“Biz”ler ve “Öteki”ler : Propaganda için tarihçe
İnternette dolanırken karşınıza çıkan reklamları bir propaganda unsuru olarak tanımlar mıydınız? Hayır demeden önce biraz düşünün, size ulaşma şekli neredeyse propagandanın fikri dünyası ile örtüşüyor. Bilgi akışının sınırsız olduğu bu zamanı konuşurken haber ile propagandayı birbirinden nasıl ayırabiliriz diye merak ederek Bahçeşehir Üniversitesi’nden İlkin Başar Özal’ın kapısını çaldık.
Propagandanın ilk olarak hangi alanda ortaya çıkmış olduğu, nasıl kullanılmaya başlandığı ile başlayalım isterseniz.
Propagandanın temel işlevini, insan davranışlarını belli bir düşünceye dayalı olarak yönlendirmek için ikna yöntemleri kullanmak şeklinde açıklayabiliriz. İnsan merkezde ise o zaman propagandanın tarihi de insanlık tarihi kadar eskidir.
Bir başka deyişle propagandaya dayalı faaliyetlerin bir bakıma toplumla yaşıt olduğunu düşünürsek, aslında bunlar düşündüğümüz kadar yeni değildir. İnsanların örgütlü toplumlarda yaşamaya başlamasıyla yerinde kalmak isteyen liderler ya da onların yerine geçmek için çaba sarf edenler destek sağlamak amacıyla değişik içerik ve biçimlerde propaganda yöntemleri kullanmışlardır.
Ancak şöyle bir değişimden bahsetmek mümkün, propaganda ilkin karşımıza bir anlayışı yaymak için kurulmuş örgüt adı olarak çıkmaktadır. Daha sonra ise bir düşünceyi yaymak amacıyla kullanılan teknikleri ifade etmekte için propaganda kelimesinin kullanılmaya başlandığını görüyoruz.
Bir ilk isimden veya kurumdan söz edilebilir mi?
Propagandanın bugünkü gerçek anlamıyla ilk kez Antik Yunan’da başladığı kabul edilir. Antik Yunan sofistleri propagandayı söz söyleme sanatıyla birlikte kullanarak uygulamıştır. Daha sonra Eski Yunan’da Sokrates, Çin’de Sun Tzu ve Hindistan’da Kantilya propagandayı sanat hâline dönüştürmüş kişilerdir. Aslında propagandanın modern dünyanın bir parçası hâline gelmesine önayak olan Papa XV. Gregory’dir. 1621-1623 yılları arasında papa olarak görev yapan XV. Gregory, dinde birlik kurmanın savaş yoluyla gerçekleşmeyeceğine kanaat getirmişti.
Bu nedenle Katolik Kilisesi’nin düşüncelerini barışçı yollardan yaymak için dönemin anlayışına uygun, örgütlü yapıda ve sürekli faaliyet gösterecek bir kuruma ihtiyaç olduğuna inanıyordu ve “Sacra Congregatio de Propaganda Fide”yi kurdu. Bu örgütü, belli bir görüşü yaymak ve yerleştirmek için özel olarak oluşturulan ilk “propaganda” kuruluşu olarak kabul edebiliriz.
Savaşın bir unsuru olarak ortaya çıktığı söylenebilir mi propagandanın?
Doğrudan bunu söylemek bana zor gibi geliyor. Yani “Propaganda savaşın bir unsuru olarak çıktı” diyemem ama savaşın propagandayı ve propagandanın savaşı çok iyi kullandığını söyleyebilirim. Özellikle kısa süren savaşlarda birbirinden kopuk ve geçici bir propaganda görmek mümkün. Uzun sürenlerde daha bağlantılı ve sürekliliği olan bir yapıda olanlar var ki en iyi örneği Birinci Dünya Savaşı’dır. Ancak propagandanın siyasal alandaki izlerini daha rahat takip edebiliyoruz. 18. yüzyıl da bu alanda bir dönem noktası.
1789 Fransız Devrimi ile birlikte etkileyen ve etkilenen ilişkisinde bir değişim yaşandığını söyleyebiliriz. Bunun sonucunda etkilemek istenen kişinin gereksinimleri dikkate alınarak denetim altına alınıp yönlendirilmeye başlanması söz konusudur. Bununla birlikte, propagandanın siyasal hayatta önemli bir yer tutması ancak 19. yüzyılda ulus devletlerin ortaya çıkmasından sonradır. Artık yöneticiler, yönettikleri halkın desteğini almak zorundadırlar. Doğal olarak da bu dönemle birlikte, çeşitli yöntemler kullanarak kamuoyunun ilgisi çekilmeye çalışılmıştır.
Bana göre kitlesel iletişimi kullanarak toplumu sosyolojik açıdan hazır hâle getiren Lenin, propagandanın gerçek anlamda başlamasına neden olan önemli olaylarda birini, 1917 Sovyet Devrimi’ni olanaklı kılmıştır. Âdeta propaganda doktrininin oluşmasını sağlamıştır desek yanlış olmaz. Lenin için propaganda son derece önemli bir silahtı ve Çarlığı yıkarken, devrimi gerçekleştirirken ve devrimin devamlılığını yeni bir devletin çatısı altında sağlamlaştırırken bu silahı mükemmel kullandı. Kendisinden sonra gelen herkese, propagandayı silah olarak kullanan herkese örnek oldu.
Propaganda kendini hangi alanlarda gösterir, haberle propaganda arasında bir ayrım var mıdır? Yoksa araçsal bir şey midir propaganda?
Bence kesin olarak söylenebilecek olan propagandanın gelişimine Marx’ın yaptığı etkidir. Onun sayesinde her alanda ideolojilerin oynadığı rol üzerinde önemle durulmaya başlanmıştır. Doğal olarak da propaganda her alanda kullanılabilen bir unsur hâline gelmiştir. Gözden kaçırmamamız gereken nokta; propagandanın kaynağının ve hedefinin insan olduğudur. Bu nedenle propaganda psikolojik ya da sosyolojik yönden kullanılan bir tekniktir. Durum böyle olunca da ister istemez her alanda propaganda yer almaktadır. Hatta bireyin ve parçası olduğu toplumun propaganda tarafından kuşatıldığını söyleyebiliriz.
Eskiden reklamcılar en gelişmiş propagandalarla mal sattıran ustalardı. Sonra bu ustalardan politikacılar siyasal alanda, seçim süreçlerinde kitlesel etki yaratabilmek için faydalanmaya başladılar. Ancak seçimleri kazananlar yerlerini sağlamlaştırmak ve bir sonraki seçimi garantilemek için uzun süreli çalışmanın gereğinin farkına vardılar. Bu durumda kitlesel iletişim kaynakları ön plana çıktı.
Gerek gerek iktidarlar gerekse muhalefetler; gazeteleri, dergileri, televizyonu, radyoyu, artık günümüzde sosyal medyayı, kullanarak kendi fikirlerini yaymaya çalışmaktadırlar. Bu bağlamda “Haberle propaganda arasında bir ayrım var mıdır?” sorunuza şöyle yanıt verebilirim: Dürüst haberle yanlı haber arasında bir ayrım vardır, o ayrımın adı da propagandadır.
Birinci Dünya Savaşı’nda propagandanın kullanımı ile ilgili dikkate değer bir değişiklikten söz edebilir miyiz?
Tabii ki edebiliriz, hatta modern propagandanın doğduğu süreç olduğunu söylemenin mümkün olduğunu düşünüyorum. Bu dönemde kitle iletim araçları ve teknikleri eskiye göre daha fazla gelişmişti. Üstelik gerek Avrupa halkları gerekse savaşın yayılma ihtimalinin bulunduğu coğrafyalarda yaşayan toplumlar, âdeta sosyolojik ve psikolojik açıdan savaşa hazır hâle gelmiş bir ortamda yaşıyorlardı.
Bunun en önemli göstergesi bence mücadeleye ilk başta girmiş Batılı devletlerde Birinci Dünya Savaşı’nın “bütün savaşları sona erdirecek savaş” olarak algılanması ve Noel’den önce biteceği konusunda herkesin hemfikir olmasıdır. Savaşılan zaman uzadıkça da devreye propaganda girmeye başlıyor, propaganda çalışmalarında savaş öncesinde var olan hareketlilik savaş sırasında daha da artıyor.
- Birinci Dünya Savaşı modern ve endüstriyel savaşın ilk örneğidir. Denizaltılar, uçaklar, tanklar, hızlı ateş kabiliyetine sahip tüfekler ve makineli tüfekler bu savaşın ölüm kusan modern silahlarıydı. Savaş alanlarında askerlere yaşam hakkı tanımadıkları gibi sivilleri de savaşın bir parçası hâline getirdiler. Bakınız Birinci Dünya Savaşı ilk modern ve endüstriyel savaş olmasının yanı sıra topyekûn savaşın da ilk örneğidir.
Büyük Savaş’a katılan hükûmetler çok hızlı bir şekilde, bir ulusun ordusunun çatışmada tek güç olmasının artık yeterli gelmediğini hem sivil hem de asker, yani tüm halkın bir araya gelerek ulusal bir savaş gücünde birleşmesi gerektiğini öğrendiler. Bu durumda kendi halklarının moralini yükseltirken düşman halkın görüşünü sarsmak için propagandayı etkin bir şekilde kullanmaya başladılar. Böylelikle cephe gerisinde savaşın kavram ve pratiği değişince “savaş propagandası” âdeta patladı ve mücadelenin önemli unsurlarından biri hâline geldi. 20. yüzyılda propaganda pratiklerinin denenmesi fırsatı doğmuş oldu.
Burada Büyük Savaş sırasındaki propagandanın farklılaşmasını sağlayan ve dikkat edilmesi gereken bazı önemli özellikler bulunmaktadır: Birincisi, ulusal boyutunun yanı sıra uluslararası boyutları bulunan bir propaganda uygulanmıştır. İkincisi ise oldukça uzun zaman; ülkenin olduğu kadar dost ve düşman kamuoylarının da kontrol altına alınması için girişilmiş ilk sistemli faaliyet olmasıdır.
Nasıl olduğuna birkaç örnek verelim. Savaş sırasında düşman kuvvetleriyle doğrudan iletişimi sağlayan el ilanları ve broşürler balon ya da uçak aracılığıyla düşman siperlerine atıldı. Hatta düşmandan alınan esirlerin yeme, barınma, yaşama açısından ne kadar iyi durumda olduklarını gösteren resimler çekildi ve bunlar düşman siperlerine atıldı. Sivil düşman bölgelerine atılan el ilanlarında ise askerlerinin boşu boşuna öldüğü, kötü durumda savaştıkları bir an evvel eve dönmek istedikleri ifadeleri ile dolu kâğıtlar atıldı.
Amaç düşman halkın savaşı gereksiz görerek tepki duyması ve devlete karşı çıkarak hareket etmesini sağlamaktı, kısacası moralleri düşürüp düşman savaş gücünün etkinliğini azaltmaktı. Askere alınmaların hızlanıp yavaşlaması, halkın verdiği desteğin sürmesi bile bu propaganda savaşına bağlı hâle gelmişti. Bence Birinci Dünya Savaşı’ndan çıkarılacak en önemli ders, kamuoyunun savaş politikasının oluşturulmasında belirleyici bir faktöre dönüşmesi, bunun da propaganda ile yönlendirilebilmesidir.
Çanakkale Cephesi’ne gönderilen edebiyatçı ve sanatkârlar olduğunu biliyoruz. Hikâyesini ayrıntılı olarak Beşir Ayvazoğlu kitap olarak da çalışmıştı. Bu çaba, propaganda ile birlikte anılabilir mi?
Kesinlikle anılabilir, hatta amacı zaten yapılması düşünülen propaganda için malzeme toplamaktır. Savaş sırasında propagandayı en başarılı uygulayanlar İngilizler ve Almanlardı. İttihat ve Terakki hükûmeti de savaş esnasında bu iki devletin propaganda konusunda başarılarını görünce bu konuda çok geri kalındığını fark etti. Cephe gerisinin de savaşa hazırlanması gerektiğini anladılar. Dünya kamuoyuna Osmanlı’nın haklılığını anlatmak, savaşı kazanacağı konusunda Türk kamuoyuna bir şuur aşılamak gerektiği kanaatine varınca bir proje hazırladılar.
Heyet-i Edebiye dediğimiz devrin bazı şair, yazar, ressam ve musiki şahıslarından oluşan bir ekip oluşturuldu. Bu ekip elemanları dönüşlerinde duygularını, düşüncelerini kendi sanatlarının diliyle anlatmaları için Çanakkale Cephesi’ne götürüldüler. Temmuz 1915’te daha savaş devam ederken Arıburnu ve Seddülbahir bölgelerini gezdiler. Aslında bu heyet, Osmanlı döneminin bence en önemli ve en büyük propaganda çalışmasının bir parçasıydı. Heyet-i Edebiye’dekilerin gözlemleri sonucu ortaya koyacakları çalışmalar Harp Mecmuası adıyla çıkarılacak bir propaganda yayınında kullanılacaktı. Maalesef mecmuada Heyet-i Edebiye’nin çok fazla eseri görülmedi ama Harp Mecmuası 27 sayı çıkarılmıştır. Önce 15 günde bir çıkması planlanmış ancak savaşın uzamasına bağlı olarak ekonominin zayıflamasıyla daha uzun aralıklarla çıkmıştır.
Son iki sayısı mesela bir arada çıkmıştır. Harp Mecmuası’nın istenen neticeyi vermediği gerçektir ama 27 sayı yayımlanması önemlidir. Hakikaten halk savaşlardan haberdar olamıyordu.
Cephelerden verilen haberler, kullanılan fotoğraflar dolayısıyla aynı zamanda hâlâ önemli bir kaynak olarak kullandığımız mecmuadır. Harp Mecmuası okuma yazma oranının düşüklüğü dikkate alınarak bol resimli basılmıştır. Osmanlı ordusunun ve müttefiklerinin başarılarından İtilaf Devletleri’nin hukuk dışı uygulamalarına kadar her alanda propaganda yapıldığını görebilirsiniz.
Bir propaganda ofisi kurmuş bir ülke var mıydı, Birinci Dünya Savaşı’nın erken dönemlerinde?
1 Ağustos 1914’teki savaş ilanlarından önce bile Almanlar, Alman hükûmetinin çeşitli kollarına gevşek bir şekilde yayılmış yarı-resmî propaganda faaliyetleri üzerinde çalışmaya başlamışlardı. Savaşın başlarında, Alman gazeteci Matthias Erzberger, Belçika’nın işgalinden sonra tarafsız devletlere propaganda dağıtma görevini üstlenen Dış Hizmetler Merkez Ofisi’ni kurdu. Alman hükûmeti ayrıca, Wolff Telgraf Bürosu’nu uluslararası bir propaganda aracı olarak yoğun bir şekilde kullandı. Sinema, radyo, poster ve kartpostallar ön plandaydı.
Hatta İngilizler, Almanya’nın denizaltından geçen telgraf kablolarını kestikten sonra, Almanlar dünyaya Alman yanlısı haber raporlarının sürekli yayınlanmasına devam etmek için dünyadaki en güçlü verici istasyonları olan kablosuz Nauen istasyonlarını kullandılar.
- Almanya’nın bir propaganda ajansı olduğunu keşfettikten sonra, İngiltere Başbakanı David Lloyd George, bir İngiliz savaş propagandası bürosu kurulmasına karar verdi. Ulusal Sigorta Komisyonu’nun Londra’daki merkezi olan Wellington House’da kurulan bu örgüte başkanlık etmek üzere yazar ve Liberal Milletvekili Charles Masterman’ı atadı. 2 Eylül 1914 tarihinde çalışmalarına başlayan büroda görev alan, içlerinde Arthur Conan Doyle, Rudyard Kipling, H. G. Wells’in de bulunduğu 25 yazar savaş boyunca propaganda amaçlı 1160 kitapçık ürettiler.
İkinci Dünya Savaşı’na giden dönemde propagandanın savaş dışı alanlarda da kullanılıp kullanılmadığını biliyor muyuz?
Biliyoruz. Şöyle ki; İtalya’da Mussolini’yi ve Almanya’da Hitler’i önce demokratik iktidara ve sonra diktatörlüğe taşıyan, ardından da diktatörlüklerini sağlamlaştırıp uzun süre görevde kalmalarını sağlayanın başarılı propaganda çalışmaları olduğunu görüyoruz. Ancak günümüzdeki yapının temelini atmış olması açısından Nazi propaganda sistemini örnek olarak analiz etmek yerinde olacaktır diye düşünüyorum.
Bakınız, Hitler, sonradan üyesi olduğu Alman İşçi Partisi’nin adını popüler kullanımda Nazi olarak adlandırılan Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi olarak değiştirdi. Almanya’da yaşayan herkes, bu adın bir parçasını temsil ediyordu. Ülkenin sosyo-ekonomik ve politik ortamında çeşitli akımlar çatışma hâlindeydi. İmparatorluğun yerine İtilaf Devletleri’nin zorlamasıyla cılız bir demokrasiye dayalı cumhuriyet kurulmuştu. Bir devrim ve bir de karşı devrim yaşanmıştı.
Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmanın ezikliği ile daha da güçlenen milliyetçi duygular ve Alman halkının yaşadığı büyük hayal kırıklığı Almanya’nın kaderini tayin edecek koşullardı. Ancak ilginçtir ki Naziler işbaşına gelirken düşünülenin aksine askerî yenilgilerden ve ekonomik çöküşlerden çokça bahsetmek yerine başka bir metot kullandılar: Batı’ya yabancılaşmış olan Almanların ulusal karakterinin özelliklerini. Bu karakter otorite taraftarıdır. Sadece birey değil, tüm sosyal yapı bu karaktere sahipti. Kısaca toplumun ast-üst düzeni esasına dayandığını söyleyebiliriz. Öyle ki yönetime katılmak, bir parti seçmek ve siyasal konularda hüküm vermek en zorlandıkları konulardı. Bunları yaparken şaşırdıklarını söylemek inanın yanlış olmaz.
Sıradan orta sınıf bir Alman, şu şekilde tanımlanabilirdi: sabit fikirli, itaat eden, temiz olan, dakik, sıkı çalışan. Hitler, bu özellikleri çözdüğü için bir yandan dertlerine derman olan bir yandan da geleceği garanti eden bir lider olarak sosyalistlerin söylemlerinden daha başarılı oldu.
Seçim çalışmaları sırasında uçakla 7 günde 21 kent dolaşarak herkesi dinleyen Hitler, “tek devlet, tek millet, tek lider” söylemi ile ortak kimliğin mimarı olduğunu kabul ettirdi. Sokaklardaki propaganda afişlerinde Nazilerin; halka dağıttıkları yemek ve kömür, yaptıkları yollar, yardım ettikleri insanlar resmedildi. Naziler tarafından Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesinin nedeni olarak “sırtından bıçaklanma” teorisi geliştirildi. Alman halkını bıçaklayanlar ise liberaller, sosyalistler ve Yahudiler olarak gösterildi; afişlerde, bültenlerde, Nazileri destekleyen gazetelerde, toplantılarda bu teorinin propagandası yapıldı.
Orta sınıfın düşüncelerinin yönlendirilmesi sayesinde oy patlaması yaşayan Naziler, Hitler’in iktidara gelişini kutladılar. Alman Meclis Binası’nın kundaklanmasının suçu sosyalistlere atıldı, Meclis’ten alınan yetki yasası ile kanun hükmünde kararnamelere dayalı olarak ülkeyi yönetmeye başlayan Hitler ile Nazi propagandasından sorumlu olan Goebbels birlikte yarattıkları “korku” sayesinde Nazi iktidarını güçlendirdiler. Nasıl mı? Söyledikleri basitti: “Eğer biz iktidarı kaybedersek Almanya eski karanlık günlerine döner.” Bu korku Hitler’in başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı makamlarını kendinde toplayarak “Führer” yani Mutlak Lider olmasını sağladı. Almanya’da yaşanan 1919-1935 süreci, propagandanın bir toplum üzerindeki etkisini gösteren en önemli kanıttır.
İkinci Dünya Savaşı propaganda ile ilgili önemli bir kırılma oluşturuyor sanırım. Nedir bu dönemi propaganda tarihi açısından önemli kılan şeyler?
Bu dönemde propagandanın bir formüle oturtulmuş olması bence bir dönüm noktasıydı. Çünkü bu formül savaştan sonraki süreçlerde de siyasal partiler, reklamcılar, devlet yöneticileri hatta askerî üst düzey komutanlar tarafından kullanıldı, zaman içerisinde de geliştirildi. Aslında her şey toplumu çözmek ile ilgiliydi.
İlk savaşta kullanılan propaganda afişlerinde büyük çoğunlukta harbin cephe hattında bulunan öğelerin ön plana çıktığını görürsünüz; askerler, savaş alanları, hemşireler gibi. Ancak ikinci savaşta ağırlıklı olarak cephe gerisindeki toplum hedef kitledir.
Moralinin yüksek tutulması, her daim devleti ve lideri desteklemesi, üstüne düşeni yapması, üretime katılması, askere yazılması ama en önemlisi de her yerde konuşmaması yönünde telkinler olduğunu görürsünüz. Almanya ve İtalya’da ise propaganda bir adım ileri gitmiştir.
Sadece savaş sırasında zafer kazanmak değil, mevcut rejimin sürekliliği için inanmak ve destek olmak vurgulanmıştır. Yani “Aslında savaş o gün zafer kazanmak için değil, geleceği kazanmak için yapılmaktadır” vurgulanmaktaydı. Bunu gören Müttefik devletlerin propagandacıları da buna yöneldiler. “Almanya’yı yenmek, demokrasiyi korumak, yaşanılası yarınlar yaratmaktır” demeye başladılar.
Bakınız bu dönemde bütün ülkelerin savaş propagandalarını düzenleyen sanatçı, bilim insanı, politikacı gibi unsurlar ikna ve telkin metodu ön planda tutularak hazırlanmış içerikleri; radyo, sinema, gazete, broşür, afiş, pul gibi kitle iletişim araçlarında, en üst düzeyde kullandılar. Savaş alanlarında askerlerle beraber giden ve canlı savaş sahneleri çeken film ekipleri en önemli veri tabanı oldu. Mitingler senaryolara dayandırıldı. Hatta kitle hareketlerine yönelik kentsel düzenlemelere bile gidildi. Anlayacağınız her şey propagandanın araçları olarak kabul edildi ve varılmak istenen hedef doğrultusunda kullanıldı. Savaş bittiğinde propaganda artık kendine has anlayışı olan âdeta bir sanata dönüşmüştü.
Bugüne gelen periyotta propaganda biçim değiştirerek hâlen varlığını sürdürdü mü, yoksa anlamlı bir bahis değil mi devletler açısından?
Son derece anlamlı olduğu için bugün hâlen kullanılıyor ve gelecekte de önemini kaybedeceğini düşünmüyorum. Bir kere komşu ülkelere karşı savunma ya da herhangi bir alanda üstünlük kurmak amacıyla propagandadan faydalanılmaktadır. Örneğin ABD’nin bugünkü başkanı, Meksika sınırına duvar çekmek fikrinin ne kadar doğru olduğunu gösterebilmek için kendisini destekleyen televizyon kanallarında ve gazetelerde sürekli olarak Meksika kökenli kaçak göçmenlerin yaptığı yasa dışı etkinlikleri ortaya koymakta.
Öyle ki Başkan Trump’ın yürüttüğü bu propaganda sonucu ülkede artan milliyetçilik, bütün etnik kökenleri hedef alır hâle geldi. Rusya ile Ukrayna’nın aralarında yaşananları nasıl ortaya koydukları ortada. Bir devletin uyguladığı politikaların haklılığını ortaya koymak için ülke içinde ve uluslararası arenadaki bütün söylemleri ve bu politikalarına destek almak için yürüttüğü programlı etkinliklerin hepsi zaten propagandanın ne kadar canlı olduğunun göstergesi. Görüşmemizin başında demiştim ya, o hâlde insan var oldukça bir şekilde de propagandanın da var olacağını düşünebiliriz.
Siyasi seçim kampanyalarını büyük oranda propaganda üretimine benzetenler oluyor, bu doğru bir benzetme sayılabilir mi?
Kesinlikle doğru. Sebep de dünyadaki bütün devlet yapılarının iktidarlar tarafından ele geçirilmeye çalışılan kalelere dönüşmesi. Kalenin kapısındayken içeri girmek için kalenin içinde ve dışında memnun olmayanları etkilemek adına propaganda yapıp vaatlerde bulunuyorsunuz. Hedef kitlenizin hassas noktalarını tespit edip ona göre davranıyorsunuz. İçerideki yöneticiyi kötülüyorsunuz. Yenilgiye uğratmaya çalıştıklarınızı ötekileştiriyorsunuz. Kaleyi ele geçirip iktidara oturduğunuzda da bu kez kaybetmemek için propagandaya başvuruyorsunuz.
Bakın, açık bir şekilde ifade etmem gereken bir husus var. Bilinçsiz ve eğitim düzeyi düşük toplumlarda propaganda, seçmen kitlesi üzerinde daha fazla etki yapar. Bu özelliklere sahip olan kitle ilkel beklentiler içerisindedir: barınma, beslenme, savunma ve üreme. Ayrıca çağını değil, günü yaşar. Her sabah hayata ilk kez gelmiş gibi hareket eder. Dünün tecrübesinden faydalanarak bugün çalışırken yarını inşa etmeyi düşünmez.
Bu yetersizliği nedeniyle de sorumluk almaktan, karar vermekten çekinir. Kendisi yerine birilerinin bunu yapmasını uygun görür. İşte bu toplumlarda propaganda daha etkili olur ama sonucu hiç de hoş olmaz: Milletvekilleri halktan aldıkları gücü mecliste yansıtmazlar, meclise girdikten sonra güçlenirler. Bu durum propagandanın neden dünya üzerindeki siyasal sistemlerin seçim dönemlerinde etkili bir şekilde kullanıldığını gösteriyor aslında.
Dünya genelinde “günü yaşayanlar” sayıca fazlalar. Etkilenmeleri kolay. Hatta seçim kampanyalarını sosyolog, siyaset bilimci ya da psikologlardan çok neden reklamcıların yönettiğini de anlıyoruz: Hedef kitlenin anlık tercih yapması için en etkili sloganı bulan reklamcılar çünkü. Propaganda sayesinde “seçim kampanyaları” aslında “bilinçli girişimler”e dönüşmüş durumda.
Son bir soru ile bitirelim: Nitelikli bir propagandanın unsurları nelerdir?
Herhangi bir eylemin propaganda sayılabilmesi için öncelikle üç şey gerekiyor: birincisi bu eylemin tutumlar üzerinde kontrol kurması, ikincisi bilinçli bir hedef saptayarak istenen eylemlere yol açması ve üçüncü olarak da bir faaliyetin içinde yer almış olması. Propaganda da ana unsur, hedef kitledir. Sosyolojik ve psikolojik açıdan hedef kitle çözümlenir.
Kitlenin yapısı analiz edilir. Propagandanın içeriğine karşı tutumu tespit edilir. Bu tutumun niteliği ve nasıl ortaya çıktığı belirlenir. Aslında propaganda bu tutumları kontrol altına alma eylemidir. Bazen var olanları güçlendirir bazen de yenilerini yaratırsınız. Burada devreye propagandanın ikna ve telkin gücü girmektedir. Hedef kitlenin eleştirilerinden kaçınmak için ikna kullanılır ama sade ve anlaşılabilir bir dil kullanılarak.
Telkin ise üstü kapalı ithamlara ya da dolaylı anlatımlara dayanarak hedef kitlenin diğerlerinden ötekileştirilmesini sağlar. “Biz” ve “ötekiler” olarak ayrım sağlandıktan sonra hedef kitlenin bilinen isteklerine ve arzularına göre hareket edilir ki bu yaklaşım kitlenin “inanma” sürecine inanılmaz etki eder. Olayı perçinlemek için propaganda yönlendiricileri; mitleri ön plana çıkarırlar, sloganlar yaratırlar ve sembollerden yararlanırlar.
Kitle iletişim araçları kullanılarak da yapılan saptamalar ve planlanan yönlendirmeler, sık sık gündeme getirilerek hedef kitlenin tek bir bakış açısına sahip olması sağlanır. Bu aşağı yukarı nitelikli bir propagandanın formülüdür. Sistemli olarak ilk kez Birinci Dünya Savaşı’nda kullanılmasına rağmen bu formülasyon, İkinci Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkarılmıştır, mimarı da Nazilerdir, aslında Hitler ve Goebbels’tir.