Doç. Dr. Şadi Evren Şeker : İleride işlerin %80’ini makineler yapacak
Çocukluğumuzun çizgi filmi “Jetgiller”de izlediğimiz birçok şey artık gerçek: GPS sistemi, akıllı ev, görüntülü konuşma, hizmetkâr robot … Henüz uçan arabalarla işe gidemiyor olsak da günlük hayatımızı kuşatan yapay zekâ sistemler yakın gelecekte bununla karşılaşacağımızın habercisi. Peki, uzak gelecek nasıl olacak? Makineler işlerimizi elimizden alabilir mi? Yapay zekâlar güçlerini birleştirip bilim kurgu filmlerindeki gibi sonumuzu getirebilir mi? Bir kısım bilim insanlarının ikinci sanayi devrimi, bazılarınınsa insanlığın son icadı kabul ettiği yapay zekâyı, İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Doç. Dr. Şadi Evren Şeker ile konuştuk.
Güney Koreli yazar Minsoo Kang Yaşayan Makinelerin Olağanüstü Düşleri kitabında bir insandan hayranlık içerecek şekilde bahsederken onu “makine”ye benzettiğimizi ifade eder.İşinde ne denli üretken ve ehil olduğunu anlatmak için bir yazara yazı makinesi, bir futbolcuya gol makinesi dememiz gibi. Öte yandan bir insandan “robot” diye söz etmek ise onun konuşmasının, hareketlerinin yavaşlığını anlatan küçültücü bir anlam içerir. Sanki bu çelişkili durumu yapay zekâ için de yaşıyoruz. Telefonlarımızı, bilgisayarlarımızı seviyoruz da insan ırkının robotlaşacağı söylemlerinden hoşlanmıyoruz. Yapay zekâyı yanlış mı anlıyoruz acaba, bu kavramdan tam olarak ne anlamalıyız?
Aslında bunların hepsinin özünde insanın doğayı, insanı kontrol etme duygusu var. Bunu köleliğe bile bağlayabiliriz. Yıllarca kölelik diye bir şey yaşandı dünya üzerinde. İnsan neden kendisi için başkalarını çalıştırmak istiyor ve onu nasıl kontrol edeceği ile ilgili sistemler kuruyor?
Birçok düşüncenin, ülke yönetiminin, politikanın içinde bununla ilgili yerler var. İnsan kendi işleri için bir şeyleri kontrol etmeyi daha üst bir hedef için de, tamamen kendi zevki için de isteyebiliyor. Sonuçta insanın böyle bir dürtüsü var.
Doğayı kontrol etmeye başladığı ilk andan itibaren insan, aslında kendisi için onu evirmeye, dönüştürmeye de çalıştı. Biz bunların ikisinin birleştiği bir dönemde yaşıyoruz. Bakarsanız bir tarafta yıllardır bize hizmet eden doğa, orada keşfettiğimiz bir sürü unsur ve yıllardır insanlığın diğer insanları kendisinin hizmetinde kullanma amacı var. Bunu günümüzde şirket çalışanlarına da benzetebiliriz. Her maaşlı çalışan da belki birilerinin emeline hizmet ediyor. Bu da çok tartışılan bir şey.
İnsanlar aslında en değerli varlıklarından vazgeçmeye eğilimliler. Yani düşünün sizi siz yapan varlığınızı, kimliğinizi, kişiliğinizi bir kenara koyup bir şirket kimliğinin altında çalışabiliyorsunuz. Bu durumu, yapay zekâda çok büyük bir tartışma olduğu için anlatıyorum. Biraz konuyu açmak derdindeyim. Çünkü yapay zekâ da bir insanın kimliği-kişiliği altında şekilleniyor.
Aynı şekilde bu doğayı ve insanı kontrol dürtüsünün birleştiği ve bize insansı olarak hizmet edebilecek doğa dönüşümüne tanık olduğumuz bir dönemde yaşıyoruz.
İnsansı robotları aslında biraz böyle yorumlamalıyız. İnsanı insan yapan zekâ ve bedeni var eden de toprak ise -ki bilgisayarlar da taştan topraktan şeyler- o zaman aslında insanın kendine hizmet ettirmek için yıllardır hayalini kurduğu şeyi bulabileceği bir döneme girmiş oluyoruz. Yapay zekâ çalışmaları burada insanın dürtüsüyle, isteğiyle örtüşüyor.
Sizin sorunuzdaki o makine, mekanik veya insan kavramlarına geldiğimizde bir kölenin robottan, bir robotun insandan farkı nedir sorgulaması yapıyoruz. Aslında ikisi bu anlamda aynı şey. Çünkü o dürtüyle çıkan, doğayı ve insanı değiştiren, insanın ruhunu, bedenini veya doğayı köleleştiren zihniyet aslında aynı zihniyettir. Sadece araç ve kullanıldığı yer farklı. Şu anda ise aynı yerde birleşmiş durumdalar.
O zaman insanlar kendi kölelerini yaratmak için yapay zekâyı geliştiriyorlar, diyebilir miyiz?
Doğru. Bir sürü dinde de karşılığını bulabilirsiniz bunun.
Mesela “Golem” diye bir kavram var Yahudi literatüründe; Yahudi ırkına hizmet edecek kilden veya topraktan yapılmış bir hizmetkâr. Baktığımızda şimdiki robot tarifine çok benziyor, taştan topraktan yapılmış ve Musevi halkının koruyucusu olarak tarif ediliyor. Antik Mısır’da ise buna benzer kölelik sistemlerini bulabilirsiniz.
Örneklerde, insan bedeninin makineye, robota dönüşmesine kadar da gidilebilir. Çünkü organların yerine exoskeleton denilen ve iskeletimizin dışına giyilebilecek bir giysi yapıldı. Yaptığımız güç gerektiren bazı hareketlerin kolaylaştırılabilmesi sağlandı. Bir insan koşuyorsa daha hızlı koşması, zıplıyorsa daha uzağa zıplaması gibi askerî amaçlarla kullanılıyor.
Bu, bir inşaat işçisinin robotun içine girip veya o makineyi üzerine giyip iş gücünü artırması için de uygulanabilir. Bunların hepsi aslında makineleşme ve insanlaşma ayrımında aynı amaca hizmet ediyor. Sadece insan orada doğanın bir parçası ve diğer dönüştürülen doğa unsurları gibi insan da dönüştürülüyor.
Yapay zekânın kendi kendini geliştirmesi, öğrenmesi mümkün mü? Şu anda yapay zekâya insanlar öğretiyor, biz kullanıyoruz.
Durum yakın geçmişe kadar böyle idi. Şu anda kendi kendine öğrenen ve hatta nasıl öğrendiğini açıklayamadığımız sistemlerimiz var. Eskiden kendi yaptığımız şeyi anlatabilirdik. Özellikle yapay sinir ağları (neural network) kavramı eski bir kavramdır. Ama kullanışlı değildi çünkü çok fazla kaynak ve işlemci gücü istiyordu. Bunlarda çok büyük devrimler yaşandı.
Şu anda GPU (Grafik İşlemci Ünitesi) dediğimiz, çok daha ucuza ve daha yüksek hacimlerde bulunabiliyor. Bu gelişme, bizim o yapay sinir ağları kavramını canlandırdı ve kullanılabilir hâle getirdi. Şöyle çalışıyor: İnsan beynindeki nöron ve sinaps çalışma mantığını simule ediyor.
Orada “real learning, adapting learning” dediğimiz kavramlarla bir problemin içine bu yöntemle geliştirilmiş dünyanın en aptal yapay zekâsını bıraksanız bile zaman içinde kendisini o ortamdaki öğrendiklerine göre geliştirip güncelleyebiliyor. Tekrar geliştirip güncelleyip, sonunda çok zeki olan bir sisteme dönüşebilir. Bunun örneklerini GO oyununda gördük.
“Yapay zekâ GO oyununda insanı yenemez çünkü GO hissiyata dayanan bir oyun” deniyordu ama bilgisayar insanı yendi. Orada da aynı teknik kullanıldı. Tarihte bilinen bütün GO oyunlarını bilgisayara yüklediler sonra “Senin için bunlar da yeterli değil, sen bu oyunlar üzerinden etüt ettiklerini git kendinle binlerce kez oyna” dediler. Oynayan da rakibi de kendisi oldu. Kendisini böyle geliştirdi.
Hiç kimse bir bilgisayar olan bu AlphaGo oyuncusuna GO’yu nasıl oynaması gerektiğini söylemedi. O kendi kendine öğrenerek bu seviyeye ulaştı. Dolayısıyla şu anda AlphaGo’nun neyi nasıl düşündüğünü bilmiyoruz, açıklayamıyoruz. Bu gelişim sürecinde de neler yaşandığını açıklayamıyoruz. Çok uğraşsak -ki bilimde çok hedeflenen bir alan değil bunu açıklamak- belki açıklayabiliriz. Ama sonuçta ulaştığı nokta bizim kontrolümüzün ötesinde.
Sizin bahsettiğiniz bu yazılımın kendi kendine öğrenmesi bir bebeğin zihni, düşünme eylemi ve öğrenme biçimine benziyor.
Bu yöntem bilgisayar bilimlerine biyolojiden, genetikten girdi zaten. Biz de oradaki modeli alıp bilgisayarda uyguladık. Bunlar daha üst çatıda evrimsel algoritmalar olarak geçer. Zaman içinde gerçek hayatın yapmış olduğu etkilerle kendisini evirebiliyor.
Her veriyi ayrı bir boyut olarak düşünürsek, bu sınırsız boyutun olduğu bir dünyadır. Orada yapay sinir ağı ile ilgili bazı detaylar var tabii. Girdi katmanının kaç tane nörondan oluşacağı belki boyutu sınırlıyor olabilir. Ama onlar da önüne çok kolay geçilebilecek ufak detaylar bizim için.
Hepimizi işsiz bırakacaklar!
Yapay zekâ bir gün insanlığın sonunu getirecek bir bilince ulaşabilir mi? Bizim için ne gibi tehditler söz konusu?
Hepimizi işsiz bırakacaklar! Şaka bir yana gerçekten işsiz bırakacaklar. Şöyle açıklayayım. Genelde “İnsanlığın sonunu getirir mi?” soruları üç başlık altında toplanır. Bunların birincisi yapay zekâlar bizden daha zeki bir seviyeye ulaşıp bizi tamamen kontrol altına alacaklar yorumudur.
Yani geçmişteki Spartaküs gibi kölelerin ayağa kalkıp insanları köleleştirmesi ve aslında aracın amaca, amacın araca dönüşmesi süreci yaşanır mı? Bu bir tehdit. Ama şu an ulaştığımız bulgular bize bunu göstermiyor. İnsandan zeki bir yapay zekâ olması lazım ki insanı alt edebilsin.
İnsandan daha zeki bir yapay zekâ olma sınırı nedir?
En az insan kadar zeki olmaktır. Ama bunu yapabilen bir yapay zekâ henüz ortada yok. Herhangi bir çalışmanın neticesinde öyle bir zekâ çıkmış mıdır ki kendinden daha zeki bir zekâ örneği olsun? Bu sorunun cevabı: hayır. Dolayısıyla şu an itibariyle böyle bir zekâ tehdidi görmüyoruz. Ama bilim hayretlerle doludur, ne olacağını da bilmiyoruz.
İkinci başlık, yapay zekâların bir silah olarak kullanılması ve toplu ölümlere sebep olmasıdır. Bir savunma sanayiinde gözle görünemeyecek kadar ufak nanorobotlar, -ki bunlar sürü hâlinde hareket edebiliyor- bir insanın öldürülmesine kadar gidebilecek bir silaha dönüşebiliyor. Veya bildiğiniz uçan ve yürüyen dronlar... Böyle bir sürü proje var.
Pentagon’un savaş robotu Atlas’ın engelli arazide yürüyebildiğini, darbeler karşısında tek ayaküstünde durabildiğini gördüğümüzde, bilim kurgu filmlerinde izlediğimiz kıyamet senaryolarına çok yaklaşmış olduğumuzu hissediyoruz.
İşte “Bunların, bir ülkeye saldırı sırasında silah olarak kullanılıp veya kontrolden çıkarak bütün dünyayı bir anda ele geçirmeleri mümkün mü?” sorusu var. Bu da yapay zekânın suçu değil. Yani insanlık tarihinden beri bıçak, milyonlarca kişinin ölmesine sebep olmuştur ama onu kullanmaya devam ediyoruz.
Bıçak hepimizin evinde var. Bu bıçağın suçu değil. Orada yapay zekâyı kimlerin, ne için planladığı sorunu var. Üçüncü bir tehdit var ki bu biraz daha yakın gelecekte başımıza gelecek bir şey. O da yapay zekâların işlerimizi elimizden alacak olmasıdır.
Şu an icat etmeyi bıraksak, yeni hiçbir şey icat edilmese ve mevcut icatlar hayata geçirilse bile bildiğimiz işlerin %80’ini makineler yapabiliyor, insanlara gerek yok.
İşsizliğin %80 olduğu bir dünya!
Maalesef ki öyle olacak. Bu büyük bir problem. Kendi kendine giden araçlar var değil mi? Google’ın şoförsüz arabaları var. 2,5 milyon mil test yapıldı. 4 milyon km yol gitti bu arabalar ve sadece 60 civarında kaza var. Ölü, yaralı yok. Google çok başarılı bu konuda. Düşünün bütün taksi, otobüs, kamyon, tır sürücülerinin işsiz kaldığını. Araba kullanan herkesi, hepimizi kapsıyor bu teknoloji.
Eşyaların interneti diye bir şey var. Araç kendi kendine gidiyorsa sizi evinizin önünde indirip, nereye park edeceğini otopark mafyasıyla konuşacak. Nerede şarj edileceğini, gidip şarj istasyonları ile konuşacak; nerede ucuz, nereye gidebilir, neresi yakın...
Bunları da kendi kendine sizin dahliniz olmadan yapay zekâ olarak çözecek. Böyle bir dünyada insanların ne yapacağı sorusu çok önemli. Çünkü %80 işsizin yanında geri kalan %20’ye de mutlu bir hayat vadetmiyor bu gelişmeler. Düşünün o hayatı.
Üç tehdide tekrar bakacak olursak birincisi hakkında bir bulgu yok ama olmaz diye bir garantimiz de yok. İkincisi savunma sanayiinde uzun süredir kullanılıyor, daha da kullanılacak. Orada ne çıkacağı biraz insanın kendi ikilemi.
Üçüncüsünde ise icatlar tamamlandı, gelmesini bekliyoruz, ama geciktirmek istiyoruz. Bütün ülkeler daha geç gelsin diye uğraşıyor çünkü hiçbir hükûmet %80 işsizliği kaldıramaz.
Yeni iş kolları doğurmayacak mı bu durum?
Yeni doğan iş kolları hep daha küçük olur. Banka örneğini verelim. ATM’ler ve internet bankacılığı olmadığı zaman banka şubesinde şimdiye göre belki 3-4 kat daha çok insan çalışıyordu.
Hesabınızla ilgili işlem yapmak istediğinizde, banka memuru gidip defterlerinizi açıp bakıyordu, “Şu kadar paranız var” diyordu, oraya yazarak kaydediyordu filan. Böyle bir adama artık gerek kalmadı.
Bilim kurgu filmlerindeki sanal gerçeklik oyunlarının içinde mi yaşayacağız o zaman? Bu kadar yüksek bir işsizlik, “Koltuklarınıza oturun, başka âlemlerin içinde var olun” mu diyecek bize?
Bu çok tartışılıyor. Arabanın kendi kendine gitmesi çözüldü, bu dediğim şeyler olacak. Şunu öngörebiliriz; bazı yerlerde insanlık bu teknolojinin, yapay zekânın kullanılmasını engelleyecek.
Mesela kalacak meslekler arasında kuaförlük ve berberlik olduğu öngörülüyor. Normalde makine bunu çok rahat yapabilir ama kimse kafasını makinenin içine sokmak istemeyecek diye bir görüş var. Veya bir hâkimden çok daha iyi karar verebilir bir yapay zekâ. Fakat kimse bir insanın ölümünün kararını, bir makinenin vermesini istemez.
Bir ülke yönetimini de çok iyi yapabilir... Bakın bunlar başka dirençler. Teknolojiye karşı bir direnç her zaman vardır. Sonuçta araba kendi kendine gidecek mi, gidecek; bundan kaçamayız artık. Sorunumuz ne zaman geleceği! İşlerimizi %80 makinelerin yaptığı bir dünyada nasıl bir hayat yaşayacağız konusuyla ilgili bir sürü bilim kurgu literatürü var. Dediğiniz gibi bir sanal dünyada da yaşayabiliriz.
Şu anki ekonomik modelin değişmesi ihtiyaç ekonomisine bağlı. Giyinmek için, yemek için para ödüyorum değil mi? Bunların hepsi makineler tarafından karşılanırsa belki para ödemeyeceğim de bana bu hizmeti devlet verecek. Herkese aynı üniforma giydirmek şeklinde de düşünmeyin, istediğim elbiseyi yine internetten seçebileceğim.
İstediğim kupayı seçip üç boyutlu yazıcıdan çıkaracak, içine suyumu doldurup içebileceğim. Böyle bir dünyada benim istediğim şeyi yapma hakkım varsa ve bunu makineler benim adıma yapıyorsa o zaman benim ne yapacağım sorusu ortaya çıkıyor. Bu da değişik ekonomik modellere gidiyor.
Kötü modelin örneği insan nüfusunun çok fazla olduğu ve bunun savaşlarla dengeleneceği. Daha iyi modeller ise eğlence, oyun ekonomisi olarak ele alınabilir. Ama kreatif işlerin artacağını görüyoruz. Buluş yapmak, sanatsal faaliyetler gibi… Makinelerin biraz daha arkadan geldiği konularda insanların öne çıkacağını anlıyoruz.
Müzik, resim, edebiyat gibi sanat dallarına çok el atamayacak makineler diyebilir miyiz?
El atıyorlar aslında, şu anda da var. Resim yapan, şiir yazan, senaryo yazan makineler deneniyor. Ama ne kadar insana dokunuyor, çok tartışılır. Bir de şunu görmeniz gerekiyor, mesela senaryo yazan yapay zekâ… Bunlar daha önce yazılmış senaryoları çalışıp oradan bir şeyler birleştirerek yapıyor.
Dolayısıyla orada ana tohumu atan insandır. İnsandaki duygu, aşk, hayret, hikmet gibi kavramlar bunu besler. Orada bir tohum olması lazım ki o, makinelerde olan bir tohum değil. Bizim öğretebildiğimiz, kendimizden geçirebildiğimiz, kendimizden kopyalayabildiğimiz kadarıyla makinede var oluyor. Sanat dalları şu an biraz daha uzak gözüküyor.
Tıpkı GO oyunundaki gibi yüklenen senaryolardan kendi kendine daha iyisini yazmayı öğrenemez mi?
GO kuralları belli olan bir oyun. Bunun oynanması ve öğrenilmesinden bahsediyoruz. Senaryo yazmanın da teknik bazı kuralları vardır ama daha çok ilhama, duyguya bağlıdır. Bu nedenle makinelerin yazdıkları senaryolar çok rağbet görmüyor. Google’ın yazdığı kısa bir senaryo vardı ve senaryonun başka yerlerden kes-yapıştır olduğu anlaşılıyordu.
İnsan, birçok alanda makineyi tercih etti
Yapay zekâ hangi alanlarda kullanılıyor? Bize sağladığı, sağlayacağı avantajlardan bahseder misiniz? Ne tür problemlerimizi çözebilecek?
Her alanda kullanılıyor. Şu an elimizdeki telefonlar, arabalarımızın içindeki robotlar yapay zekâ. “Yapay zekâ nedir?” tartışması da onun limitleri de her geçen gün gelişiyor ve değişiyor. Eskiden yazı yazabilmek sadece insanın yapabileceği bir şeydi. Veya basit matematik işlemlerini sadece insanlar yapabiliyordu ve yetenekli insanlardı bunlar.
Günümüzde insanın yapay zekâdan beklentileri ve bu zekidir dediği limitler çok farklı boyutta. Bu boyuttan bakınca her şeyi yapay zekânın içine koyabilirsiniz. Şu an insanı şaşırtan şeylerden biri bizim çok iyi eğitimler verdiğimiz alanlarda, yıllarca yetiştirdiğimiz insanların yaptıklarını yapay zekânın yapabilmesi. Nedir? Mesela on beş yıllık tecrübeli bir tıp doktorundan daha iyi teşhis koyabiliyor olması.
Buna şaşırıyoruz değil mi? Yapay zekâya dişim ağrıyor diyorsunuz, size soruyor: “Dışarıdan içeri mi, içeriden dışarı mı?” Birkaç soru sonra, “Üç saat sonra kalp krizi geçirme riskin” var diyebiliyor. Bir diş doktorunu diş için, kalp doktorunu kalp için eğitiyorsunuz. Hepsini bilen bir yapay zekâ birbiriyle bağdaştırarak çok daha iyi teşhis koyabiliyor.
Gidip bir sürü tahlil yaptırdıktan sonra bile doktor bize teşhis koyamayınca tabii ki yapay zekâ doktorları tercih edebiliriz.
İnsan makineyi çoktan tercih etti. Yani bir cep telefonu bir makine midir? Makinedir. Cep telefonu ile gidebildiğiniz yerleri düşünün, bir arkadaşınızla gidebileceğiniz sınırları düşünün.
Mesela yapay zekânın hukuk alanında ABD’deki en iyi avukatlık bürosundan daha iyi ön dosya hazırladığı ortaya çıktı. Buna benzer örnekler giderek artıyor. IBM Watson bu konuda başarılı. Bu da şunu gösteriyor:
Bizden daha zeki yapay zekâlar üretebiliyoruz. Ama ileride insanlar başka bir boyuta evrilebilir, o zaman kavram değişebilir. Bunu insanlık tarihinde kaç kez yaşadık. Dolayısıyla o kavram esnek olduğu sürece de yapay zekâlar hep başka yapacak işler bulacak.
Biz işsiz kalacağız, onlar kendilerine iş alanı yaratacaklar. Galiba o zaman da işsizlik kavramı değişebilir.
Aynen öyle. İşsizliğin ne olduğu zaten çok tartışılıyor. Şu an gizli işsizlik denilen şey var. Şu an devlet memurlarının yüzde kaçı gerçekten efektif olarak çalışıyordur?
Hindistan, Çin, Güney Kore bu işin neresinde, biz Türkiye olarak neresindeyiz?
Yapay zekâ çalışmalarında genel olarak teknolojiyi geliştiren, motive eden şey bir ihtiyaçtır. Savaşlar zamanında hep büyük buluşlar yapılıyor: jet motoru, radar vb. Çünkü savaştasınız, ihtiyacınız var. Teknolojinin gelişiminde ihtiyaç önemli bir motivasyon faktörüdür.
Böyle baktığınızda şu anda ABD’de 1,3 milyar kullanıcısı olan bir sosyal ağ var. Bir arama motoru bütün dünyadaki interneti indeksleme derdine sahip ve bu bir ihtiyaç doğuruyor. Çin’de 800 milyon kullanıcısı olan bir sosyal ağ ihtiyaç doğuruyor. Bu hangi ülkede olursa orada ihtiyaç doğurur ve orada bunu geliştirmeye çalışırlar.
Türkiye’de böyle bir ihtiyaç yok. Türkiye, Avrupa pazarının içinde ortalarda iyiye yakın bir ülke durumunda. Bizden kötü çok ülke var. Macaristan, Bulgaristan falan bizimle hiç yarışamayacak ülkeler. Avrupa pazarındayız ama Avrupa bu alanda iyi bir yerde değil, onu da söyleyelim.
Avrupa pazarındaki bütün ülkeleri topluyorsunuz hepsinden daha ilerideki ülkeler olarak Çin, ABD’yi görebiliyorsunuz. Bu arada son iki yıldır Çin’de yapılan veri bilimi ile ilgili makale sayısı ABD’yi geçmiş durumda.
Sanal oyunlarda iddialı takımlarımız var, özellikle futbolda. Neden oyunlarda bu kadar iddialıyız da yazılım, donanım, üretim konusunda iddialı değiliz? Yazılımcıların beyin göçüne engel olabilecek duruma gelebilecek miyiz?
Beyin göçü var. Engellemek istiyor muyuz, ayrı bir tartışma. Engelleyebilir miyiz, ayrı bir tartışma. Ama oyunlar bunu engeller mi? Hayır. Gamer’ların özellikleri bizim “beyin” dediğimiz bir şeyler üretebilen insanlarınkinden çok farklı.
Ben yıllarca oyun oynadım, hâlâ da oynuyorum. Bir refleksinizin çabuk olması, hızlı düşünebilmek, hızlı inisiyatif alabilmek orada çok önemliyken, belki bilimsel araştırma için bunlar çok da mühim olmayabilir, başka yetenekler gerekebilir. Sonuçta çıkan şeyler de çok farklı. Oyunda çıkan şey bir skordur, puandır, sayıdır; bilimden çıkan şey yapay zekâdır, robottur.
Burada tüketici olma durumu söz konusu. Oyuna daha hızlı adapte oluyoruz.
Türkiye ben kendimi bildim bileli en son teknolojiyi kullanan bir ülkedir ve hep ümit verir. Bu hiç değişmedi, değişmez. Türkiye’nin konumunu doğru anlamak istiyorsanız, dünyadaki 18. ekonomi olduğunu unutmamalısınız. Bu, diğer her şeyle de ilişkilidir. Balıkçılıkta da, ziraatta da bir yerlere oturur Türkiye.
Tabii bu alanlarda da birinci olamaz. Birinci olduğu alanları görmek için çok niş alanlar bulmanız lazım. Ama Türkiye ellinci de olmaz. Şöyle de diyebiliriz, herhangi bir savaş durumunda 60. ülke bize saldırıyorsa hiç şansı yoktur. Ama birinci ülkeye karşı da bizim şansımız yoktur. Bu durumu reel bir şekilde görmek lazım. En son teknolojiyi kullanıyor ama üretmek istiyor mu?
Ben Türkiye’nin üretmek istemediğini düşünüyorum. Ülkemizin öyle bir motivasyonunun olmadığını çıkartıyorum. Bu aslında şunları da sorgulamayı gerektiriyor: Biz neden ülke olarak her şeyimizde tembellik ediyoruz? Neden bunu kırmak istemiyoruz? Bir şeyleri birilerine devredelim, bizim adımıza yapılsın düşüncesi çok fazla var ülkemizde. Bunu siyasetten dine kadar her yerde görebilirsiniz.
Araştırıp bulalım, katılımcı olalım, mücadele edelim gibi şeyler ülke kültürümüze uymuyor. Başka ülkelerde hayati olan, bizde ise hiç önemli kabul edilmeyen şeyler var. Bu bir denklem, yıllarca gelen kültürel kodlarla ilgili bir şey.
Bugüne kadar Türkiye bunu kabullenmiş durumda, değiştirmek isterse değiştirecek gücü olduğuna da inanıyorum. Ama esas soru değiştirmek istiyor mu?
Ben küçükken bilgisayar benimle ilgili hiçbir bilgiyi toplamıyordu
Türkiye’de bir yapay zekâ laboratuvarı var mı, buna kafa yoran kaç insan var, bireysel mi kalıyorlar yoksa kolektif bir çalışmaları var mı?
Teknoloji gelişim sürecinde şimdiye kadar gördüğümüz başarı hikâyelerinin büyük kısmı endüstriden çıkan şeyler. En iyi bilişim firmalarını sayalım: Google, Microsoft, Facebook falan...
Bunların hiçbiri devlet şirketi değil. Bunlar sektördeki ihtiyaçlardan çıkan şeyler, özel sektöre çok fazla rol düşüyor. Ama biliyoruz ki bu özel sektördeki başarılar da devlet tarafından kontrol edilmek zorunda. Devletin tanımı gereği bizi koruması gerekiyor. Belki orada tehdit oluşturan ama aynı zamanda da teşvik edilmesi, yönlendirilmesi gereken şeyler var.
Yapay zekâ kısmına gelince Türkiye’de çok fazla çalışma var. Ben TÜBİTAK hakemliği de yapıyorum, değişik yerlere gidiyorum. Yıllar içinde tanıdığınız bir sürü insan oluyor. Ona dayanarak söyleyebilirim ki çok iyi projeler yapılıyor. Zaten uzun süredir, Türkiye’nin teknik anlamda çok yeterli bir ülke olduğunu, çok yeterli insanları olduğunu düşünüyorum.
Gördüğüm kadarıyla soft power gibi yönetimsel sıkıntılardan dolayı heba olup gidiyor bazı çalışmalar. Hep verdiğim bir örnektir, en iyi bilgisayar mühendisinin başına kötü bir yönetici koyun oradan hiçbir şey çıkmaz. Ama en kötü bilgisayar mühendisinin başına iyi bir yönetici koyun, iyi bir şey çıkar.
Biz biraz yönetimde, pazarlamada kaybediyoruz. Hâlâ dünyada bilinirliği en yüksek firmamız Türk Hava Yolları, o da her yere uçtuğu için.
Bir marka üretmekte sıkıntılarımız var. Bunlar hep birbirine bağlı şeylerdir. Derslerde de örnek olarak veriyorum: “Facebook’u Sudan’a götürdünüz. Batar mı, ne kadar zamanda batar?” Soruya bir cevap bulalım diye sormuyorum aslında, farkındalık için soruyorum.
Bir ülkede bir teknoloji firmasının başarılı olması, o ülkedeki eğitim, hukuk, vergi sistemleri gibi bir sürü şeye bağlıdır. Bunları da yapanlar aslında o firmalardır. Firma sadece bir ürün çıkarıp ben Facebook’u yaptım bitti, demez. O, eko sistemiyle birlikte önemlidir. Bugün Google’ın bir sürü üniversite öğrencisine burs vermesi gerekiyor, niye? Oradan çıkacak adamlar o sistemi besleyecek olan, sistemi devam ettirecek olan kişiler. Bunların hepsini bir sistem olarak düşünmek lazım.
Devlet Türkiye’de TÜBİTAK başta olmak üzere bir sürü kaynağa destek veriyor. Ve bunların çok iyi, çok hızlı bir şekilde arttığını görüyorum ben. İyi kötü de 20 yılını gördüm bu dünyanın. Bu, yıllar içinde giderek gelişti. Özellikle de son yıllarda savaşlardan dolayı yerlileştirmeye çok büyük yatırımlar yapıldı.
Bunların faydalarını belki de çok uzun zaman sonra göreceğiz. Uzun vadeli yatırımlar bunlar. Bu açıdan ülkemizin çok iyi bir yolda gittiğini düşünüyorum. Başka işler de var. Mesela birazcık bu işlerden anlayan birisi olarak söylüyorum, Microsoft belki de yirmi kere batacak bir firmaydı. Batmaması için çok eminim ki Amerika’daki istihbarat örgütünde bir ekip, bunu nasıl daha başarılı yaparız, diye kafa yoruyor.
Bu işin istihbaratı da var, vergi sistemi de var. Bu sadece bir firmanın başarısı olmamakla birlikte sadece devletin yapacağı bir şey de değil. Bunlar takım işidir. Organize olunması gerekiyor. Çünkü bir yerde açığımız olduğunda oradan golü yiyoruz. O yüzden çok sistemli olarak düşünülmesi gerekli. Türkiye gördüğüm kadarıyla iyiye gidiyor bu anlamda. İnşallah daha da iyi olacak, diyelim.
Harari, Davos’taki konuşmasında “Asıl devrim yapay zekâ değil, bilgi teknolojileri ve biyoteknolojinin birleşmesidir” dedi ve dijital diktatörlük çağının kapıda olduğu mesajını verdi. Katılıyor musunuz?
İnsan bedeninin makineye dönüşmesi, organların yerine makinelerin yerleştirilebiliyor olması… Benim çalıştığım alan veri bilimi (data science). Biz bunu kullanarak bir insanın neler yapabileceğini tahmin edebiliyoruz. Ona göre de aksiyon alabiliyoruz. Çok anlatılan bir örnektir.
Target diye bir firma var Amerika’da, bir kızın hamile olduğunu tahmin ediyor. Kız reşit değil, böyle bir şey olamaz diye kızın babası firmayı dava ediyor. Sonra ortaya çıkıyor ki gerçekten de firma aileden daha iyi tahmin etmiş. Evdeki şeylerden babadan önce, bir veri biliminin haberi olabiliyor. Bu, yapılan bir şey. Türkiye’de de bununla ilgili yapılan çalışmalar var.
Özellikle pazarlama alanında çok öndeyiz. Zaten motivasyon güçlerinden birisidir pazarlama. Bugün Netflix firmasının %75’i veya Amazon’un geneli bu tavsiye algoritmasıyla çalışıyor.
Koskocaman dev şirketin gelirini tavsiye algoritması belirliyor. Bunlar artan boyutlarda ama şu an ulaştığımız bilgi çok daha kısıtlı. Nedir? Bir web sitesine bir kişi girecek de orada birkaç yere bakacak, tıklayacak, bir şeyde biraz durup okuyacak ki bunları ölçeceğiz. Sonra o adamın neyi seveceğini veya neyi olduğunu öğreneceğiz. Bir kız, bebekle ilgili bir şeye baktıysa hamile olabilir diye bir sonuca varacağız. Bunlar daha sınırlı aşamada.
Bundan sonrası için şöyle düşünürsek daha kolay anlaşılabilir. Her yerde artık bizimle ilgili kayıtlar tutulmaya başlandı. Ben küçükken internet yoktu. Bilgisayar benim belli bir yaşa geldikten sonra alabildiğim bir şeydi ve benimle ilgili hiçbir bilgiyi toplamıyordu.
Fakat şimdi 30 yaşındaki birisinin diyelim ki bir şey alırken kararını tahmin edecek olan robot, onun üç yaşında hangi hastalığı geçirdiğini, dört yaşında hangi filmi izlediğini, yedi yaşında öğretmeniyle olan problemini, on beş yaşında arkadaşıyla yaşadığı kavgayı bilerek tavsiyede bulunuyor. Aslında bu, insanların her yönden yönlendirilebilmesi anlamına geliyor. Ve uzun vadeli bir olay.
Sadece bir kararın yönlendirilmesi değil. Onun kariyeriyle ilgili, hangi mesleği seçeceğinden tutun, hangi şirkette çalışacağı, ona hangi alanlarda görev verilebileceğine kadar bir sürü şeyin aslında bu makineler tarafından yapılabileceği anlamına geliyor.
Tabii bu çizdiğimiz senaryo, olacak diye bir şey yok. Bununla ilgili çok ciddi rezervler var, olmayacağına yönelikte iddialar var. Ama siz Harari’yi sorduğunuz için, konuyu onun bakış açısıyla açtığımda bunları söyleyebilirim.
Black Mirror’ı izliyor musunuz? Dizi, seyredenleri neden bu kadar tedirgin ediyor?
Evet, izliyorum. Son sezonu izlemedim henüz. İnsan psikolojisi ile ilgili bir şey. Ben psikolojik analiz yapamam, o konuda uzman değilim. Neden rahatsız ediyor? Söyledikleri şeyler olası, gerçek şeyler çünkü. Ve gerçek genelde insanı rahatsız eder.