Bombalar altında kurulan sofralar

KEVSER ÇELİKEL
Abone Ol

21.yy’dan bize düşen canlı yayında soykırıma şahit olmak bedbahtlığı... Bu bedbahtlık içinde kendimizi avutacak detaylar arıyoruz. “Aç yeri ayrı, acı yeri ayrı” sözünün her hâline şahit olmak için gözlerimizi kapatıp sokaklardan yükselen yemek kokularının peşine düşelim. Ve bir kez daha yemeğin karnımızı doyurmanın ötesinde, bir sofra etrafında bizi nasıl birleştirdiğini görelim.

Ekmek ve türevleri hangi türden olursa olsun yaşanan tüm afetlerde birincil ihtiyaçların başında gelir.

Yağmurlu bir gün. Kazanda kaynayan mercimek çorbasının etrafına üşüşen çocuklar. Toz kimyon avuç avuç mercimek çorbasına ekleniyor. Diğer tarafta acı sivri biberler havanda dövülüyor. İyice ezildikten sonra hooop çorbanın içine. Çorba kaynamaya devam ederken az ilerisinde muhtemelen birkaç gün öncesinin pideleri “taboon” minik parçalar hâlinde koparılıyor. Kaynamaya devam eden çorba kıvrak bir hamleyle yayvan tepsiye yığılmış pidelerin üzerine boca ediliyor. Ezilmiş yeşil biberler çorba ve pide ikilisinin son dokunuşu… Bir an çocukluğuma ışınlanıyorum. Yer sofrasındayız. Kocaman bir tepsiye bayat ekmekler doğranmış, üzerine tarhana çorbası, tereyağı ve kırmızı biberle kavrulmuş kıyma gezdirilmiş. Büyükbabam sesleniyor: “Haydi buyurun tarhana paparasına!”

Ekmek ve türevleri hangi türden olursa olsun yaşanan tüm afetlerde birincil ihtiyaçların başında gelir. Yardım kuruluşlarının da daima dağıtım önceliğidir. Bir açık hava hapishanesine dönüşen Gazze’ye yardımlar zamanında ya da yeterince ulaşmayınca, eldeki imkânlarla fırınlar yapılıyor. Boş yağ tenekelerinden çift katlı fırın, toprak ve sair malzemeleri karıştırarak yapılan fırın, iki sac levha arasına briket koyularak yapılan fırın. Yıkıntıların arasında bulunan kırık dökük dolapları üst üste koyarak inşa edilen fırın... Uzayıp gider bu liste… Âdeta bize “iman varsa imkân da vardır” sözünü kanıtlamak istercesine, yokluklarından çiçek açmaya devam ediyorlar. Ey Gazzeliler “Ekmek sıcak, Allah güzel, siz iyi”, biz ise naçar…

16 Kasım’da Bisan’ın neşe içinde gülümseyen sesiyle anlattığı bir falafel hikâyesini hatırlayalım. Kırık dökük tahtalardan bir tezgâh var. Yine yağ tenekesinden hazırlanmış bir ocak, üzerindeki tencerede yağ cızırdıyor. Falafeller içinde döne döne kızarıp, süzgece alınıyor. Huni şeklinde sarılmış kâğıdın içinde falafeller ve yanında çokça acı olduğu anlaşılan biber sosu… Bisan’ın yüzünde artık göremediğimiz ışıltı ve umut. Falafelin verdiği mutluluk mu ya da savaşın son bulacağına dair devam eden umudu mu? Bilemiyorum…

Üç beş erkek çocuğu, hararetli bir sohbet eşliğinde belki de günün tek öğünü için hazırlık yapıyor. Kâğıt parçalarıyla ateşi yakmaya çalışan biri, diğeri ustalıkla tuttuğu minik çakısıyla domatesi doğruyor. İki taş arasında ateş yakmış üzerine de tavayı oturtmuşlar. Gelen geçene laf yetiştirirken işlerini ihmal etmiyorlar. Video buraya kadar, kalan kısmı ben tamamlıyorum zihnimde. Domatesler yağda güzelce sündürüldü. Yumurtaları da her birine bir tane olacak şekilde kırdılar. Göz göz yumurtalı şakşukayı yandaki komşudan aldıkları sıcak pideyle taam ettiler. Acaba o çocuklar hayatta mı? Bilemiyorum. Bildiğim bizim menemen dediğimiz şeye tüm Ortadoğu hatta Kuzey Afrika’nın şakşuka diyor olması...

Fonda Ahmet Kaya’dan “şehirlere bombalar yağardı her gece” şarkısı çalıyor sanki... Gazze insafsızca bombalanmaya devam ederken kahvaltı sofrası etrafında toplanmış bir aile var. Gözleri alay edercesine gökyüzünde, ellerindeki pideyi zeytinyağına banarken zahteri, domatesi, zeytini eksik olmayan klasik bir Filistin kahvaltısı yapıyorlar. Gördüğümüz sadece kahvaltı sofrası değil. Tarihin ve geleneğin imbiğinden süzülmüş, bir Filistinli için altın kadar değerli zeytinyağı... Bu ritüel hayata tutunmak, meydan okumak için başlı başına yeterli. Bu zeytin ağaçları, bu vatan benim demenin daha zarif bir yolu olabilir miydi?

Sizin de dikkatinizi çekmiştir. Üzerine epey spekülasyon olmuştu. Gazzeliler bir şey bulamadıkları için ot kaynatıp yiyorlardı. Yenilebilir yabani otların önemi üzerine bir süre sosyal medya paylaşımları yapmıştım. Çiftçilik yapan dayım yabani ot demez onlara da şöyle der: “Onlar toprağın öz evladıdır, zamanı geldiğinde kendiliğinden göverir toprakta.” Hudayinabit diyememişti ama kendince ne de güzel anlatmıştı. Kadim gelenektir, doğadaki yenilebilir otlardan haberdar olmak.

En zor zamanlarımızda yetişir imdadımıza. Belki bir ot kavurması olur ya da üzerine yumurta kırılır. Sembuseklere iç harç olur, elinde hangi malzeme varsa onunla bir yemek kotarmak işten bile değildir. Akdeniz’e kıyısı olan tüm ülkelerde arsızca yetişen ebegümeci, Filistinli bir anne ve ona yardım eden oğlunun sofrasında nelere dönüştü kim bilir.

Kolektif bir sofra hazırlığına şahit oluyoruz şimdi de... Geçici ateşkesin olduğu günlerden bir kare… 18 Kasım 2023 tarihli bir paylaşım. Herkes elindeki malzemeyi getirmiş. Sanki bir bayram sofrası hazırlığındalar. Baş rolde topraktan yapılmış bir fırın, tüm yiyecekler sırayla onun üzerinde pişecek. Falafel hazırlığı çocuklara bırakılmış. Akşamdan ıslatılmış nohutlar yeşilliklerle birlikte el ile çalışan bir kıyma makinesinde çekiliyor. Diğer taraftaki çocuklar su deposunun doldurulmasından sorumlu. Ocağın üstünde falafeller kızarırken, ortasında taboon ve manakisler “zahterli pide” pişiyor. Şakşuka tüm heybeti ve üzerinde göz göz olmuş yumurtalarıyla sofranın ortasında duruyor. Çoluk çocuk, tüm mahalle direnişe bir çentik daha atıyor.

Bir açık hava hapishanesine dönüşen Gazze’ye yardımlar zamanında ya da yeterince ulaşmayınca, eldeki imkânlarla fırınlar yapılıyor.

Sonra ufak bir çocuğun bulduğu hayat koridoru, bu ismi ben verdim. Ekmek hayattır arkadaşlar, aksini iddia edenle münazara yapalım. Annesinin yaptığı ekmekleri Mısır tarafında bulduğu ve Refah yakınlarında olduğu tahmin edilen ufacık bir delikten Gazze’ye ulaştırıyor. Haftada bin ekmek. Bu gayretkeş çaba kaç sofraya azık oldu bilinmez. Gönüllerde umudu yeşerttiği ise tartışmaya kapalı…

Son sahne Motaz’ın sofrasından. Filistin deyince akla ilk gelenlerden. Bir ritüel yemeği, yapımından sunumuna kadar. Ateşkes döneminde bir araya gelmenin coşkusunu kutlamak amacıyla Motaz’ın annesi maklube yapmış. Yuvarlak büyük bir tepsinin üzerine birazdan ters çevrilecek kocaman maklube tenceresi. Heyecanlı bir alkış sesi duyulurken ağır tencereyi bir delikanlı “Ya Allah Bismillah” nidalarıyla bir çırpıda çeviriyor. Havanın soğukluğuyla yemeğin sıcaklığı birleşiyor. Coşkulu kalabalık elinde kaşıklarla beklerken tepsi son bir hamleyle titriyor ve Motaz şu sözlerle kamerayı kapatıyor. “Makluba bizim direnişimizdir.” Direnmeye devam ediyor Gazze… Her şeyiyle…