Bir zihin serüveni: Cahil hoca

ELİF BİLGE KARATAŞ
Abone Ol

Öğrenmek, tarihin seyri içerisinde gerek Doğu gerek Batı toplumlarında hocalar rehberliğinde gelişmiştir. Nihayet derginin Eylül sayısında ‘hanegi-himaye’ usulü eğitim özelinde bu konuya değinmiş ve Osmanlı döneminde gerek devlet erkanı gerekse kültür hayatında önde gelen birçok ismin bir nevi ‘usta-çırak’ ilişkisiyle, hoca himayesinde yetiştiğinden bahsetmiştim. Özellikle Türk toplumunda, bir zanaatın veya sanatın icrasında olduğu gibi ilim hayatında da hocadan el almak, tedrisattan geçmek tekâmülün âdeta ayrılmaz bir bütünü olarak önümüze çıkar. Rancière, hocaya atfedilen bu kutsiyete farklı bir noktadan dikkat çekiyor: “Öğrenme edimi farklı şekillerde bir araya getirilebilen dört şekilde üretilebilirdi: özgürleştiren bir hoca veya aptallaştıran bir hoca tarafından; bilgin bir hoca veya cahil bir hoca tarafından. Bunlardan katlanılması en zor olanı, dördüncü önermeydi.” Yani: cahil hoca.

Cahil hoca, bilgiyi düşünmeye fırsat tanımaksızın bir yığın olarak aktarır. İyi hoca ise sorularla öğrencinin zekâsına gizlice yol verir.

Aklın fevkaladeliğini yok sayan bu metot, hocanın da zihninin özgürleşememesinden kaynaklanır. “Kendisinden başka bir şeye itaat etmeyen bir zekânın gerçekleştirdiği edime, özgürleşme denir.” Rancière özgürleşmeyi böyle tanımlamış. Zihni donduran, işleyişini yavaşlatan öğrenme, düşünmeye ket vururken zihinsel özgürleşmeyi de neredeyse imkânsızlaştırır. Özellikle yoğun bilgi aktarımı olan hukuk ve tıp gibi fakültelerde bu vakaya çok daha sık rastlandığı görülmektedir. Öğrencilerin alanları haricine açılmalarının, ilgilerine mukabil yönlerde gelişmelerinin yolu derslere yeterince ihtimam göstermemekten geçiyor. Dolayısıyla, haricen gelişememek ve açıklayıcı sistemin mutlak bir kabul olması, açıklayıcının kapasitesiyle sınırlı kalmayı da beraberinde getiriyor. Aklın iplerini, bir başkasına yanılgıyla da olsa teslim etmenin insan haysiyetiyle bağdaşmadığı açık. Bu hâlde açıklayıcının şaşmaz mutlakiyetini reddetmek ve zihnin vasıtaya muhtaç olmaksızın da gelişebileceğini kabul etmek özgürleşmenin ilk adımı sayılabilir.

Jacques Ranciere.

Rancière’in aptallaştırıcı bulduğu eğitim metotlarından en şaşırtıcı olanı Sokratik yöntemdir. Özgürlükçü ve interaktif olmak vasfıyla geleneksel eğitim metotlarından ayrı tutulan Sokratesçilik bile aptallaştırmanın kusursuzlaştırılmış bir örneğidir. Açıklayan her hocanın içinde uyuyan bir Sokrates vardır. Sokrates’in Menon’un kölesini, soru sorarak matematik hakikatleri fark etmeye sevk etmesi, bilgiye giden bir yol olsa bile özgürleştirici bir yol değildir. Çünkü Sokrates de her cahil hoca gibi öğretmek için soru sorar. Oysa özgürleştirmenin yolu kişinin bilgin gibi değil herhangi bir insan gibi soru sormasıdır. Yani, öğretmek için değil öğrenmek için. Arayan, her zaman bildiği şey ile ilişkilendireceği yeni bir şey bulur. Bu buluş, esasen bir yanılgıdır. Çünkü öğrenenin bulduğu bilginin sınırı hocanın kavrayışıyla çizilmiştir. “Zihin bir dolambaçtan öbürüne, yola çıkarken aklından bile geçirmemiş olduğu bir hedefe varır. Ulaşmış olmasına şaşırır, geri döner, kılavuzunu görür. Şaşkınlık hayranlığa dönüşür ve bu hayranlık onu aptallaştırır.” Sokratik yöntemin ulaştırdığı sonuç tam da budur: Aklın altında yatan saf bilgiyi değil, hocanın müktesebatından bir parçayı bulmak. Ve ulaşmanın hayranlığıyla aptallaşmak.

Geleneksel eğitim metotlarından ayrı tutulan Sokratesçilik bile aptallaştırmanın kusursuzlaştırılmış bir örneğidir.

Rancière’e göre zihinsel kölelik tek bir ilke etrafında döner: zekâların eşitsizliği. İnsan, zekâsını herkesle eşit saydığı takdirde özgürleşebilir. Aklın kudretini bilmek, bir diğer aklın kudretini diğerinden aşağı veya üstün görmemek… Fakat eşitsizlik insanların zihnine öyle bir yerleşmiştir ki, bu kavrayış toplumların seyrini bile değiştirir. Sınıf çatışması, “üstün aşağılık” tan doğar: “Düşünüre işçinin zekâsını küçümseme olanağı veren, işçinin köylüyü, köylünün karısını, karısının komşunun karısını küçümsemesinden başka nedir ki?’’ Her birey üstün gördüğüne tabi olur. Bu anlayışın sonucu, zekilerin aptallar yığınını yönetmesidir. Platon’un filozof kral ideali aynı anlayışın tezahürüdür. Bilek gücünün zekâdan ayrıştırılması bu sebepledir. Bedensel eforla yapılan iş, zihin gücüyle yapılandan geridedir. Evrensel eğitim bu zeminde şekillenir. Demokrasilerde eşitsizlik ve neticeleri şiddetle reddedilirken bu ilke çoktan benimsenmiştir bile; cumhuriyet hak ve görevlerin eşitliği demektir. Zekâların eşitliğini savunamaz, buna cesaret de bulamaz. Bir köylünün zekâsı ile bir önderin zekâsı bir olabilir mi? Eşitsizlik öyledir ki, insanlık için gizliden gizliye bir tutku hâline gelmiştir. Yapmamanın, zekânın bunu yapmaya kabil olmamasından kaynaklandığına inanmak konforlu bir alan yaratır. Bu alan, başarı veya başarısızlığı yaratılış icabı birtakım hasletlere atfederken gelir eşitsizliği ve sosyal adalet üzerine düşünmeyi de bertaraf eder. Hâlbuki yapmamak çoğu zaman yapmayı yeterince istememekten doğar. Yani iradenin zıttı olan tembellikten. Çünkü, fiiliyat zekâ ile iradenin terkibidir. Zekâlar eşittir, iradeler değil.

İnsan aklın sınırlarını zorlayarak, zihinsel kudretini kat ve kat arttırabilir.

Rancière için mesele “Bilgin yetiştirmek değil, kendilerini zekâ bakımından aşağı sananları ellerinden tutup çürüdükleri bataklıktan çıkarmaktır. Bahsedilen de cehaletin değil, kendini küçümsemenin, akıl sahibi yaratığı bizatihi küçümsemenin bataklığıdır.’’ Bu bataklıktan ancak özgürleştirilmiş zihinler aracılığıyla çıkılabilir. Bu minvalde, evrensel eğitim, tüm halklar için özgürleşebilmenin en etkili yolu gibi gözükmektedir. Bunun sebebi yoksulların haricen eğitime tahsis edeceği maddi gücün yetersizliğidir. Ancak Rancière, çözümü burada bulmaz. Çünkü eğitim, ne kadar iyi tanzim edilirse edilsin zamanla tekrar aptallaştırma aracına dönüşebilir. Ona göre, ancak özgürleşebilen, özgürleştirir. Bu sebeple yegâne yol duyurmaktır. Hem ilmi hem halkı dert edenlere duyurmak gerekir. Bilginlere duyurmak gerekir, insan aklın sınırlarını zorlayarak, zihinsel kudretini kat ve kat arttırabilir. Tüm bunlar, zekâların eşit olmadığı safsatasını hiçe saymaktan ve irade yoluyla bir serüvene çıkmaktan geçer. İnsanın içerisindeki gücü canlandırmak… Onu aslına döndürmenin yolu budur. Çünkü “Aptallaştırma, bir batıl inanç değil, özgürlük karşısında bir korkudan ibarettir.’’