Bir kültür linci olarak Yorgun Savaşçı filminin yakılması
Parçalar bir araya geldiğinde ortaya şöyle bir fotoğraf çıkıyor; Yönetmen Halit Refiğ “film yakıldı”, 12 eylül’de TRT genel müdürü olan Macit Akman filmi “ben yaktırdım”, yakılma komisyonundaki Mehmet Turan Akköprülü “film yakılırken görmedim, ama başbakanlık’tan iki yetkili gelip bir kopya götürdüler”, komisyon üyesi Turgut Özkaman “filmin bir kopyası alındı” yapımcı Ömer Serim “2 inçlik kopyası istihbarat teşkilatı yetkilisine verildi. Orjinali yakıldı.” Kenan Evren “bir nüshası saklanarak yakıldı” diyor. Açıklamalarda çelişki olduğu net. Fakat Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün programına katılan Macit Akman’ın dizinin yakılmasına kıyamadığını, bir kopyasını Mit’e gönderdiğini söylemesi diğer ifadelerle birlikte düşünüldüğünde yaşananlarla ilgili doğruya en yakın ihtimal olarak duruyor.
İsmail Coşkun, Kemal Tahir’in “bizim hikâyemizi” anlattığını söylerken; Kurtuluş Kayalı, bu büyük entellektüelin hem edebiyat hem de düşünce hayatımız üzerindeki etkisine dikkat çeker. Tahir ayrıca Türk sinemasını da etkilemiştir. Metin Erksan ve Halit Refiğ etkilenen isimlerin başında gelir. “Ulusal Sinema Kavgası”nın altında da Tahir’in etkisi yatmaktadır. Refiğ’in eşi Prof. Dr. Gülper Refiğ, Tahir ile Refiğ arasındaki ilişkinin tek taraflı olmadığına, Devlet Ana romanının Refiğ’e ait bir senaryodan uyarlandığını açıklamıştı.
Bu sıkı ilişki Kemal Tahir’le ilgili yapılacak çalışmalarda ilk olarak Halit Refiğ’i akla getirmiştir. Örneğin TRT, Yorgun Savaşçı adlı romanın filme çekilmesine karar verdiğinde, TRT Yönetim Kurulu Başkan Vekili Prof. Rüçhan Işık, “Kemal Tahir’e yakınlığınızı bildiğimiz için Yorgun Savaşçı romanını sizin çekmenizi uygun görüyoruz” sözleriyle Refiğ’e resmi teklifte bulunur. Refiğ, Genelkurmayın destek olması gerektiğini de söyleyip teklifi kabul eder. TRT Yönetimi, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile iletişim kurup desteğini alır. Refiğ, bu “onay” sürecinin ardından çalışmalara başlar. Senaryo hazırlanır ve denetimden geçmesi için TRT’ye teslim edilir.
Tam bu süreçte Cumhuriyet gazetesi merkezli aleyhte bir kampanya başlar. 3 Ağustos 1979 Cumhuriyet’te İlhan Selçuk’un “Yorgun Savaşçı ve Tv...” başlıklı yazısı yayımlanır. Selçuk provakatif bir dille Kemal Tahir’i Yorgun Savaşçı romanında tarihsel gerçekleri çarpıtmakla hatta “yalan söylemekle” itham eder. Oysa Tevfik Çavdar “Roman, Tarih ve Kemal Tahir” başlıklı yazısında “Yorgun Savaşçı, bağımsızlık savaşının düzenli orduyla kazanılabileceğini âdeta kanıtlayan bir yapıttır.” ifadesini kullanmıştır. İlhan Selçuk, eserin tarihsel gerçeklerle örtüşmediğini ancak bunun bir roman olduğu için, farklı bir kurgu olabileceğini de kabul eder. Edebiyatta kurgunun normal görüleceğini fakat kurgusal bir metne bağlı kalınarak çekilen filmin TRT’de halka izletilmesinin kusurlu olabileceğini belirtir; “Romancı böyle yaparsa günahı vebali boynuna, isteyen romanı alır, okur, beğenir... Ama devletin TV’sinde onbeş milyon kişiye tarihsel yalan söylenemez. Çünkü ulusal tarihimizin gerçeklerini (hem de somut gerçeklerini) saptırma hakkı TRT’nin özerkliğinde yoktur.” (Bu dönem özel kanallar olsa ve bu diziyi yayınlasa acaba o zaman İlhan Selçuk itiraz etmeyecek miydi?) Tahir’in Atatürkçülüğünü de yeterli görmeyen Selçuk’a göre iki ihtimal vardır; Ya “tarihsel yanlışlar düzeltilmeli” -ki o zaman ortada eser kalmayacak- ya da “Türk halkına beyaz camdan yalan söylenecek.”
7 Ağustos’ta, “19 Mayıs ile 21 Mayıs” başlıklı ikinci yazıda eleştirilerin dozu artmıştır. Selçuk, 12 Eylül darbesi arefesinde filmi çekecek TRT yönetimine “Yorgun Savaşçı TV dizisi yapılamaz” sözleriyle aba altından sopa gösterir. TV’de dizi oynatmanın sadece edebiyatla, yayıncılıkla ilgisi olmadığını, bunun
TRT Genel Müdürü Cengiz Taşer’in ve yönetim kurulu üyelerinin konuyu özenle incelemesi gerektiğini kaleme alan Selçuk, dizi aleyhindeki kampanyanın sözcüsü olur. Kampanya sonuç verir ve dizinin denetim raporu olumsuz çıkar. Buna rağmen yönetim devam kararı alır ve 1979 sonunda çekimlere başlanır. Bu arada Ecevit hükûmeti düşer, Demirel başbakan olur. TRT’nin yeni yönetimi de diziyi destekler. Ancak DİSK’e bağlı set çalışanlarından kaynaklanan sorunlar yaşanmaya başlar. Refiğ, İbrahim Türk’ün hazırladığı Düşlerden Düşüncelere Söyleşiler adlı kitapta süreci şu sözlerle anlatır; “Çalışmalarımız DİSK’in yönlendirdiği çalışanlar yüzünden gitgide zor bir hâle gelmeye başladı. Setten adam kaçırmaya… Filmde rol alacak kişileri korkutup kaçırmaya başladılar. Can Gürzap’a suikast tehditleri gelmeye başladı.” Refiğ, DİSK’in baskılarıyla Cumhuriyet gazetesindeki yayınlar arasında ilişki olduğunu düşünmektedir.
Çekimler sırasında 12 Eylül darbesi gerçekleşir. TRT artık paşaların kontrolündedir. Halit Refiğ durum değerlendirmesi için TRT Genel Müdürü Macit Akman’ı ziyaret eder. Akman, Kemal Tahir’in Atatürk düşmanı komünist bir vatan haini olduğuna ve TRT’nin diziyi çekmemesi gerektiğine ilişkin çok sayıda ihbar mektubu aldıklarını söyler. Asker kökenli olan Akman, ihbar mektuplarının altında askerlerin imzası olduğunu görünce isimleri araştır ve bunların sahte olduğunu ortaya çıkarır. Çekimlere devam edilir. Tehditlere, ihbarlara, medya kampanyalarına ve darbeye rağmen çekimler tamamlanır ve film 1983’te TRT’ye teslim edilir. Ardından başka bir tuhaflık yaşanır. Sinema-Televizyon Enstitüsü Müdürü Sami Şekeroğlu, Macit Akman’ı arayıp filmin çalınacağı ihbarında bulunur. İhbar sonrası darbe döneminde bir norm hâline gelen biçimiyle her konuda olduğu gibi film de generallerin “onayına” sunulur. 8 saatlik filmin yarım saatlik kaydı hazırlanır.
Bu kaydı izleyen askerler filmi sakıncalı bulur. Herkes büyük bir şaşkınlık yaşar. Darbeciler sinema tarihinin en sıradışı eylemlerinden birine imza atarlar.
Başbakan Bülent Ulusu’nun imzasıyla filmin yakılmasına karar verilir. Mustafa Kemal Atatürk’e gerekli ölçüde yer verilmediği, Ege halkının Yunanlılarla savaşmak istemediği, Kurtuluş Savaşı’na bölge halkının İttihat Terakkici subaylar ve taraftarlarının zoruyla iştirak ettiği konusu işlenerek bölgecilik yapıldığı, Çerkez Ethem’e milli kahraman görüntüsü verildiği, Çerkez-Amavut-Arap-Kürt-Laz-Rumeli tabirlerinin çok kullanıldığı, mavi gözlü, sarı saçlıların Türk olmadığı görüşünün kasıtlı olarak işlendiği ve bölücülük yapıldığı, halk ile ordu arasında bölünmelere sebep olacak görüntü ve diyalogların işlendiği, ordu mensuplarına uygun olmayan lakaplar takıldığı gibi gerekçeler dahil toplam sekiz maddede filmin TRT’de gösterilmesi uygun görülmez.
Sorumluluğu TRT yönetimi üstlenir. Ancak ilerleyen yıllarda dönemin TRT Genel Müdürü Macit Akman, yakılma talimatının Başbakan Bülent Ulusu tarafından verildiğini açıklar. TRT adına filmin yapımcılığı görevini üstlenen Ömer Serim ise filmin Genelkurmay Matbaası’ndaki fırında komisyon üyelerinin nezaretinde yakıldığını kamuoyu ile paylaşır. Filmin kaydını yapıp TRT’ye teslim eden Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Enstitüsü filmin herhangi bir kopyasını da arşive almamıştır. Halit Refiğ, filmin yakılmasıyla ve kopyasının alınmamasıyla ilgili “Filmin yakılabileceği hiç aklıma gelmedi. Çünkü tarihte bir benzeri yok. Tarihte yasaklama, kesme var ama yakma hiç yok. Aklıma gelse ben o filmin ne yapıp edip bir kopyasını çıkarmaz mıydım kendime?” der.
Filmin yakılmasıyla ilgili oluşturulan komisyonda dönemin Devlet Tiyatroları Gen. Müd., 2000’li yıllarda Şu Çılgın Türkler kitabıyla ulusalcı kesimde büyük bir heyecan yaratan Turgut Özakman da yer alır. Diğer isimler, Hava Albay Mehmet Yılmaz, Piyade Albay Selçuk Doğu, MGK Genel Sekreteri Temsilcisi Tank Albay İhsan Beriş, İçişleri Bakanı Temsilcisi Hatice Özak, Basın ve Enformasyon Genel Müdürü Temel Adnan Yarar, TRT Temsilcisi Mehmet Turan Akköprülü ve Aydın Olgun’dur.
Mehmet Turan Akköprülü, Milliyet gazetesine yaptığı değerlendirmede “Ya biri bulup onu sinemada oynatırsa” düşüncesinin askerleri endişelendirdiğini açıklamıştı. TRT Genel Müdürü Macit Akman, katıldığı bir programda Yorgun Savaşçı filminin kendisi tarafından yaktırıldığını söylemesine karşın Akköprülü haberin devamında, yakma komisyonunda bulunmasına rağmen filmin yakılmasını görmediğini belirtmişti. Hatta ısrarları neticesinde komisyonu ikna ettiklerini ve bir kopyanın Başbakanlık’tan gelen iki yetkili tarafından alınıp götürüldüğünü de eklemişti. Turgut Özakman daha sonra yaptığı bir açıklamada “Bilgimiz dışında bir toplantıya katıldık” sözleriyle kendini savunurken, alınan kararlara itiraz ettiğini, hatta bir ara toplantıyı terk ettiğini, dışarıda bir askerin yanına gelip, emir kulu olduklarınını söyleyip kendisinden toplantıya geri dönmesini istediğini anlatır. Özakman, 2009 yılında Akşam gazetesinden Nurbanu Güney Elbir’e yaptığı açıklamada ise bu ayrıntılardan söz etmez. Yakılma kararına itiraz ettiğini ancak dinletemediğini, devlet memuru olarak daha fazla yapabileceği bir şey olmadığını belirtir. Aydın Engin de Özakman’ın bu açıklamaları üzerine, “Çılgın Türk Özakman, faşizm döneminde ‘çılgınlık’ yapmak yerine faşizme itaat etmeyi seçmiş. O yüzden o bir ‘aydın’ değil, o bir devlet memuru” şeklinde bir değerlendirmede bulunur. Kararda imzası olmasını “talihsizlik” olarak gören Özakman, filmin bir kopyasının alınması için mücadele verdiğini iddia ederek bunun için “kendimi aklıyorum” der.
Mehmet Turan Akköprülü ve Turgut Özakman açıklamalarıyla filmin bir kopyasının alınmasını kendilerinin sağladığını iddia etmektedirler. Fakat, 15 Ocak 2010’da Aydın Engin “‘Çılgın Türk’ Üstüne Son Kez...” başlıklı yazısında filmin yapımcısı Ömer Serim’in mektubunu yayımlar. Serim mektubunda Özakman’ın iddialarının doğru olmadığını paylaşır; “Yorgun Savaşçı ve Turgut Özakman’la ilgili yazınızı okudum. Biraz geçikmiş olsa da tarihi bir yanlışı düzeltmek için bu yazıyı yazmaya karar verdim. Efendim, beni kaynak göstererek diyorsunuz ki; Ömer Serim’in anlattığına göre filmin negatifi saklanmış, ses ve müzik bantları yakılmıştır... Ve bu minval üzere yazınızı devam etttiriyorsunuz. Burada Turgut Özakman’ı sözde aklayan ‘negatif kopyayı saklattırması’ ifadesi tamamen yanlıştır. Devlet Yapar, Devlet Yakar adlı kitabımda belgeye dayanarak koyduğum yakılma tutanağını size tekrar yazıyorum. ‘Başbakanlığa, ilgili emrin 3’üncü maddesi gereğince (Yakılarak imha emri- Ömer Serim) 17 Kasım 1983 günü TRT Genel Müdürlüğünde tekrar toplanılmış, filmler koruma altındaki odadan çıkartılarak filmin 2 inçlik bir pozitif (gösteri) kopyası ve senaryosu MİT Müsterşarlığı temsilcisi Timur Eralp’e 1 No’lu noter tutanağı ile teslim edilmiş. Filmin orijinal negatifleri, pozitif kopyaları, ses bantları ve fotoğrafları ve montaj artıkları ek 2 Noter tutanağı ile heyete teslim edilmiş ve Genelkurmay Başkanlığı matbaasında yakılarak imha edilmiştir.’ Sayın Engin, bu tutanak bana dönemin TRT Genel Müdürü Macit Akman tarafından gösterilmiştir. Ezcümle: Turgut Özakman gerçeği tahrif ediyor. Sizi ve kamoyunu yanıltıyor. Tarihe geçmiş böyle bir barbarlığın yanlış duyurulmamasını sağlamak için bu yazıyı yazdım.” Engin, yazısını şu sözlerle tamamlıyor; “Yani ‘Çılgın Türk’ Özakman sadece faşizme boyun eğmiş bir aydın (?) değil aynı zamanda 12 Eylül karanlığından yararlanarak gerçeği saklayan ve gerçek dışı iddialarla kendini aklama çabasında biri. ‘Öylelerine ne denir?’ sorusunun cevabını artık varın siz verin.”
Yıllar sonra tartışmaya filmin yakıldığı dönem Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren de katılır. 10 Şubat 1993 tarihli Milliyet gazetesinde Fikret Bila imzalı haberde görüşlerine yer verilen Evren, yakılma kararının, Necdet Üruğ’un MGK Genel Sekreterliği zamanında oluşturulan bir heyet tarafından alındığını söyleyerek bu ayıplı kararda kendisinin bir dahli olmadığını açıklar; “MGK Gen. Sek. Org. Necdet Üruğ, Başbakanlığa bir yazı göndererek, gereğinin yapılmasını istedi. Başbakan, Bülend Ulusu’ydu. Bu rapor gereğince film, bir nüshası saklanarak imha edilmiş. Filmi görmedim. İlk defa televizyonda seyredeceğim.” Evren’in bu açıklamasının aynı zamanda 12 Eylül darbecilerinin mantığını anlamak açısından da önemlidir: Bir nüshası saklanarak imha edilmiş. Eğer bir nüshası saklanacaksa o zaman film neden imha ediliyor? Film tehlikeli bulunduysa o zaman bir kopyası neden yapıldı?
Mesele sadece filmin orijinal kaydını yakmak mı? Cunta yönetimi, bir kopyası yapılmış olsa da orijinal kaydın yakılması durumunda cezanın infaz edildiğini mi düşündü acaba?
Aynı haberde Necdet Üruğ ise; “Ben o dönemde Konsey Genel Sekreteri görevini yaptığımı sanıyorum. Hiçbir komisyonda yer almadım. Bu film ile ilgili hiçbir bilgim yok. Bu konuda kimseye görüş bildirmedim. Herhangi bir bağlantım olmadı. Bu konuyla kimlerin ilgilendiğini de bilmiyorum.” diyerek Evren’i yalanlar Parçalar bir araya geldiğinde ortaya şöyle bir fotoğraf çıkıyor; Yönetmen Halit Refiğ “Film yakıldı”, 12 Eylül’de TRT Genel Müdürü olan Akman filmi “Ben yaktırdım”, yakılma komisyonundaki Mehmet Turan Akköprülü “Film yakılırken görmedim, ama Başbakanlık’tan iki yetkili gelip bir kopya götürdüler”, komisyon üyesi Özakman “Filmin bir kopyası alındı” yapımcı Ömer Serim “2 inçlik kopyası istihbarat teşkilatı yetkilisine verildi. Orijinali yakıldı.” Evren “Bir nüshası saklanarak yakıldı” diyor. Açıklamalarda çelişki olduğu net. Fakat Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün programına katılan Macit Akman’ın dizinin yakılmasına kıyamadığını, bir kopyasını MİT’e gönderdiğini söylemesi diğer ifadelerle birlikte düşünüldüğünde yaşananlarla ilgili doğruya en yakın ihtimal olarak duruyor. Akköprülü ve Özakman’ın ifadeleri şahitlerin söyledikleriyle düşünüldüğündee kendilerini aklama olarak görülebilir.
3 bin siville 5 bin askerin rol aldığı filmin yakılmasına farklı tepkiler gösterilir. Özellikle Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın yorumu ilginçtir. Kaplan, kültür dünyamızda yaşanan en acı olaylardan birinde paranın ziyan olmasını öncelemektedir; “Sebebin ne olduğunu bilmiyorum. Fakat bu kadar paranın boşa gidişine üzüldüm. Baştan düşünülse de bir sakıncası varsa çekilmese daha iyi olurdu. TV’de tek kanal olduğu için, bazı filmlerin sakıncalı olabileceğini kabul ediyorum. Fakat, yine de önceden düşünülmesi gerekirdi.” Yorgun Savaşçı’yı da bu “sakıncalı” dizilerden biri olarak görüp görmediğini belirtmemiş!
Darbe ortamından uzaklaşıldığı 90’larda özel televizyon kanalları açılmıştı. Bu kanallardan biri olan HBB 1993’te Yorgun Savaşçı dizisini çekme kararını açıklayınca bu kez devlet, TRT Genel Müdürü Kerim Aydın Erdem’den saklanan kopyanın yayınlanmasını ister. (Kamuoyunda kopyanın zaten Erdem’de olduğunu söyleyenler de vardı. Kopya Erdem’in kasasında mı yoksa devletin arşivinde miydi, bu da ayrı bir konu) 1983’te yakıldığı söylenen dizi 10 yıl sonra TRT ekranında izleyicisiyle buluşur. Filmin yönetmeni Halit Refiğ, yayınla ilgili filmin kritik yerlerinin sinsice makaslandığını, “Beni bırak, Kemal Tahir’in romanının omurgasını oluşturan fikirler itina ile cımbızlandı” der.
Filmle toplumun buluşması ülkeye gelen özgürlükler gibidir. Gelişi biraz zaman alır. Büyük bedeller ödenir.
Birileri bu ayıpların parçası olurken başkaları da enerjileriyle topluma ümit verir. Hiçbir yasak sanatın gücünü ve evrenselliğini aşamaz. Toplum, sanatsal üretimi kısıtlayan otoriteyi toplumsal hafızalardan silip atarken ne Kemal Tahir’i ne de Halit Refiğ’i unutmaz; hayatı o ustaların kaleminden okumaya, anlamaya ve kamerasından zevkle izlemeye devam eder.