Bu kitap söz uçar yazı kalır fikriyle kaleme alındı

AHMET UYSAL
Abone Ol

Doç. Dr. Ahmet Uysal ile seksenli yıllarda Beyazıt Çorlulu Ali Paşa Medresesi Erenler Kıraathanesi’nde başlayan ve sırasıyla İLESAM, Yazarlar Birliği, Türk Ocağı ve Antik Kafe’de devam edip günümüze ulaşan kahve geleneğini ve müdavimlerini anlattığı, sözlü tarihi yazıya döktüğü Ben de Çay Parası Ödüyorum adlı kitabını konuştuk.

Kahveler hakkında tanıtıcı yazı, sohbet türlerine alışığız ancak kitap yazmak niçin?

Kahvelerle ilgili tanıtıcı yazıların ve sohbet tarzında kaleme dökülmüş metinlerin haricinde hem edebiyat dünyasında hem de akademide ciddi literatür birikmiştir aslında. Her şeyden önce üstat Salâh Birsel’in Kahveler Kitabı var. Üstat diyorum, çünkü bizde kahvelerle ilgili yazılmış en güzel kitaplardan birini o yazdı. Diğer eserlerinde de kahveler ve onu oluşturan ortamlardan bahsetti. Üstüne Salâh Birsel’in o güzel üslubunu koyduğunuzda gerisini siz düşünün artık. Üstat şöyle der; “Şehirlerin şehrengizi yazıldığı gibi kahvelerin de kahvengizi mutlaka yazılmalıdır.” Bunun haricinde bir de akademide yapılan çalışmalar var. Habermas’ın Kamusallığın Yapısal Dönüşümü adlı kitabıyla beraber önce dünyada sonra da ülkemizde kahvelere dair çalışmaların sayısı artmıştır. Kısacası, ne mutlu ki kahvelerle ilgili ciddi bir literatür birikmiştir ve dünya içinde nice dünyalar barındıran kahveleri anlatan eserleri okuyabiliyoruz.

O zaman soruyu şöyle sormak lazım: Ben de Çay Parası Ödüyorum adlı kitap niçin yazıldı?

Tabii burada iki hususun altını çizmek gereklidir. Birincisi; âşık kahvesi, meddah kahvesi, işçi kahvesi, mahalle kahvesi gibi envaiçeşit kahve vardır. Edebiyata ve sosyal bilimlere inceleme konusu olan kahveler genelde edebiyat kahveleridir. Ben de Çay Parası Ödüyorum’da incelenen kahve de edebiyat kahvesidir. İkincisi husus ise, Türk kültür tarihinde Küllük, Marmara vb. edebiyat kahvelerine dair az çok bir şeyler yazıldı. Hatta Turgay Anar’ın Mekândan Taşan Edebiyat adlı kitabı genel olarak ülkemizdeki edebiyat mahfilleri, daha özelde de edebiyat kahveleri hakkında kapsayıcı bilgiler vermektedir. Ancak günümüze dair pek bir şey yazılmamıştır. Hatta çoğu yazın ya eski edebiyat kahvelerine dair güzellemedir ya da artık edebiyat kahvesi geleneğinin eski kahvelerle bittiğini ilan etmektedir. Şüphesiz olgusal olarak bu söylenen şeylerin doğruluk payı vardır ancak bu tür çıkarımlar günümüzü bütüncül bir şekilde resmetmez bize. İşte Ben de Çay Parası Ödüyorum’un en temel amaçlarından birisi günümüzde ne oluyor sorusunun izini sürmektir. Bana göre bu kitapta hikâyesi anlatılan kahvelerin, Salâh Birsel’den itibaren anlatılan edebiyat kahveleriyle güçlü bir bağı olduğu gibi aynı zamanda bu mekânlar ve bu mekânların içinde oluşan gerçeklik de kendine özgüdür. Dolasıyla mutlaka kayıt altına alınmadır, bu önemli bir husus. Çünkü kahvenin hikâyesinin kayıt altına alınması bizzat kahvede oluşan enerjinin ve dayanışmanın ürünüdür. Bu yönüyle Ben de Çay Parası Ödüyorum, yaşadıklarını ve buna bağlı olgular üzerine düşünen insanların çabası sonucu ortaya çıkan bir kitaptır.

Bu geleneğin devamıdır

Peki bu kahvenin adı nedir, nerededir ve onu kendine özgü kılan özellikler nelerdir?

Her şeyden önce kahve derken belli bir mekânı, o mekânda oluşan edebiyat kahvesi ortamını ve onu oluşturan insanları kastediyoruz. Bir yanı ile bu bir geleneğin devamıdır. Küllük ve Marmara Kıraathanesi gibi edebiyat kahvesi geleneğinin devamı olsa da hikâye seksenlerde başlar ve günümüze kadar devam eder. Şöyle bir seksenli yıllara, internetin olmadığı ve İstanbul’un nüfusunun bugüne göre çok az olduğu zamanlara ışınlandığımızı düşünelim. Bu dönemde okumayı, araştırmayı, öğrenmeyi önemseyen kişilerin vakit geçireceği yerler sınırlı. Malum Beyazıt ve çevresi bu dönemde çok ama çok önemli. Zira üniversite burada, basın yayın burada, kitapçılar burada; kısaca kültürel hayatın kalbi Beyazıt ve çevresi. Buralar tarih boyunca Beyoğlu ile beraber edebiyat kahvelerinin bulunduğu, İstanbul’un kültürel hayatının kalbinin attığı mekânlar.

Bir de şu var; seksen darbesi eskiye dair çoğu şeyi yıkıp geçmiştir. Mekânların ayrıştığı, dünyaların bölündüğü ortamlardan ya da onu oluşturan ruh hâlinden kaçmak isteyenlerin buluştuğu yer Beyazıt’ta Çorlulu Ali Paşa Medresesi’ndeki Erenler Kıraathanesi’dir. Burası, 1981 yılında faaliyete başlamıştır. Dolayısıyla, bir metafor olarak bu yeni kahve, hayata yeni bir başlangıç yapanlar için yeni bir sayfa olmuştur ve Ben de Çay Parası Ödüyorum’da anlatılanlar 1981 sonrası o kahvede açılan yeni sayfada yazılanlardan başka bir şey değildir aslında. Ben, Erenler Kıraathanesi’nin hikâyesini hep hayranlıkla dinledim. Erenler Kıraathanesi’ne gidenlerin hikâyeleri, sohbetleri, müdavimlerinin bir araya gelip dergi çıkarmaları ve daha birçok şey bana hep büyülü gelmiştir. Tarihimizde birçok edebiyat kahvesi var. Malum Küllük’ün yeri ayrıdır. Zira, Küllük Kıraathanesi farklı dünya görüşlerinden birçok insanı bir araya getirmiştir. Küllük haricindeki kahvelerin çoğu belli bir kesime yakın insanların buluşma noktasıdır. Oysa Erenler Kıraathanesi tıpkı Küllük gibi birçok farklı kesimi bir araya getirmiştir. Sağcısı solcusu, İslamcısı, ülkücüsü Erenler’de buluşmuştur. Bu yanıyla, bana göre Küllük’ten sonra Türkiye’nin en renkli ve farklılıkları içinde barındıran edebiyat kahvesi Erenler Kıraathanesi’dir.

Değişimin ve dönüşümün izini sürüyoruz

Kahve günümüze nasıl ulaşıyor?

Bu soru önemli. Çünkü Ben de Çay Parası Ödüyorum, 1981’de başlayan ve günümüze kadar süren hikâyenin izini sürüyor. Seksenlerde Erenler’de başlayan, sırasıyla doksanlarda İlesam, 2000’lerde Yazarlar Birliği ve Türk Ocağı, 2010’larda Süleymaniye Antik Kafe’de devam eden bir kahve geleneğinin izini sürerken hem bu kahvedeki insanların ve olayların hem de İstanbul ve Türkiye’deki değişimin ve dönüşümün de izini sürme çabası aslında kitap. Zira kitap, bir edebiyat kahvesine kavramsal ve kuramsal olarak nasıl bakılmalıdır sorusunu her daim kendine sorarken aynı zamanda bir kahve ve onu oluşturan insanlar üzerinden Türkiye’nin toplumsal değişimini de anlama çabasıdır. Örneğin, 28 Şubat süreci, 17 Ağustos depremi vb. gibi önemli olaylar kahveye nasıl yansımıştır? Ya da İstanbul’daki nüfus artışı, farklı kuşakların kahvede iç içe olması, dijitalleşme ve daha birçok konu kahvedeki geleneksel iletişim tarzını nasıl etkilemiştir gibi soruların da cevabı aranmıştır. Bu yönüyle özgün bir çalışmadır. Bu kitabı özgün yapan iki husus daha vardır.

Nedir onlar?

Konuşmanın başında Habermas’tan bahsettim. Onunla beraber kahvelere dair akademik çalışmalar artmıştır. Habermas’a göre, kahveler rasyonel ve eleştirel düşüncenin oluştuğu mekânlar. Teşbihte hata olmazsa, nasıl gazeteler ve dergiler farklı fikirlerin özgürce tartışılmasını temsil ediyorsa kahveler de farklı fikirden insanların buluşma mekânıdır. Habermas’ın edebiyat kahvelerine biçtiği rol homo sapiens’in (rasyonellik) yansımasıdır. Oysa bu eksiktir. Hayatın bir de homo ludens (oyunsallık) yönü vardır. Yani kahvenin homo ludens bir yönü de vardır. Hatta, edebiyat kahvelerinin alametifarikalarından birisi de budur. Kahvenin eğlenceli ve ironiyi önemseyen yönünü gösterebilmek için kahvede yaşanmış ve artık darbımesel olmuş hatıralara da kitapta yer verildi. Gerçi bu hatıraları, bir kahve müdaviminden, misal Burhan Ağabey’den (Karagöl) dinlemek çok daha güzeldir ama bu kitap söz uçar yazı kalır fikriyle kaleme alındı. Ben de Çay Parası Ödüyorum’da, kahvenin homo sapiens yönünü gösteren bir kavramsal çerçeve oluşturulurken homo ludens yanı da gösterilmeye çalışıldı.

Bu kitabı özgün kılan ikinci özellik ise tam da bu söz uçar yazı kalır kısmı ile doğrudan ilişkilidir. Kahve müdavimleri Erenler’den günümüze kadar devam eden bu geleneğin orijinalliğinin bilincindedir ve bunun kayıt altına alınması gerektiğini düşünmüştür. Bu yanıyla Ben de Çay Parası Ödüyorum, kahve müdavimlerinin sahip çıktığı, elini taşın altına koyduğu bir projedir. Çok kişinin katkısı vardır. Kitabın basımını göremeden vefat eden Mevlana Ağabey (İdris) ilk andan itibaren projenin içindeydi. İlginç bir bilgi paylaşayım. Nihayet’e verdiği bir röportajda da kahveden ve kitabın yazım sürecinden bahsetmiştir. Kitabın editörü Ekrem Ağabey’in (Ayyıldız) katkısı editöryal katkının çok ötesindeydi. O içimizdeki en iyi bilenlerdendir ve bilgisi bu kitaba da yansımıştır. Projenin yöneticisi Alper Ağabey’in (Kanca) yeri ise bambaşkadır. Kitabın yazılmasına karar verilmesinden son aşamaya kadar yardım eden, yol gösteren ve yol açan kişidir. Kitabın kapağının tasarımını da kahvede Ömer Ağabey (Onay) yapmıştır. Kahvede herkesin yardımına koşan Bayram Ağabey (Çiçek) kitap tanıtım toplantısında da en öndeydi.

Tanıtım toplantısında yayınladığımız kısa filmi İsmail Ağabey (Bayram) kahve müdavimi Mükremin Ağabey’in (Atmaca) sahibi olduğu Tarih TV stüdyolarında hazırlamıştır. Tanıtım toplantısında organizasyon işinde diğer çoğu faaliyette olduğu gibi sevgili İlhan (Efe) vardı. Kitap yazım sürecinde dostum Mehmet Sait (Karaca) her zaman yoldaşımdı. Daha birçok isim sayılabilir. Yani demem o ki bu kitap tamamıyla kahve müdavimlerinin ürünüdür. Şu an seninle röportaj yapıyoruz. Sen de kahve müdavimisin ve tanıtım toplantısında sunucuydun. Bu bile bir nevi kahvenin ürünü olduğu için ayrıca değerlidir.

Tanıtım toplantısı demişken bundan da ayrıca bahsedilmelidir. Zira kitabın yazılması kadar kitabın tanıtım toplantısı da önemliydi. Çünkü kırk yılı aşkın kahve geleneği içinde genç yaşlı, kadın erkek birçok kahve müdavimi bu vesile ile bir araya gelmiştir. Bu yönüyle de müthiştir.

Kahvenin size nasıl bir katkısı oldu?

Açıkçası bu da iki boyutludur. Birincisi, diğer tüm müdavimleri gibi kahve, benim için de bir okul gibidir. Kahvenin bir kahve müdavimi için neyi temsil ettiği kitapta ayrıntılı bir şekilde anlatıldı ve benzer duygulara sahip olduğumu görmek beni ayrıca mutlu etti. Diğer bir katkısı ise kitabın yazım sürecine dairdir. Sadece şunu söyleyeyim; şu an yaptığım akademik çalışmamı Ben de Çay Parası Ödüyorum’un yazım sürecinde öğrendiklerim vasıtasıyla yürütüyorum. Yani kahve her yönüyle benim açımdan okul gibidir. Şüphesiz okul, kahveye dair çoğu olguyu açıklar ama benim için bundan daha önemlisi kahve bir aile gibidir. Hayatıma dair ne varsa oradaki arkadaşlarım vasıtasıyla anlam kazanıyor gibi. İyi ki varız…