Çaresizlikten umuda: Arvan’a nefes olmak

YAHYA AĞA TANRIKULU
Abone Ol

İşim gereği genç yaşımda farklı coğrafyalar ve kültürler görme fırsatımoldu. Yeryüzü Doktorları’yla Afrika’dan Orta Doğu’ya ve Asya’ya onlarcaülkede farklı yaşanmışlıklara şahitlik ettim. Küçük bir enfeksiyondanuzuvlarını kaybetmiş insanlar, annesi doğum esnasında öldüğü için beslenmeyetersizliğinden hayatını kaybeden bebekler ve zamanında tedavi edilmediğiiçin görme yetisini yitirmiş yüzlerce insan… Konuştuğum, derdini dinlediğiminsanların öyle büyük büyük isteklerinin olmadığını görmek beni derindenetkilemişti. Hepsinin tek dileği sağlıklarına kavuşabilmek, tekrar görebilmekve aile bireylerinin karnını doyurabilmekti. Tanıdığım bu insanların içerisindeöyle biri vardı ki, ne bir söz ettiğini, ne güldüğünü ne de ağladığını gördüm.Altı yaşında, esmer, zeytin gözlü dünyalar güzeli bir Afgan oğlanı: Arvan.

Apayrı bir heyecan

Asya’ya ilk ziyaretim 2018 yılının Kasım ayında Pakistan’a olmuştu. Oradaki insanların Türklere karşı muhabbetinden çok etkilenmiştim. Coğrafyalarına has kültürleri ve misafirperverlikleri insana yeni yerler görmenin, yeni insanlar tanımanın ne güzel bir duygu olduğunu hatırlatır cinstendi. Orada geçirdiğimiz vakit boyunca Afganistan’a dair de çok şey dinledim. Çok farklı milletlerin bir arada yaşadığını, soğuk savaşın son cephesi olduğunu, insanlarının çok asil ve çalışkan olduğunu ilk orada duymuştum. İçten içe Afganistan’a gitme isteğim artıyordu.

İçten içe Afganistan’a gitme isteğim artıyordu.

Pakistan’dan döndükten bir ay sonra dileğim gerçek oldu. 2019 yılının ocak ayında kulak-burun-boğaz alanında bir cerrahi ekibin Afganistan’da tedavisi yapılamayan vakaların ameliyatlarını gerçekleştirmek üzere, başkent Kabil’e gideceğini ve bu ekipte proje koordinatörü olarak görevlendirildiğimi duyunca, ben iyi ki bunu istemişim deyiverdim içimden.

Vaka listelerinin oluşturulması, ekibin belirlenmesi, tüm medikal ekipmanların ve malzemelerin hazırlanması ve izin süreçleri derken bir aylık hummalı bir hazırlık süreci geçirdik. Ardından 18 ocak günü alanında uzman sekiz kişilik ekiple Kabil’e vardık. Dünyada hava kirliliğinin en fazla olduğu şehrin Kabil olduğunu biliyorduk fakat koyu gri bir gökyüzü ile karşılaşmayı hiç beklemiyorduk. İki bin rakımda bulunan Kabil’in kış aylarında hava sıcaklığı eksi yirmiye kadar düşüyordu ve yakacak bir şey bulamayan insanlar araba lastiklerini ve atık yağları yakarak ısınmaya çalışıyorlardı.

  • İnsanların yüzlerinde yıllardır çektikleri sıkıntıları ve ızdırabı gördüğünüzde, yaşadıkları acıları dinlediğinizde boğazınız düğümleniyordu. Tüm bu zorlukları gördükçe ekibin morali bozulmuyor hatta tam aksine motivasyonu daha da artıyor ve ameliyatlara başlamayı dört gözle bekliyorlardı.

Yarınları çalınmış insanlar

Afganistan’daki o görüntüler aklıma Khaled Hosseini’nin Uçurtma Avcısı kitabındaki şu diyaloğu getirmişti: “Şimdi Mollalar ne derse desin yalnızca bir günah vardır. Tek bir günah… O da hırsızlıktır. Onun dışında bütün günahlar hırsızlığın bir çeşitlemesidir. Ne demek istediğimi anlıyor musun?” O zaman bu satırları okuduğumda yazarın ne demek istediğini anlayamamıştım. Fakat o topraklarda, o insanların gözlerinin içine baktığımda hemen anladım. Bir insanı öldürürsen, görünürde bir hayat çalarsın. Oysa giden bir babadır, bir eştir, bir evlattır. Afganistan’da kırk yıldır devam eden de düpedüz bir hırsızlıktır. Yalan söyleyen aslında birinin gerçeği bilme hakkını da çalar. O topraklarda çocukların yarınları çalındı fakat umutları hala filizleniyor.

Güvenden öte teslimiyet

Türk doktorlara olan güveni dünyanın farklı coğrafyalarında tecrübe etme şansım oldu fakat Afganistan’da gördüğüm güvenden de öte teslimiyetti. Ameliyat olacak hastaların ön muayenesinde hastalara riskler söylendiğinde çoğu: “Biz Türklere güveniriz, ne gelirse elbette Allah’tan, siz bizim şifamıza vesile olmak için geldiniz, Allah da size yardım edecektir” diyorlardı. Bu güven bizi mutlu etse de omuzlarımıza farklı bir sorumluluk yüklüyordu. Çok yorucu ve yıpratıcı geçen dört günün sonunda yaklaşık kırk zorlu ameliyatı tamamladık.

Amcası Dr. Mücahit, Arvan’ın küçüklükten beri nefes alma problemi yaşadığını, Afganistan’da bugüne kadar teşhis konulamadığı için tedavisinin gerçekleştirilemediğini belirtti.

Birlikte olduğumuz gruptaki doktorlar, muayeneler ve ameliyatlar boyunca yerel sağlık çalışanlarına da eğitimler veriyordu. Eğitim alan doktorlardan bir tanesi olan kulak-burun-boğaz Cerrahı Dr. Mücahit, beşinci günün sabahında yanımıza hasta yeğeniyle geldi. Küçük çocuğun adı Arvan’dı. Amcası Dr. Mücahit, Arvan’ın küçüklükten beri nefes alma problemi yaşadığını, Afganistan’da bugüne kadar teşhis konulamadığı için tedavisinin gerçekleştirilemediğini belirtti. Arvan’ın ailesi Kabil’in güneyinde Host şehrinde yaşıyordu. Babası işsizdi. Ailenin geçimini sağlamak için farklı işlerde günübirlik çalışıyordu. Doktor olmasına rağmen kendi canından olan birine yardım edememenin çaresizliğini Dr. Mücahit’in gözlerinde gördük. Ekipte bulunan Prof. Dr. Harun Cansız, Arvan’ı muayene etti. Ardından biraz sessiz kaldı ve üzgün bir ses tonuyla Arvan’ın nefes borusunu tıkayan ve günden güne büyüyen bir kitlenin olduğunu belirtti. Buradaki şartlarla ameliyat edilmesinin çok riskli olacağını söylemesi üzerine odaya resmen bir hüzün çöktü. Gönüllü doktorlarımız yoğun geçen beşinci günün ardından akşam kaldığımız yerde ekipçe toplanarak Arvan için ne yapabileceğini istişare etti. Doktorumuz Arvan’ın nefes borusunu tıkayan parçanın bir kısmını alarak onu rahatlatabileceğini söyledi.

Arvan uyandığında hepimiz derin bir nefes almıştık.

Ertesi gün öğlen saatlerine Arvan’ı ameliyata aldık. Yaklaşık dört saat süren zorlu ameliyat sonucunda parçanın bir kısmı alınabilmişti. Arvan uyandığında hepimiz derin bir nefes almıştık. Arvan ne muayene esnasında ne de ameliyattan sonra tek bir söz etmemişti, sanki her şeyi anlıyor ve olgunlukla karşılıyordu. Ondan duyulan tek ses zorla nefes alış sesleriydi. Ameliyattan sonra iki gün gözlem odasında kalan Arvan’ın solunumu kısmen iyileşmişti fakat doktorlarımız Arvan’ın boğazındaki kitle kötü huylu olduğundan defalarca bu ameliyatı olması gerekebilir dedi. Zorlu geçen 8 günün sonunda ekibimiz 68 zorlu ameliyat yaparak Türkiye’ye döndü ama Arvan’la olan hikâye henüz bitmemişti.

Buruk mutluluk

2020 yılının ocak ayında, tam bir yıl sonra kulak-burun-boğaz alanında cerrahi kamp düzenlemek üzere tekrar Kabil’e gittik. Ekibimizde yine Prof. Dr. Harun Cansız vardı. Bir önceki yıldan edinilen tecrübelerle hazırlıklarımızı daha iyi yapmış ve ekibimizi saha şartlarıyla ilgili önceden bilgilendirmiştik. Geçtiğimiz yıl bize destek olan yerel sağlık personeli de doktorlarımızı dört gözle bekliyordu. Benim aklım ise Arvan’daydı. Hayalim bu sefer benimle konuşması ve uzun uzun sohbet etmesiydi.

Zorlu geçen 8 günün sonunda ekibimiz 68 zorlu ameliyat yaparak Türkiye’ye döndü ama Arvan’la olan hikâye henüz bitmemişti.

Kamp yine stresli ve yoğun bir tempoyla başladı. Ameliyatlarımız sürerken kampın dördüncü gününde Arvan hastaneye geldi. Arvan’ın geldiğini duyar duymaz koşarak yanına indim ve onu kucakladım. Beni hatırladı ve yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. Babasıyla birlikte doktorların muayeneye başlamasını ve olumlu şeyler söylemesini umut ederek bekledik. Arvan’ın nefes alış verişleri yine sesliydi, hatta onunla biraz oynadığımda boğulacak gibi olup kıpkırmızı kesiliyordu. Bu durumu gördükçe içten içe endişeleniyordum. Doktorlarımız sırası gelince Arvan’ı uzunca muayene ettiler ve en son duymak istediğimiz şeyleri söylediler. Arvan’ın boğazındaki kitle büyümüştü ve ameliyat edilmezse hayatını kaybedebilirdi. Doktorlarımız bunu söylediğinde Arvan’ın babası ve amcası Dr. Mücahit gözlerimin içine bakıyordu, bir an önce doktorların söylediklerini tercüme etmemi bekliyorlardı. Doktorların söylediklerini tercüme ettiğimde hem Arvan’ın amcası hem de babası gözleri dolarak metanetli şekilde kafalarını salladılar. Yine çaresizce “Merak etmeyin, Allah’ın izniyle doktorlarımız ellerinden geleni yapacaklar, sadece dua edin” diyebildim.

Bir önceki yıl yapılan ameliyat tekniğinin aynısını uygulama kararı alındı fakat bu sefer Arvan’ın hastalığının daha kötüye gidebileceği ve Afganistan şartlarıyla müdahale edilemeyeceği düşünülerek risk alınacak, parçanın büyük bir kısmı temizlenecekti. Ameliyattan sonra Arvan’ı uyandıracak, solunum yetersizliği yaşaması durumunda nefes alabilmesi için son çare olarak gırtlağında delik açılacaktı. Herkesin tek isteği Arvan’ın ameliyatının başarılı geçmesi ve ameliyattan sonra rahatça nefes alabilmesiydi.

Sabah olduğunda yine hastanenin kapısında Arvan’ın babası bizleri karşılamıştı.

Ameliyat günü karlı ve çok soğuk bir Kabil sabahına uyandık, hastaneye gidene kadar camdan dışarıyı ve insanları seyrettim. Kendi topraklarında onlara reva görülen bu zulüm neyin nesiydi, bu topraklarda doğmanın bedeli niçin bu kadar ağırdı? Coğrafya gerçekten insanın kaderi miydi? Okula gitmesi, arkadaşlarıyla koşup oynaması, gece annesinden masal dinleyip sıcak yataklarında uyuması gereken çocuklar bu soğukta, ayaklarında yırtık ayakkabılarla, elleri soğuktan çatlamış şekilde niçin para kazanmaya çalışıyorlardı?

Ekibimiz ameliyata dualarla başladı. O ameliyat masasında yatan çocuk yıllardır yaşam savaşı veriyordu ve ülkesinde onu tedavi edebilecek ne bir sağlık kuruluşu ne de doktor vardı. Yaklaşık dört saat süren başarılı bir operasyon sonrasında ekip nefesini tutmuş Arvan’ın anesteziden uyandırılmasını bekliyordu. Anestezi ekibimiz Arvan’ı uyandırmaya çalıştıkça nefes alamadığını görüyor ve tekrar oksijen veriyordu. Herkesin gözlerinden istemsizce gözyaşları dökülüyordu. Zaman geçtikçe herkesin endişesi artıyor ve çaresizce Arvan’ın bir an önce nefes almasını umuyordu. Ne yazık ki beklenen olmadı ve bir saat sonra Arvan’ın iyice moraran vücudunun bunu daha fazla kaldıramayacağı düşünülerek tekrar entübe edildi ve yoğun bakıma gönderildi. Bir sonraki gün ilk iş tekrar Arvan’ı uyandırmaya çalışmak olacaktı.

  • Sabah olduğunda yine hastanenin kapısında Arvan’ın babası bizleri karşılamıştı. Yaşadıkları şehir uzak olduğundan ve maddi durumları yetersiz olduğundan annesi Kabil’e gelememişti. Dört gözle oğlundan gelecek güzel haberleri bekliyordu. Ekibin moralinin iyice düştüğünü gördüğüm zaman doktorlarımıza dönüp: “Hocalarım, elinizden gelenin fazlasını yaptınız, siz Arvan’a umut oldunuz” diye teselli etmeye çalışıyordum ama bir yandan içimi hüzün kaplıyordu. Arvan’ı yoğun bakım odasından getirdiler ve anestezi ekibimiz tekrar canla başla onun nefes alabilmesi için çalışmaya başladı.

Dakikalar geçmek bilmiyordu, arada biraz nefes aldığını gördüğümüzde gözlerimiz açılıyor ve hep bir ağızdan “Hadi be Arvan!” diyorduk. Koca koca adamlar Arvan’ın çırpınan bedenini tutmaya çalışmaktan bitap düşmüştü. Bir önceki günden daha fazla uğraş verildi. Sonunda umutlarımız iyice tükendi ve Arvan’a ekibimiz trakeostomi (gırtlağa açılan delik) yapmak için hazırlıklara başladı. Bu yapılmasa Arvan’ın bu halde yaşamasının çok zor olduğunu biliyorlardı fakat yine de buna ihtiyaç duymamasını ve yaşıtları gibi sağlıklı şekilde hayatına devam etmesini diliyorduk. Umutlarımızı ileriki zamanlara saklayarak ne yazık ki o deliği açtık ve Arvan oksijen desteğine ihtiyaç duymadan nefes almaya başladı ve dakikalar içinde rengi kendine geldi. Arvan’ı en son gözlem odasında boğazında o delikle görmüştüm. Hâlâ boğazında ne olduğuna anlam veremiyor ve ses çıkarmadan nefes aldığı için yüzünde şaşkın bir ifadeyle etrafına bakıyordu. Babası ve orada çalışan tüm sağlık personelleri ekibimizin ne büyük bir iş başardığını söylese de Arvan’ın hikâyesi hepimiz için buruk bir mutluluk olarak kalacaktı. Buruk ama sessiz bir nefes gibi.