Endülüs'ün şarkısı
Tarık bin Ziyad denizi ardında bırakıp vandalların yaşadığı topraklara vardığında, ayağını İber Yarımadası’na bastığında, önünde ardına kadar açılan kapıdan girip, 25 bin askerlik ordunun karşısına 700 kişilik askeriyle kahramanca dikildiğinde Endülüs’ün şarkısı da başlamış oldu. O gün, ardında yaktığı gemiler bu şarkının ilk kıvılcımlarıydı.
Şarkıyı sonra Şehzade Abdurrahman kendi masalıyla harmanladı. Abbasiler’in kıyımından kaçan bir Emevi şehzadesiydi Abdurrahman; hanedanın neredeyse hiçbir ferdinin hayatta kalamadığı bir kıyımdan. Bir berberi köle tarafından Fas’a kaçırıldığında 13-14 yaşlarındaydı. Şam’dan Endülüs’e kadar uzandı bu kaçış. Genç Abdurrahman Endülüs’e vardığında dağınık hâldeki Arapları topladı ve Endülüs Emevi Devleti’nin dillere destan serüvenini başlattı. Bir rivayete göre yanında bir hurma fidanıyla varır Endülüs’e. Kurtuba’da o fidanı bir bahçeye diker. O bahçeye her girenin şiirler söylediği bu hurma fidanıyla dertleştiği de söylenir. Belki Endülüs’ün şiiri de o hurma fidanıyla başlamıştır, neden olmasın...
Şarkı böyle başladı çünkü bir toprağın, coğrafyanın, medeniyetin şarkısı tam da böyle neşv ü nema bulur; yangınlarla, acılarla, ardında bıraktıklarıyla, hasretlerle, umutlarla, kahramanlıklarla... Sonra şarkı büyür; girdiği gönüllerde sızlar, oradan sokaklara taşar, toprağından yeşerir, suyundan çağlar, âşıkların gözyaşlarından damlar, hemşerilerinin damarlarında gezinir, uluların nefesine karışır, hoyratlara haykırış olur, kıvrılır, eğilir, dolanır, yükselir de hayatı köşe bucak sarar.
Bu nedenledir ki bir coğrafyanın şarkısı bize ne kadar kendine ait bir söz söyleyebiliyorsa, ne kadar kendi iklimini, rüzgârını bize hissettiriyorsa o kadar katışıksızdır, o kadar hakikidir deriz. Dede’nin bir ferahfeza şarkısını dinlediğimizde İstanbul bütün zarafetiyle gönlümüze dolar. Aynı şekilde Seyyid Derviş’in bir bestesi de bizi bir çöl akşamının rüzgârına savurur. Hiç ölmeyecek şarkılar da onlardır.
Ezan ile flamenko arasında
700 yıldan fazla süren Endülüs ihtişamı da yaşadığı süre boyunca kendi şarkısını söyledi. Hep iç geçirerek, imrenerek, kalbimizde yanık bir “ah”la andığımız, bugünün dünyasından bakınca refahını ve ihtişamını neredeyse hayal etmekte bile zorlandığımız bu uzak diyar bir masal diyarı değil fakat. Acımasızca, vahşice yok edilen, tarihten silinmek istenen, Avrupa’ya insaniliğin, medeniyetin ne olduğunu öğreten bu serüven daima idrakimizde diri tutmamız, hatırdan çıkarmamamız gereken muazzam bir tecrübe.
Endülüs hakkında bildiklerimiz de merakımız da yeteri kadar güçlü değil ama. Biz bu yazıda yalnızca o muhteşem medeniyetin küçük bir cüzünden, muvaşşahlardan bahsedeceğiz. Endülüs müziği deyince mesela zihnimizde uyanan muvaşşahlar değil de flamenko şarkıları oluyor. Çünkü unutmamız istenen flamenko değil, muvaşşahlar. Unutmamız istenen muvaşşahlarıyla Endülüs’ün zarafetini nağmelere taşıyan Müslümanlar. Elbette flamenko da bir Endülüs müziği. Hatta Arap tınılarından, Müslüman müziğinden de etkilenen ama daha çok Endülüs çingenelerinin çalıp söylediği bir müzik.
- Paco Pena “Flamenko, kendine has, eşsiz bir müzik... Özel bir müzik. İstanbul’da namaz için insanları çağıran müezzinin ezanı ile flamenko müziğin ana kampanisi (solo söyleme, solo şarkı) arasında çok büyük benzerlik var. İşte bu yüzden şurası veya burası Arap diyemiyorum. Bu o kadar kolay değil. Fakat bezeme, sesi kullanma kesinlikle Batılı değil, aksine daha Doğulu” der flamenko için.
Birlikte yaşayan farklı din ve milletlerin müziklerinin birbirinden etkilenmemesi mümkün değil elbet. Paco Pena da bu etkinin hakkını teslim etmiş. Muvaşşahlar ise tamamen Endülüs’ün Müslüman Araplarına ait bir müziğin nağmeleridir.
Endülüs’ün en has şarkısı: muvaşşah
Arap müziği, şiiri gibi kadim bir geçmişe sahip köklü bir müzik. Arapların şiir söylemeye olan düşkünlüğünü ve bu konudaki maharetini biliyoruz. Bu mahir kalemler Endülüs’te de söyler şiirini. Muvaşşah da Endülüs’te neşv ü nema bulan bir şiir türü aslında. Bir rivayete göre İspanyol gezginlerinin söylediği aşk ve kahramanlık şarkılarının etkisiyle ortaya çıkan bir tür. Bizim klasik şiirimiz gibi aruz vezniyle yazılan beyitlerden ve mısralardan müteşekkil sanatlı, uzun soluklu şiirler muvaşşahlar.
Zamanla muvaşşahlarıyla meşhur şairler de ortaya çıkmış. Fakat muvaşşahlar şiir olarak kalmamış, aynı zamanda Endülüs müziğinin karakteristik bir şubesi hâline gelmiş. Muvaşşahlar bestelenmiş ya da bir muvaşşahın belli kısımları bir besteye güfte olmuş. Flamenkonun sazı nasıl gitarsa, muvaşşahların sazı da ud olmuş ve ud eşliğinde söylenen muvaşşahlar asırlarca müreffeh Endülüs sokaklarında yankılanmış.
Bu şarkılar halkın son derece rağbet ettiği şarkılar olurken, edebiyat ve eğlence meclislerinin de aranan şarkıları olmuştur hep. Muvaşşah yazan şairler, emirler, valiler tarafından da her zaman desteklenmiş. Bu destek de muvaşşahların yazılmasında, bestelenmesinde ve yayılmasında etkili olmuş. Muvaşşahlar topraklarını bırakıp gelen Arapların hasretine, âşıkların dertli gönüllerine, ayrılıklara yoldaş olurken zaman içerisinde tasavvufu konu edinen ya da mersiye, hiciv içerikli muvaşşahlar da yazılmış. Hatta tasavvuf konulu ilk muvaşşahın Muhyiddin İbnü’l-Arabî tarafından yazıldığı söylenir. Ama bestelenmiş midir, onu bilemiyoruz.
Endülüs müziğinden tavsiyeler
Çok meşhur bir muvaşşah örneğinin incelikli sözlerinin tercümesini de bir örnek olarak aktaralım. “Lamma bada” ismiyle bilinen bu muvaşşahın sözleri aşağı yukarı şöyle:
- O, sallana sallana yürümeye başladığında
- Aman aman...
- Onun güzelliği, cemali beni hayretlere sürükler
- Aman aman...
- Ben gözlerinin esiri hâline gelmişim
- Aman aman...
- O eğilince zaman durur
- Aman aman...
- Ey söz, ey benim şaşkınlıklarım
- Kim benim şikayetime cevap verebilir
- Aşk ve acı hakkında, sevgim ve tutkularım hakkında
- O güzel melek mi (cevap verecek)
- Aman aman...
İlk kez Feyruz (Fairuz) tarafından seslendirildiği söylenen bu muvaşşah, çok fazla isim tarafından icra edilmiş. Muvaşşah örneği dinlemek isteyenler için bu şarkıyı önerebiliriz.
Şarkının en iyi icracılarından biri olan Ghada Shbeir Endülüs müziği üzerine kitapları da olan bir müzisyen. Al-Muwashahat ve Andulusia isimli iki CD çalışması da Endülüs müziği için önemli örnekler. Rima Khcheich ise Endülüs müziğini biraz daha modern tınılar kullanarak icra eden bir başka müzisyen.
Onun da Muwashahat ve Ya Lalalli isimli CD çalışmaları dinlenebilir. Son bir isim de Nesime Şaban. Kendisi diğerlerinden farklı olarak Endülüs mutasavvıflarının şiirlerini besteleme ve icra etme, bu yolla Endülüs müziğini canlandırma ve hatırlatma gayretine sahip Cezayirli bir müzisyen.
Eserlerini icra ettiği çalışması da The Sufi Spirit, Spirit of Love ismini taşıyor... Endülüs Müslümalarının söylediği şarkıları merak edenlere bu çalışmalar cevap verebilir.
Feyruz’dan ya da Ghada Shbeir’den “Lamma Bada”, Fadia Al Haj’dan “Ayuha as-Saki”, Rima Khcheich’den “Hebbi Zorni” isimli şarkıları ise muvaşşah tavsiyelerimiz olarak buraya bırakalım...