sıkıştırılmış, güçlü ve sarsıcı oluyor. Hikâyenin en önemli ögesi çoğu zaman bir an, bir bakış ya da kısa bir yolculuktur. Tüm hayatın tarifi oradadır. Bir kum tanesinden tüm evreni tarif edebilirsiniz. Parçada bütünün tüm özellikleri saklıdır, durur bekler sizi.
Filmdeki diyalogların ritmi ve doğallığı dikkat çekiyor. Çekim esnasında diyalogların yeniden yazımı devam ediyor mu?
Senaryonun en önemli ve güçlü yanı doğallığı, sahiciliği ve ritmidir. Bunu da ancak hayatın içinden ve tüm içtenliğinizle yazarsanız becerebilirsiniz.
Çekim esnasında sadece diyaloglar değil tüm senaryo yeniden yazılmaya devam eder. Çekimi etkileyen o kadar çok etmen ve bileşen vardır ki! Oyuncu performansı, ağıza oturmayan cümleler, mekân, kameranın durumu, çalışan-çalışmayan bir sürü unsur…
Oyuncu yönetmenlerin oyuncularına daha fazla özerklik sağlayacağı düşünülür. Oyuncuları nasıl seçtiniz ve onlarla nasıl çalıştınız?
Birçoğu için audition yaptık. Günlerce, haftalarca. Kafanızda bir “görüntü” var ve onun peşine düşüyorsunuz çoğu zaman. Yoksa eline tutuşturduğunuz sahneyi iyi oynadı ya da oynamadı diyerek herhangi bir oyuncudan vazgeçmek insafsızlık gerçekten. Kamera önü deneyimlerim bana öğretti ki “iyi oyuncu senaryoda yazılmayanı da oynayabilendir”. Bu yüzden kontrollü bir özgürlük sundum tüm oyunculara. Sınırlarını zorlayarak, senaryonun tanımladığı bir alanda özgürce dolaşmalarını istedim.
Dr. Kemal’i sizin canlandırmanız projenin başında verilen bir karar mıydı? Farklı oyuncularla audition yaptınız mı?
Hayır. Evvela kendimi düşünmemiştim. Epeyce bir oyuncuyla görüştüm. Zaman daralıyordu ve biraz da bildiğim sularda yüzmek istedim. Sonunda kamera arkasında kendimi daha sorunsuz ve daha verimli yönetebileceğime karar verdim.
Otobiyografik unsurlar taşıyan bir filmi yazıp yönettiniz, başrolü üstlendiniz, eşiniz Nazan Kesal’la birlikte rol aldınız. Sonucun böyle olmadığı aşikâr ama süreç içinde filmin fazlaca kişiselleşebileceğinden endişe ettiniz mi?
Hayır. Hiç düşünmedim doğrusu. Nazan deneyimli ve beğendiğim bir oyuncudur. Üstelik sanat ne kadar nesnel olma iddiasında olursa olsun eninde sonunda yaptığımız tüm işler özneldir.
Filmi seyirciyle ne zaman ve nasıl buluşturmayı planlıyorsunuz?
Film dünya prömiyerini 49. Rotterdam Film Festivali’nde yaptı. Sonra Türkiye’ye geldik, arkasından pandemi yaşandı. Normalde Nisan’da başlayacak olan İstanbul Film Festivali’ni düşünmüştük açılış için, ama süreç uzadı. 17-28 Temmuz’da festival hayata geçince yarışmada yer aldık. Filmin sinemalarda seyirciyle buluşmasını çok istiyoruz. Dijital platformlara da kuşkusuz sıcak bakıyoruz.
Pandemi dönemini nasıl geçiriyorsunuz? Hayat tarzınızda, gelecek planlarınızda geçici veya kalıcı değişiklikler yaptınız mı?
Zaten kendi halinde okuyarak yazarak vakit geçiren biriydim, bu yüzden tarzımda bir değişiklik olmadı.
İnsanların da zannedildiği kadar ciddi bir değişim yaşayacağını zannetmiyorum. İnsan hafızası her şeyi unutmakla malul ne yazık ki.
Kiyarüstemi’nin dediği gibi: “Dünyanın ömrü insanın kaderinden uzundur. Yaşamaya bakalım!”
2018’de Fındıktan Sonra için buluştuğumuzda sinemadaki tecrübemin varacağı noktanın yönetmenlik olduğuna inanıyorum, demiştiniz. Artık bu yoldan yürüyeceğinizi söyleyebilir miyiz?
Sinema bir yönetmenlik sanatıdır. Ben de öyle yapacağım. Tabii ki senaryo yazmaktan vazgeçmeyerek. Beni koşturacak olan şey o çünkü. Okuyup yazmaya, filmler çekmeye devam.