Bizde kahvehane ve kıraathane
Kanuni Sultan Süleyman’ın son yıllarında kahvehanelerin çabuk benimsendiği sayısının elliye ulaşmış olmasından anlaşılır. II. Selim ve III. Murad’ın saltanat yıllarını kapsayan 1574-1595 yılları arasında kahvehanelerin sayısı hızla artarak altı yüze ulaşır.
Kahve bitkisinin kökeni Habeşistan (bugünkü Etiyopya) yaylalarıdır. Bir içecek olarak belirgin bir biçimde ilgi gördüğü bölge ise 16. yüzyılın Yemen’idir. Yemen’den sonra ilk benimsendiği yer 1510’lu yılların Kahire çevresi olur. Mısır’la birlikte Medine ve Mekke’de tüketilmeye başlanır, daha sonraki yıllarda bugünkü Suriye, İran ve Türkiye coğrafyasında kahve içimi yavaş yavaş yaygınlık kazanır. Kahvenin bir içecek olarak belirli bölgelerde kabul görmesinden elli yıl sonra ilk kahvehane örnekleri görülmeye başlar. İstanbul’daki ilk kahvehane ise 1554 yılında Halepli Hakem ve Şamlı Şems adlı kişiler tarafından Tahtakale semtinde açılmıştır. Bu semt, Eminönü’nün hemen üstündeki ticari alanları, sokakları kaplayan ve pek çok sokağı eski hanlarla, işyerleriyle, camilerle, hamam ve çeşmelerle öne çıkan bir bölgedir.1
Kahvehanelerden önce, Osmanlı toplumunun gündelik hayatında ön planda olan üç ortam bulunmaktaydı. Bunlar; aileyi ve çoğunlukla en yakın akrabaların birleşiminden oluşan büyük aileyi barındıran sivil konut, ibadet hayatının mekânı olan cami ve tekke ve ticari hayatın organize edildiği çarşıdır. Kahvehanelerin açılması yoğun olarak ev-cami- çarşı üçgeninde süren hayat tarzına yeni bir alternatif mekân getirir. Kahvehaneler, sayılan bu üç alanın yanına özel, dinî ve ticari konu ve faaliyetlerin dışına çıkılabilen, farklı gündemler oluşturulabilen yeni bir ortam ve mekân olarak katılır. Kahvehanelerin ortaya çıkmasından itibaren içli-dışlı olduğu başlıca iş kolu berberlik ve berber dükkânlarıdır. Bu ilişki iki farklı boyutta gerçekleşir. Birincisi bazı berberlerin kahvehane mekânlarını mesken tutmalarıdır: “Kahvehaneler açılıp büyüklü küçüklü şehrin her tarafına yayılınca berber dükkânları istiklalini kaybetti ve kahvehanenin bir köşesine yerleşti, berber esnafı da kahveci esnafına yamak sayıldı.”2 Kahvehanelerle berber dükkânları arasında kurulabilecek ikinci bağlantı kahvehanelerin karşı karşıya kaldığı yasaklamalarla ilgilidir: “Modernlik öncesi Ortadoğu hakkında gözlemde bulunanlar, biraz da şaşkınlıkla, Osmanlı tarihinde sık sık olduğu gibi kahvehanelerin nifak yuvası sayılarak kapatıldığı dönemlerde berber dükkânlarının berikilerin yerini tuttuğunu not düşmüşlerdir.”3
Kanuni Sultan Süleyman’ın son yıllarında kahvehanelerin çabuk benimsendiği sayısının elliye ulaşmış olmasından anlaşılır. II. Selim ve III. Murad’ın saltanat yıllarını kapsayan 1574-1595 yılları arasında kahvehanelerin sayısı hızla artarak altı yüze ulaşır.4 Kahvehanelerin, başta Gelibolulu Mustafa Ali5, Peçevi İbrahim Efendi6 gibi isimler olmak üzere 1550-1650 arasındaki dönemin Osmanlı tarihçileri tarafından farklı bakış açılarıyla değerlendirildiği bilinir. Kahvehanelere halk tarafından gösterilen ilgi elli yıllık bir zaman dilimi içinde İstanbul’un hemen hemen her mahallesini kahvehanelerle doldurmuştur. 17. yüzyılla birlikte mahalle kahvehanelerinin sayısı ilk dönemine göre daha hızlı bir şekilde artmıştır. Mahalle kahvehaneleri toplumsal yapıya yeni bir mekân olarak katılmış ve sonrasında toplumsal yapının ve gündelik hayatın yadsınamaz bir parçası olmuştur. Mahalle kahvehaneleri bulundukları bölgelerde insan ilişkilerinin odak noktası hâline gelmiştir. İstanbul ölçeğinde yoğunlukları düşünüldüğünde mahalle kahvehaneleri şehri baştanbaşa ören bilgi ve haberleşme şebekesi işlevini de görmüştür. Mahalle kahvehanelerinin yüksek düzeyde kabul görmesinden sonra başta Esnaf kahvehaneleri olmak üzere yeni kahvehane türleri oluşmuştur. Esnaf kahvehaneleri İstanbul’un merkezî ve ticari bölgelerinde kurulmuş, bir yandan tüccarların bürosu gibi kullanılmış, bir yandan da iş bulmak isteyenlerin uğrak yeri hâline gelmiştir.
- 17. yüzyılda halk kültürünün önemli bir parçası olarak saz şairlerinin bir araya geldiği Âşık kahvehaneleri ve 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasına kadar etkin bir biçimde varlık gösterecek olan Yeniçeri kahvehaneleri ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Âşık kahvehanelerinin kültürel mirasını Semai kahvehaneleri, Yeniçeri kahvehanelerinin mirasını ise Tulumbacı kahvehaneleri bünyesinde taşımaya başlayacaktır.
1550’lerden 1850’lere kadar geçen 3 asırlık dönemde kahvehanelerin mahalle kahvesinden meslek kahvelerine ve eğlence programlarıyla tanınan örneklerine uzandığı, başta İstanbul olmak üzere Osmanlı coğrafyasında yayılarak halkın gündelik hayatında önemli yer tuttuğu açıktır. 1850’lerden itibaren ise “Tanzimat” ile simgeleşen modernleşme atmosferinde yeni hayat alanları, yeni insan tabakaları ve yeni gündemler eşliğinde “kıraathane” olarak adlandırılan yeni bir kahvehane türü gelişmeye başlamıştır.
Bu çerçevede Osmanlı modernleşmesinin görünümü içinde bürokrasi, basın, eğlence hayatındaki gelişmeler ve kurulan yeni yapılar öne çıkmaktadır.
Modernleşme çalışmalarının önemli bir ayağı eğitimdir. Eğitim içeriklerine modernleşme ekseninde yön verilen Mekteb-i Tıbbiye (1827), Mekteb- i Harbiye (1834), Mekteb-i Mülkiye (1859) gibi okullar kurulmuştur. Bu okullardan mezun olan öğrenciler ve başta 1837’de kurulan Hariciye Nezaretine bağlı olarak ortaya çıkan “Tercüme Odası” mensupları olmak üzere yetişen yeni memur-bürokrat tipi bu yeni dönemde etkin konuma gelmiştir. Bu yeni memur-bürokrat tabakasının okur-yazar olarak toplumda aldığı yeri ve rolü İlber Ortaylı şöyle açıklamaktadır: “Babıali bürokratıyla 19. yüzyılın Osmanlı aydını özdeştir. Çünkü yaşadığı dünyaya ve ortama başkaldıran; başkaldırmasa bile onu yargılayan, ölçüp tartan okur-yazar adam 19. yüzyıl Babıali çevresinin ürünüdür. Gerçi okur-yazar adam her zaman her yerde vardır; ama o adam konumunun bilincine varıp, çevresi ve dünyayla hesaplaşmaya başladığı ve böyle bir hesaplaşma görevini yükümlendiği zaman, modern aydın doğmuş demektir.
Osmanlı aydını düşüncesiyle, tavrıyla politik muhalefetiyle Babıali kalemlerinde doğdu.”7
Eğitimde modernleşme çabalarının doğal bir sonucu basın faaliyetlerinin başlatılmasıdır. Babıali bürokrasisi içinde görev yapan yeni memur tabakasının zihin dünyası modernleşmenin getirdiği yeni sorular ve sorunlarla meşguldür. Değişen hayat tarzının içine modern bir araç olarak katılan gazete ve dergi gibi yayınlar daha çok yeni memur tabakası tarafından takip edilmiştir. Süreli yayınlar ile yeni bürokrasinin buluşması, üç yüz yıldır varlığını sürdüren kahvehane kurumu ile bağlantılıdır. Bu yeni kahvehane türünü yerli yerine oturtmak için kıraathane ifadesi tercih edilmiştir. 19. yüzyılda İstanbul’da ortaya çıkan ve aydınların iletişim ortamı olan kıraathane tipi Avrupa’dan ve özellikle Paris kahvehanelerinden esintiler taşımaktadır. Bunda Osmanlı modernleşmesinin büyük ölçüde Fransa’yı ve Fransız kültürünü örnek almasının payı vardır. Osmanlı’nın Batı’ya ihraç ettiği kurumlardan biri olan kahvehane, Avrupa’da yaşanan gelişmelere bağlı olarak değişimler geçirmiştir. Avrupa’daki kahvehaneler özellikle Almanya, Fransa ve İngiltere’de entelektüellerin buluşma mekânları hâline gelmiştir. Ülkemizden Tanzimat’tan sonra eğitim amacıyla bu ülkelere giden ve daha sonra Osmanlı bürokrasisinde görev alanların mekânı hâline gelmiş ve İstanbul’a dönüşlerinden sonra Avrupa kahvehanelerindekine benzer atmosfer kurmak konusunda ilham vermiştir.8 Ahmet Hamdi Tanpınar, yeni kahvehane türünün özelliklerini şöyle anlatmaktadır: “Tanzimat’tan sonra insanla beraber kahve zevki de değişti. Viyana ve Paris usulü, duvarları aynalarla süslü, sandalye ve masalı kahveler açıldı ve bugün o kadar zevkle dinlediğimiz “Kâtibim” türküsünde kolalı gömleği ve setresiyle alay edilen İstanbul beyleri bu kahvelerde toplanmaya başladılar. Aziz devrinde birdenbire yayılan gazete zevki yüzünden bu kahvelerin bir kısmı kıraathane adını aldılar.”9 Kıraathane olarak bilinen ilk mekân Beyazıt’ta 1857’de açılan Sarafim Kıraathanesi’dir.
- Selim Nüzhet Gerçek, Sarafim’e kahvehane yerine kıraathane denmesinin sebebini açıklarken süreli yayınların önemine işaret etmektedir:
“İsmi bize kadar gelen hemen hemen yegâne kahvehane ‘Sarafim’in kahvehanesi; daha doğrusu bizde ilk defa olarak yevmi ve mevkut matbuatı müşterilerinin istifadesine arz ettiğinden, kıraathanesidir. O da bir kahvehane olsaydı ismi belki bize kadar da gelmezdi. Sarafim müşterilerine yalnız gazete ve mecmua okumak imkânını vermekle kalmamış, kıraathanesini müellif ve tabilere de eserlerini satmak üzere bir satış merkezi hâline getirmiştir. Hatta bir müddet sonra da işi gazetelere abone yazmaya ve gazetelerin sevk işleri ile uğraşmaya kadar götürmüştür. Sarafim naşirlik de etmiştir. Üstlerinde: ‘Devlet- i Aliye-i Osmaniyede kıraathane mucidi ve memalik-i mahruse-i şahane umum matbuat merkezi Okçular başında vaki Kıraathane-i Osmani Müdürü Sarafim’ kaydına rasgelinen birçok neşriyat vardır.”10
Dönemin İstanbul’unun önemli bir parçası hâline gelen Beyoğlu’nda ise kıraathaneler ile birlikte Avrupa kökenli pastaneler açılmıştır. Beyoğlu, Avrupa kültürü ile yakınlığa sahip olan nüfus yapısı sebebiyle âdeta 19. yüzyıldaki Osmanlı modernleşmesinin pilot bölgesi hâline gelmiştir. Sadece Avrupa tipi kıraathaneler ve pastaneler değil, sanayi devrimi sonrasındaki Avrupa’da gelişen başka kurumlar da Beyoğlu’nda ilk örnekleriyle varlık göstermiştir. Avrupa’da geliştirilen yeni ticari ürünler Beyoğlu ve çevresindeki mağazalarla ülkemize adım atmıştır. Otel ve lokantaların geliştiği bölge de yine Beyoğlu’dur. Beyoğlu 1870’lerden bu zamana sinemalar, tiyatrolar, oteller, restoranlar, barlar, meyhaneler, pasajlar, kafe ve pastanelerin içini doldurduğu bir eğlence ve kültür hayatına mekân olmuştur. Elçilik sarayları, görkemli binalar, oteller, postane, telgrafhane, İtalyan ve Fransız tiyatroları, Avrupa tarzında kafe ve pastaneleriyle Beyoğlu 19. yüzyıl İstanbul’unda Avrupa başkentlerinin küçük bir örneği hâline gelmiştir. Önce Fransız ve İtalyanlarla oluşan Latin grubu daha sonra da İngiliz, Avusturyalı ve Almanların oluşturduğu grup, Levantenliğin insan potansiyelini oluşturmuştur. Levantenliğin ürettiği kültürel yapı içinde alışveriş yapılan bütün mağazalar Avrupa tarzını yansıtmaktadır. Yabancı basımevleri ve gazeteler, eczaneler, doktor muayenehaneleri gibi çeşitli toplumsal gereksinimler Levanten yaşamının önemli parçaları olarak Beyoğlu’nda var olmuştur.
İstiklal Caddesi üzerinde açılan Löbon Pastanesi, yüz yıla yakın bir sürede faaliyet göstermiş ve okur-yazarların önemli bir buluşma ortamı olmuştur: “Löbon, Paris’teki litere-Cafelerin benzeri olarak Kırım Savaşı’ndan sonra Fransız büyükelçisinin öncülüğünde Beyoğlu’nda açılmıştı. Ömrünü bir asır sürdürmüş olan bu pastahane, Türk ve yabancıların sohbet yeriydi. Edebiyatımızın ünlüleri arasında yer alan, Abdülhak Hamitler, Süleyman Nazifler, Sami Paşazade Sezailer, Abdülhak Şinasi Hisarlar, Halid Refik Karaylar, Mithat Cemaller Löbon’un tipik Batı esintili müşterilerindendi.”11 Löbon, İstanbul’da okur-yazarların bir araya geldiği bir pastane olarak ünlenmiştir. Löbon’la birlikte Beyoğlu’nda okur-yazarların buluştuğu pastaneler arasında Markiz, Moskova, Petrograd, Nisuaz, Baylan pastanelerini kaydetmek gerekmektedir. Bu pastaneler kapandıkça müşterilerini birbirine devrederek okur-yazarların Beyoğlu’nda bir araya gelme birikimini 1855’lerden 1960’ların sonuna kadar devam ettirmiştir.
Suriçi bölgesindeki kıraathaneler ise ağırlıklı olarak bürokrasi, basın ve eğitim kurumlarının bulunduğu Babıali, Beyazıt, Şehzadebaşı üçgeninde ortaya çıkmış ve benimsenmiştir. Babıali 1923’te başkentin Ankara’ya taşınmasına kadar okur-yazar memur tabakasını barındırmıştır. Bürokrasi Ankara’ya taşındıktan sonra Babıali artık “basın”ı ifade eden bir kavram hâline dönüşmüştür. Doğan Koloğlu, Babıâli Caddesinin Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerindeki sınırlarını şöyle anlatmaktadır: “Cumhuriyet dönemi öncesinde Sirkeci Meydanı’ndan başlayıp Cağaloğlu’na doğru dik bir yokuşla yükselen ve Nuruosmaniye Sokağıyla kesiştiği noktaya kadar devam eden yoldu. Cumhuriyet’in ilanından sonra, Sirkeci’den İran Konsolosluğu’na Türk Ocağı ya da eski adıyla Çifte Saraylar Sokağına kadar uzanan bölümüne Ankara Caddesi, oradan Divanyolu’na kadarki bölümüne de Babıâli Caddesi dendi.”12
1860 sonrasında kurulan gazete ve dergilerin idarehaneleri bu bölgededir. 1875’lerden sonra Babıali Caddesinde ilk kitapçı dükkânları açılmaya başlamıştır. Babıali çevresi Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte matbaalar, dergiler, gazeteler, yayınevleri ve kitabevlerinin birlikte oluşturduğu bir yayıncılık ve kültür adası kimliğini taşımıştır. Babıali’nin bu uzun dönemdeki havasını hem öğretmen hem yazar kimliğiyle soluyan Salim Rıza basın, kültür ve kahvehaneler bağlamında yaşananları şöyle anlatmaktadır: “1925 yılları. Darülmuallimin (öğretmen okulu) öğrencisiyiz. Akşamları Nuruosmaniye’de İkbal, Divanyolu’nda Diyarbekir, Cağaloğlu’nda Vilayet karşısında İhsan Kıraathanelerinde günlük gazeteleri izliyor, haftalık Servetifünun, Milli Mecmua, İctihat, Hayat, Aydede, Akbaba gibi fikir, sanat ve mizah dergilerini okuyoruz. Bu kıraathanelere yazın ve basın aleminin ünlü imzaları geliyordu: Fuat Köprülü, Süleyman Nazif, Celal Sahir gibi. Sonraları aynı okulda çalıştığım ünlü Farsça hocası ve yergici Tahir Nadi, ayrı bir köşede nargilesini fokurdatırdı. Bu kıraathaneler biz gençlere ikinci bir okul gibiydi. Hukuk ve Tıp fakültelerinden, bizlerden yaşça büyük genç arkadaşlarla birlikte olurduk.”13 Babıali çevresinin bu atmosferi gazetelerin 1990’ların başında İkitelli bölgesine taşınmaya başlamasıyla dağılmaya yüz tutmuştur. Babıali caddesinin üzerinde veya yakınlarında bulunan İhsan, İkbal ve Meserret kahvehaneleri yaşadıkları dönemde muhabirlerin toplandığı, birbirleriyle haber alışverişi yaptığı mekânlar olarak bilinmiştir. Bu kahvehaneler aynı zamanda Babıali gazetelerinin köşe yazarlarının ve yazı işleri kadrolarının da vakit geçirdiği ortamlar olmuştur. Beyazıt semti hem Bizans hem Osmanlı dönemlerinde şehrin en merkezi noktalarından biri olarak bilinmiştir. Babıali’de 19. yüzyılda yaşanan gelişmeler ve toplumsal yapıya katılan yeni kurumlar olduğu gibi Beyazıt da merkezî konumu sebebiyle değişimden payını almıştır. Beyazıt Meydanı’nın eskiden beri şehrin kalbi hükmünde, bilinen bir alan olması etrafındaki kültür odaklarını toplayıcı bir işlev görmesini sağlamıştır. Sahaflar Çarşısı, Beyazıt Devlet Kütüphanesi gibi ortamlara Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde sonradan İstanbul Üniversitesini oluşturacak okulların bu çevrede toplanması katkı sağlamıştır. Sahaflar Çarşısı’nda bulunan kitapçı dükkânları sadece kitap satılan yerler değil aynı zamanda okur-yazarların toplandığı mekânlardır. 1857’de açılan Sarafim Kıraathanesi’nden itibaren Küllük Kıraathanesi, Marmara Kıraathanesi ve Acem’in Kahvesi gibi mekânlar 1970’lerin sonuna kadar Beyazıt’taki kültür ortamının bir parçası olmuştur. Özellikle 1957-58’de yapılan Beyazıt meydan düzenlemesi sonucunda ortadan kalkan Küllük, müdavimlerince “Üniversitenin Kahvesi” gibi benimsenmiştir. Akademisyenler, öğretmenler, öğrenciler, edebiyatçılar Beyazıt Meydanı ve çevresindeki mekânlarda bir yüzyılı aşan bir kültürel iletişim deneyimini paylaşmıştır.
- İstanbul’un bir başka merkezi noktası olan Şehzadebaşı semti 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir kültür-sanat ortamı olarak bilinmiştir. Bugünkü Şehir Tiyatroları’nın ilk hâli olan Darülbedayi, Şehzadebaşı’nda kurulmuştur. Semtte kurulan tiyatro salonlarında son temsilcileri İsmail Dümbüllü ve Naşit olan geleneksel Türk tiyatrosundan temsiller sunulmuştur.
İstanbul’un önemli sinema salonları 1960’ların ortalarına kadar bu cadde üzerinde faaliyet göstermiştir. Şehzadebaşı çayhane ve kıraathaneleri başta Fevziye Kıraathanesi olmak üzere konferanslara, konserlere, sinema ve tiyatro gösterilerine ev sahipliği yapmışlardır. Fevziye Kıraathanesi 19. yüzyılın son yıllarında İstanbul’da ikinci sinema gösteriminin yapıldığı yerdir. Aynı kıraathanede Arminius Vambery, Yusuf Akçura ve Ahmet Midhat Efendi gibi isimlerin konferanslar verdiği bilinmektedir. Darüttalim Kıraathanesi’nde Karagöz ve musiki temsilleri gerçekleştirilmiştir. Halk Kıraathanesi, Mehmet İzzet tarafından kurulan Felsefe Cemiyeti’nin dağılmasından sonra üyelerinin çoğuna ve toplantılarına ev sahipliği yapmıştır. Şehzadebaşı semtindeki çayhane ve kıraathane geleneği 1960’lı yıllara kadar devam ederek müdavimlerine ev sahipliği yapmıştır.
Sonuç yerine: Kıraathaneler, pastaneler ve gündelik hayatın değişimi Modernleşme atmosferinde kimliğini kazanan kıraathaneler, söyleyecek sözü olanların, tartışılacak düşünceleri olanların kendilerini ifade etme ortamı olmuştur. İfade edişlerin farklı örneklerini sunmak mümkündür: pek çok derginin çıkarılma fikri bu aydın kıraathanelerinde yapılan sohbet, tartışma ve toplantılarla olgunlaşmış, kıraathaneler bazı edebiyat topluluklarının kurulduğu ortamlar olmuştur. Kendilerini 1940 kuşağı olarak kabul eden ve çoğu 1990’lara kadar eser vermeye devam bir edebiyatçı-yazar topluluğu Beyoğlu’nda Elit, Nisuaz ve Babıali’de İkbal ve Beyazıt’ta Küllük Kıraathanelerini buluşma mekânı olarak benimsemiştir. Aydın kahvehanelerinin hakkında en çok kaynak bırakılan örneği olan Küllük, daha sonra farklı ideolojik kulvarlarda görünecek olan pek çok aydının 1940’lı ve 50’li yıllardaki diyalog zemini olmuştur.
Resmi olmayan cemiyetlere, konferanslara, sinema ve tiyatro gösterilerine, konserlere ev sahipliği yapan, kültürün, bilginin, sanatın üretildiği pek çok farklı daldan insanı ortak bir zeminde buluşturan kahvehane ve kıraathaneler edebiyattan felsefeye, sanattan spora Türkiye’de modernleşme döneminde ortaya çıkan pek çok oluşumun tarihinde pay sahibi olabilmiştir.
Kimi 30 yıl, kimi 50 yıl kimi de 70 yıl boyunca kültür mahfili olarak tanınmış kahvehane-kıraathane veya pastanelerin korunamaması ve bugünlere ulaşamamasının sebepleri çok yönlüdür. İstanbul’un nüfus yapısındaki büyük değişim ve şehrin geleneksel merkezinin büyüme sürecinde korunamaması önemli bir faktördür. Tarihinde 1 milyonluk nüfusu hemen hiç ağırlamamış İstanbul’un nüfusu, 1945 sonrasındaki sanayileşmenin getirdiği iç göçle birlikte beş yılda 1 milyona, 1960’ta ise 1 milyon 700 bin civarına yükselmiştir. Bu hızlı değişime dayanarak 1960’a kadar gelen İstanbul’u “Birinci İstanbul”, 1960’tan günümüze yirmi milyona dayanan İstanbul’u ise “İkinci İstanbul” olarak kabul etmek pek de mantıksız olmayacaktır. Bu büyük nüfus hareketi şehrin yayılma alanını geniş bölgelere dağıtmış ve İstanbul dünyanın en büyük metropollerinin arasına girmiştir. Yaşanan nüfus patlamasıyla iskân alanları genişleyince çalışmamızın konusu olan aydın kahvehanelerini barındıran Beyazıt, Babıali ve Şehzadebaşı gibi merkezlerin kültürel atmosferi ortadan kalkmış, Beyoğlu’nunki de büyük bir sarsıntı geçirmiştir. Şehrin iskân alanlarındaki değişim eskiden “profesörler semti” olarak anılan Laleli’ye bu özelliğini kaybettirmiş, çoğu birbirine yürüme mesafesinde ikamet eden pek çok yazar, akademisyen ve gazeteciyi genişleyen İstanbul’un yeni yerleşim bölgelerine dağıtmıştır. Suriçi İstanbul’un 3 semti kültürel atmosferlerini ticarete, Beyoğlu ise eğlenceye karşı kaybetmiştir. Beyoğlu 1990’lı yıllardan sonra toparlanmışsa da diğer üç semt bugün İstanbul Üniversitesi, Sahaflar Çarşısı, yayınevleri ve kitapevlerinin varlığına rağmen ticaret ve turizm faaliyetlerinin sahası konumundadırlar
İstanbul şehri modernleşme döneminde gündelik hayatı ve boş zaman etkinliklerini yeniden biçimlendiren değişimler yaşamıştır.
Eski toplumsal ortamda kahvehaneler ve kıraathaneler bilginin yayıldığı ve toplumsallaştığı mekânlardır. Fakat bilgiye ilişkin şebekelerin yenilenmesi ve değişmesi bir dönem bu şebeke işlevini yürüten kıraathaneleri ikinci plana atmıştır.
Kitle iletişim araçlarında yaşanan gelişmeler giderek yüz yüze iletişimin önemini azaltmıştır. Önce radyo daha sonra televizyonun yaygınlaşmasıyla bilgi ve haber alma alternatifleri gelişmiş, kıraathanelerin bu anlamdaki yeri sarsılmıştır. Bilgilenme ve haber alma ihtiyacı radyo ve televizyon ile giderilmeye başlanmıştır. Kültür endüstrilerinin de yoğun biçimde oluşmasıyla toplumun yaşam tarzında büyük değişiklikler olmuştur. Farklı sosyalleşme alanları ve alternatifleri geliştikçe kıraathanelerin bu çeşitlilik içinde gittikçe önemi azalmıştır. Örneğin, İstanbul’da denize girme alışkanlığı Birinci Dünya Savaşı sırasında göçle gelen Beyaz Ruslar’dan sonra oluşmuştur. Futbol 1900’lü yılların başında toplumsal yaşama dâhil olmuş zaman ilerledikçe etkinliği artmıştır.
Daha önce sadece konserler yoluyla dinlenebilen müzik, plak, kaset, cd ile endüstriyel hâle gelmiştir. Ahmet Hamdi Tanpınar kıraathaneler bağlamında “Radyonun yayılması musiki takımlarını kahveden kovdu”14 demiştir. Radyonun yayılması o döneme kadar sadece kendi yaşadıkları bölgenin müziğini bilen insanlara başka bölgelerin müziklerini öğretmiştir fakat bir yandan da belli kıraathanelerde düzenli müzik icra eden fasıl heyetlerine olan ilgiyi zayıflatmıştır. Radyodan sonra televizyon da etkisi gittikçe artan bir kitle iletişim aracı olarak toplumsal yaşama katılmıştır. Televizyon ve radyonun yaydığı sözlü kültür kıraathanelerdeki sözlü kültür ortamını önce alternatifli hâle getirmiş sonra da zayıflatabilmiştir. Konuşanlar ve dinleyenler dünyası olarak yeni medya bir sözlü kültür atmosferidir. 15 Bu ulaşması kolay fakat irrasyonel ve kişiyi edilgenleştiren sözlü kültür ortamı kıraathanelerdeki alış-veriş ortamını sağlamadığı hâlde kıraathanelere duyulan ihtiyacı azaltan bir faktör olabilmiştir.
Yazılı/süreli iletişim araçları olan gazete ve dergiyle kimliği belirginleşen ve yükselen kıraathaneler görüntülü/sesli iletişim araçları olan radyo ve televizyon ile sönmeye yüz tutmuştur. Doğal olarak tek faktör kitle iletişim araçlarının sağladığı egemenlik değildir.
- Gündelik hayatta ve serbest zaman etkinliklerinde yaşanan değişmeler kahvehane, kafe, pastane, kıraathane gibi adlarla anılan mekânların nitelik değiştirmesine yol açmıştır.
İstanbul’un nüfusundaki büyük artış şehrin yapısını değiştirmiştir. Şehir çok merkezli bir yapıya bürünmüştür. Eski İstanbul’un kültürel ve ekonomik anlamda en büyük parçası olan Suriçi, İstanbul kültürel merkez olma özelliğini önemli ölçüde kaybetmiştir. Sonuç olarak modernleşme atmosferinde 19. yüzyılın ortalarında 400 yıldır var olan kahvehane kurumunun yeni bir formu olarak toplumsal hayata katılan kültür mahfili kıraathaneler, şehirde ve gündelik hayatta yaşanan değişim ve çeşitlenme, kitle iletişim araçlarının gelişimi ve toplumsal etkileri gibi faktörlerden etkilenerek bir döneme damgasını vurmuş, sosyal tarihimizin incelenmeye devam edilmesi gereken önemli bir parçası olmuştur.
1. Haldun Hürel, A’dan Z’ye İstanbul’un Alfabetik Öyküsü, İstanbul, İkarus Yayınları, 2008, s. 291.
2. Reşat Ekrem Koçu, Tarihte İstanbul Esnafı, İstanbul, Doğan Kitapçılık, 2002, s. 47.
3. Cemal Kafadar, Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken, İstanbul, Metis Yayınları, 2009, s. 65.
4. Ayşe Saraçgil, “Kahvenin İstanbul’a Girişi, Doğu’da Kahve ve Kahvehaneler”, Doğu’da Kahve ve Kahvehaneler, Yay. Haz. Helene Desmet Gregorie, Françoıs Georgeon, Çev: Meltem Atik, Esra Özdoğan, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 1999, s. 33-35.
5. Gelibolulu Mustafa Ali, Mevidün Nefais fi Kavidi’l Mecalis, yay.haz.: Cemil Yener, İstanbul, Hünkar Kitabevi, 1975, s. 145.
6. Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, 2 c., yay.haz.: Bekir Sıtkı Baykal, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1981, s. 258.
7. İlber Ortaylı, İstanbul’dan Sayfalar, 9. baskı, İstanbul, Alkım Yayınları, 2007, s. 91.
8. Uygur Kocabaşoğlu, “İlk Kıraathanenin Açılışı”, Tarih ve Toplum Dergisi, İstanbul, 1984, S. 5, s. 65.
9. Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, 12. baskı, İstanbul, Dergâh Yayınları, 1998, s. 63.
10. Selim Nüzhet Gerçek, İstanbul’dan Ben de Geçtim, yay.haz.: İsmail Kara, Ali Birinci, İstanbul, Kitabevi Yayınları, 1997, s. 70-71.
11. Taha Toros, Mazi Cenneti, İletişim Yayınları, İstanbul, 1992, s. 103.
12. Doğan Koloğlu, “Babıâli Caddesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c 1, İstanbul, Tarih Vakfı ve Kültür Bakanlığı ortak yayını, 1994, s. 524.
13. Salim Rıza Kırkpınar, Salim Rıza’dan Anılar, İstanbul, Yalçın Yayınları, 1990, s. 9.
14. Ahmet Hamdi Tanpınar, a.g.e., s. 71.
15. Edibe Sözen, a.g.e., s. 70.