Bir sendrom olarak anlamak ama konuşamamak

DİLARA YABUL
Abone Ol

“Anlıyorum ama konuşamıyorum” cümlesi herkesin aşina olduğu bir cümle. Öyle ki bunu âdeta bir sendrom olarak kabul edip o açıdan ele alabiliriz. Peki neden bizler İngilizce öğrenemiyoruz?

Türkiye’de İngilizce eğitimi büyük oranda yenilendi ve artık çocuklar ikinci sınıf gibi çok erken denilebilecek yaşta İngilizce öğrenmeye başlıyorlar. Seneler boyunca İngilizce eğitim alan ve sosyal hayatta da karşılarına sıklıkla İngilizce çıkan çocuklar/gençler her nedense İngilizceyi akıcı konuşacak seviyeye bir türlü gelemiyorlar. İngilizce yeterlilik söz konusu olduğunda tüm dünyanın girdiği TOEFL sınavlarını ele alalım. Bu sınavın ülke çapında sonuçlarına kolaylıkla ulaşılabiliyor. Türkiye’de TOEFL sınavına giren öğrencilerin ortalama sonucuna baktığımızda Avrupa’nın en kötü sonucunu Ermenistan’la paylaştığımızı görüyoruz.

  • Ermenistan da Türkiye de 78 ortalama ile, en düşük ikinci puana sahip Arnavutluk’tan 3 puan fark yiyor. Komşularımıza bakmak da karşılaştırma yapmak açısından faydalı. Suriye 81 ortalamaya sahip, İran’sa 84. Tabii bu sonuçlara bakıp iç çekmektense Irak’a bakıp sevinebiliriz de çünkü 72 puan ortalamasıyla Irak, Yemen’den bile düşük bir ortalamaya sahip. TOEFL ortalamaları bizlere ülkelerdeki İngilizce eğitiminin kalitesi konusunda bazı fikirler verse de pek tabii buradan ayrıntılı bir sonuç çıkarmak mümkün değil.

Anlıyorum ama konuşamıyorum cümlesi toplumda artık bir klişe olmuş durumda

Evvela TOEFL ortalaması olarak Türkiye’den çok daha fazla sonuç alan ülkelerde de İngilizce öğreniminde ciddi problemlerin yaşandığını söyleyerek yüreklerimize su serpebiliriz.

Türklerin İngilizce öğrenmede ve akıcı konuşmada sıkıntı yaşadıkları gibi, pek çok Asya ülkesi vatandaşı ve hatta Ruslar da sıkıntı yaşıyorlar. Üstelik onların meselesi sadece akıcı konuşabilmek değil, alfabelerinde İngilizcede olan bazı sesler olmadığından, sesleri doğru telaffuz edebilmek gibi çok temel konularda bile uzun süre bocalayabiliyorlar. Asyalıları kendi dertleriyle baş başa bırakıp kendi meselemize dönersek, sorunun nedenlerinin de çözüm yollarının da çok çetrefilli olduğunu görürüz.

Yeni nesil katil oyun : Mavi Balina
Nihayet

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı ile British Council’in 2014 yılında yürüttüğü bir araştırmaya göre, Türkiye’de öğrenciler lise bittiği zaman 1000 saatin üzerinde İngilizce dersi almış olmalarına rağmen çok büyük bir çoğunluğu sadece başlangıç seviyesinde İngilizce biliyor.

Yanlış eğitim ve öğretim metotları dil öğrenmenin önünde en büyük engel.

Durumun vahameti herkesçe malum olmasına rağmen böyle sayılara döküldüğünde daha çarpıcı olduğu da bir gerçek. “Anlıyorum ama konuşamıyorum” ifadesini bir sendrom olarak kabul edip bunun sebepleri ve çözüm yolları üzerine iki devlet lisesinden 293 lise öğrencisiyle gerçekleştirilen nitel bir araştırmaya göre, öğrencilerin en büyük sıkıntısı derslerin neredeyse tamamen dil bilgisi odaklı işlenmesi.

İngilizce ve Türkçenin dil bilgisi yapılarının farklı olması sebebiyle de zorlandıklarını ifade eden öğrenciler, yurt dışına çıkma şansları olsaydı İngilizce konuşabileceklerini düşünüyorlar. İngilizce öğretmenlerinin sınıfta İngilizce konuşmak yerine Türkçe konuştuğunun, bunun da onların sınıf içinde İngilizce konuşabilme ihtimalini yok ettiğini dile getiriyorlar.

  • 293 öğrencinin 209’u İngilizce konuşamadığını düşünüyor. İngilizce konuşabildiğini düşünenlere bunun nedenleri sorulduğunda birinci sırada İngilizce konuşmaya duydukları istek yer alıyor. İkinci nedense İngilizce konuşmak için yeterli kelime hazinesine sahip olmaları. Öğrencilerinse sadece %35’i İngilizce konuşurken kendine güvendiklerini söylüyor. Yani tersinden söylersek, İngilizce konuşabildiğini düşünen öğrencilerin %65’i kendine İngilizce konuşurken güvenmiyor.

Bu öğrencilere İngilizceyi daha iyi öğrenebilme konusunda önerileri de sorulmuş. Çoğunluk sınıfta konuşma odaklı bir eğitim metoduna geçilmesi gerektiğinde hemfikir. Dil bilgisi kurallarına ağırlık verilen bir eğitim modeli öğrencilerin İngilizce konuşmalarına hiçbir katkı sağlamıyor. Hatta belki de onların mükemmeliyetçi huylarını pekiştirerek hata yapma korkularını artırıp İngilizce konuşma serüveninde onlara köstek oluyor. Bu öğrenciler aynı zamanda sınıf dışında da İngilizce konuşma şansları olsa İngilizce konusunda bu kadar sıkıntı çekmeyeceklerini düşünüyorlar, bu da isabetli bir düşünce.

  • Peki, lise öğrencilerinde durum böyleyken üniversite öğrencilerinde nasıl? Bunu öğrenmek için üniversite öğrencilerinin İngilizce öğrenmelerinde yaşadıkları başarısızlıkların toplumsal, bireysel ve eğitimsel sebeplerini araştırmak için 1414 öğrenci ile yapılan nitel bir araştırmaya bir göz atalım. Akdeniz Üniversitesi’nde yapılan bu araştırmada, öğrencilerin İngilizce öğrenmede başarısız olma nedenleri olarak söylediği şeylerin bazısı az önce gördüğümüz lise öğrencilerinin söylediği nedenlerle örtüşüyor.

Özellikle iki gruptaki öğrenciler de İngilizce derslerinde dil bilgisi ağırlıklı bir eğitim metodu uygulandığı için İngilizce konuşamadıklarını düşünüyorlar. Benzer şekilde, lise öğrencileri de üniversite öğrencileri de yurt dışına çıkma şansları olsaydı İngilizce konuşma konusunda sıkıntı yaşamayacaklarını ifade ediyorlar. Ancak bu üniversite öğrencileriyle yapılan araştırmada çok enteresan bir sonuca rast geliyoruz.

Öğrencilerin çok büyük bir çoğunluğu, İngilizce öğrenememelerindeki toplumsal neden olarak anne babalarının İngilizce bilmemelerini gösteriyorlar. Onlara göre, ebeveynleri İngilizce bilselerdi ve konuşsalardı çok daha kolay ve iyi bir şekilde İngilizce öğrenirlerdi.

En yüksek orana sahip ikinci neden ise televizyon ve radyo gibi kitle iletişim araçlarında daha fazla İngilizce program olsaydı İngilizce öğrenme konusunda çok daha az sıkıntı yaşayacakları yönünde.

Bununla birlikte öğrenciler İngilizce öğrenme konusunda etno-merkezci bir yaklaşım içerisine girmiyorlar; yani, “Ben neden İngilizce öğreneyim ki, yabancılar Türkçe öğrensin!” gibi bir düşünceye kapılmıyorlar. Anket sonuçlarından anlaşıldığı üzere İngilizce öğrendikleri takdirde başka bir ülkenin hâkimiyetine gireceklerini de düşünmüyorlar.

Öğrencilerin eğitimsel nedenlerde vurguladıkları diğer noktalar, İngilizce öğretiminde derslerin yazma-konuşma-dinleme-okuma olarak dört odak noktasını baz alması, derslerde her öğrencinin dikkatini celbedecek metinlerin seçilmesi ve onların işlenmesi, son olarak da derslerin sadece metinler üzerinden değil de televizyon, radyo, dizi, film ve müzik gibi materyaller de kullanılarak işlenmesi.

Yakın zamanlarda yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de İngilizce eğitimi konusunda ders kitaplarında ve müfredatta sürdürülebilirlik olmadığı ortaya kondu. Hâlbuki Türkiye’de İngilizce eğitiminin hâlihazırdaki sıkıntılarına odaklanan nitel bir araştırmada ise sonuçlar eğitimin ilkokuldan üniversiteye bütünlüklü bir şekilde planlanması gerektiğini söylüyor.

Ayrıca müfredatı hazırlayanlar da gerçekçi olmalı ve bu hedefleri gerçekçi doğrultularda oluşturmalı. Bu araştırmanın sonucunda da dilbilgisi odaklı öğretim metodu yerine pratik odaklı bir yöntem izlenmesi gerektiğine varılmasına şaşırmamak gerek; aklın yolu bir nihayetinde. Bu çalışmanın farklı bir yönü ise İngilizce öğretmenlerine de bazı önerilerde bulunması. Öğrencilerin bireysel farklılıklarını, öğrenme kapasitelerini ve öğrenme sürecindeki özelliklerini göz önünde bulundurarak müfredatı ona göre mütevazı şekillerde de olsa biçimlendirmeleri öneriliyor.

  • Velhasıl, uzun yıllardır devlet tarafından İngilizce eğitimi konusunda ciddi yatırım yapılmasına rağmen İngilizce konuşmada sınıfta kalmamızın sebepleri çeşitli.
  • “Hem anlamak hem de konuşabilmek” için toplumsal alanda da bireysel alanda da eğitim alanında da birçok değişikliğe gidilmesi gerekiyor ancak büyük ihtimalle yine en büyük iş kişilere düşüyor. Her alanda olduğu gibi bu alanda da sebat etmek ve emek vermek gerek. Ne demişler: Ne kadar ekmek o kadar köfte.