Ben itaatkâr bir derviş olmaya çalışıyorum

ALİ TACAR
Abone Ol

2018 yılında vefat eden Tosun Bayrak’ın Jerrahi Order Of America adlı yayın için yapılmış bir söyleşisini aynen yayımlıyoruz.

Şeyh Tosun.

Birçok kişinin Tosun Baba dediği Tosun Bayrak, “İtaatkâr bir derviş olmaya çalışıyorum.” diyor. Kendisi merhum Cerrahî Şeyhi Muzaffer Ozak’ın halifelerinden biri. İstanbul Robert Kolej’den mezun olduktan sonra Güzel Sanatlar Akademisi’ne devam eden Tosun Bayrak, kısa bir süre sonra kendini Kaliforniya Üniversitesi’nde mimarlık öğrencisi olarak buldu ve burada Hint kültürüne ilgi duymaya başladı. Güzel sanatlar eğitimini tamamlamak üzere Paris’e, oradan da Londra’ya gitti.

1949’da Çek bir ressamla evlendi (daha sonra ondan boşandı) ve Kazablanka’ya taşınarak on yılını burada iş adamı olarak geçirdi. Bu arada resim yapmaya devam etti. Ünlü Türk sanatçılar onun yakın arkadaşları oldu. Başarılı, zengin bir sanatçı olarak Fas’taki siyasi çevreleri etkileyecek kadar güçlendi. Bağımsızlık Partisi’nin yanında bağımsızlık hareketine katıldı. Fas’ın cumhuriyet olmasını önerdi, ancak sultan geri döndüğünde Tosun Bayrak istenmeyen adam oldu. O da Amerika Birleşik Devletleri’ne döndü, Fairleigh Dickinson Üniversitesi’nde ders vermeye başladı ve sanat bölümünü kurdu. Sonraki yedi yıl boyunca ünlü uluslararası sanatçılar için seminerler düzenledi. Müstakbel eşi Cemile Hanım ile bu seminerlerden birinde tanıştı.

1950’lerde çok popüler olan soyut dışavurumculuğu benimsemiş olsa da sokak tiyatroları ve happening’lerden (1950’ler ve 60’ların başında dadaizm ve sürrealizmden etkilenen performans sanatının öncülü olmuş sanatçılar tarafından düzenlenen teatral etkinliklere verilen isim ç.n.) o da nasibini almış, et, kan ve vücut parçalarıyla heykeller yapmaya başlamıştır. Tosun Bayrak, eleştirmenler tarafından Shock Art olarak adlandırılan bu sanatı kimilerinin Vietnam Savaşı’na karşı bir protesto olarak, kimilerinin de tasavvuf açısından yorumladığını anlatıyor. Sanatçıların asıl amacının şu mesajı iletmek olduğunu söylüyor:

“Dışarıdan güzel görünüyoruz ama içimizde kan, et, kemik vs. var. Bu yüzden gerçekte ne olduğumuzu görelim ve gururumuzdan kurtulalım.”

Uzun yıllar Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan Tosun Bayrak’a, 1968 yılında eşiyle birlikte Türkiye’ye yaptığı bir ziyaret sırasında Münevver Ayaşlı Muzaffer Ozak Efendi’den bahsetmişti. Kırk yıldan fazla süren arayış böylece sona ermişti. Karagümrük’ten hilafet aldıktan sonra New York’ta kendi dergâhını kurdu. Sanatçı olarak hayatını noktalayan Tosun Bayrak, hâlen New York’ta gönlü ve dergâhı herkese açık bir sufi olarak yaşıyor.

Beşir Ayvazoğlu Aksiyon dergisinde sizi “itaatkâr bir dervişe dönüşen anarşist bir sanatçı” olarak tanımlamıştı. Sizi anarşistlikten dervişliğe taşıyan nasıl bir serüven oldu?

Shems Friedlander, Tosun Bayrak, Muzaffer Ozak.

Anarşist olarak etiketlendiğim için üzgün değilim. Dışarıdan bakanların çoğu bunu böyle gördü. Ancak bizim niyetimiz farklıydı; insanlara dışarıdan farklı bir içerisi olduğunu görüntülerle göstermekti. Allah, “Ben göklere ve yere sığmam, ancak kulumun sevgi dolu kalbine sığarım” diyor. Kalp deyince aklımıza bu et parçası geliyor. Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki; “İnsanda bir et parçası vardır, o iyi olursa insan iyi olur. Eğer kötü olursa bütünü bozar.” Görüntülerle içeriyi göstermek zordur. Sanat eleştirmenleri tarafından Shock Art olarak adlandırılan yöntemi kullanarak insanın gerçekliğini göstermeye çalıştık. Bazıları tarafından bu anarşist bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. O zaman yaptığımız şey insan vücudunu ikiye bölerek içindekini göstermekti. Dışarıdan çok güzel görünüyor. Allah onu etle, deriyle, saçla süslemiş ve renklerle güzelleştirmiştir. Ama içini açtığınızda görülen şey bambaşka bir hikâye. Vietnam Savaşı zamanıydı, insanlar ölüyordu ve medya bizim sanat yoluyla savaşa karşı gösteri yaptığımızı düşünüyordu. Niyetimiz insanın gerçekliğini göstermekti.

Shock Art insanları şok etti mi?

Ben itaatkâr bir derviş olmaya çalışıyorum.

Bir cesede bakmak kolay değildir. Elbette bakmak ve görmek farklı şeylerdir. İnsanların anlamak için şok olmaları gerekir. Onlar ise gerçekten görmeden resimlere bakıyorlar. Bizim niyetimiz insanları bir şokla gerçeğe uyandırmaktı. Bu bir anarşi değildi. Örneğin Leonardo da Vinci de bunu yaptı. Derisi yüzülmüş, yarılmış vücutların resimlerini yaptı. O da yanlış anlaşıldı; insanlar onun amacının anatomi çalışmak olduğunu düşündüler. Bizim sanatımız yanlış anlaşıldı ama inşallah itaatkâr dervişliğimiz yanlış anlaşılmayacak. Ben itaatkâr bir derviş olmaya çalışıyorum.

“İtaatkâr bir derviş olmak” ne demek?

Derviş olmak kendi iradesinden vazgeçmektir. Resulullah (s.a.v.) “İnsanların hayırlısı insanlara hayırlı olandır” buyuruyor. Biz şehadet getirirken kulluktan bahsediyoruz. Kâmil insan için kulluk, her şeyin önünde gelir. Allah, “Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” diyor. Derviş olmak, kendi iradesinden vazgeçmek, Allah’ın güzel bir aracı olmak, O’nun yarattıklarına, havasına, suyuna, dağına, bitkisine, hayvanına ama en çok da yarattıklarının en güzeline, diğer insanlara hizmet etmek demektir.

Bu dervişin gözünden dünya nasıl görünüyor?

Allah’ı görme ihtimali vardır. Mesela Hz. Ali (r.a.) “Ben görmediğim Allah’a ibadet etmem” demiş ama yine de ibadet etmiş. Bu Allahutaala’yı gördüğü anlamına gelir. İnsan gözünün Allah’ı görmesi mümkün değildir. O’nun bir zatı vardır, bir de sıfatları vardır. Açıkçası biz O’nun zatını göremeyiz ama sıfatları vasıtasıyla O’nu görebiliriz. Bir sanatçının deyimiyle sanatçıyı göremeyiz ama sanatını görürüz. Sanatçıyı eseri aracılığıyla tanımak mümkündür. Dünya böyle bir sanat eseridir ve gözlerimizin önündedir.

Ekonomi, partizanlık ve siyaset... Hepsi insanı kendi terimleriyle tanımlıyor ve kuşatmaya çalışıyor. Böyle bir ortam insanların birbirine yabancılaşmasını arttırıyor. Yaratılışta farklılıkların önemi nedir?

Allah hiçbir şeyi birbirinin aynı olarak yaratmamıştır. “Ben sizi birbirinizi tanıyasınız diye yarattım” diyor. Birbirinizi tanımak demek, kendinizi tanımaktır. Sınırlı görüşümüzle bir ağaca baktığımızda yaprakları ve dalları ayrı ayrı görür, ağaçta mevcut olan ilahi uyumu göremeyiz. Onlar bir bütünün parçalarıdır ama biz onları farklı görürüz. Bilim adamları da bunu takdir etmektedir. Bu durum insanlar için de geçerlidir. Amacımız bunu görmek ya da en azından buna inanmaktır. Aynı olmasak bile aynı anne babadan gelen bir aileyiz. Sadece Müslümanlardan değil, tüm insanlıktan bahsediyorum. Birliği böyle görmek mümkün.

İç huzur söz konusu olduğunda, Allah’a inanan bir kişinin inançsız bir kişiden farkı nedir?

Aslında nefis de ruha âşıktır. İnsanın içinde ruh ile nefis arasında devam eden bir savaş vardır.

Allahutaala, insanı ve yaratılışın geri kalanını yaratmadan önce ruhları âlem-i ervahta (ruhlar dünyası) yaratmıştır. Bitkilerin, hayvanların, hatta metallerin bile ruhları olduğuna inanıyoruz. O gün hepimiz “Evet! Sen bizim Rabbimizsin” dedik. Mesela bu kül tablası bu fakirden daha iyi bir Müslüman. Müslüman, kendini Allah’ın iradesine teslim etmiş kişi demektir. Birisi onu kaldırmadıkça bu küllük hiçbir yere gitmez. Öte yandan biz her yöne, sağa, sola hareket ediyoruz. Sınırlarımızı sayısız kez aşıyoruz. Gerçek bir mümin, ruhunun verdiği sözü ve imzaladığı sözleşmeyi unutmaz. Gerçek bir mümin, nefsinin ayartmalarına rağmen verdiği sözü tutmak için mücadele eder.Bu dünyanın geçici olduğunu ve işinin ebediyete yönelik olduğunu bilir. “Ölmeden önce ölün” denir; bu böyledir. Böylece insan bu dünyanın egemenliğinden kaçınabilir ve onu kendi iyiliği için kullanabilir. Kölelikten uzak, huzurlu bir yaşam sürebilir. Kafirler ve münafıklar bu huzurlu varoluştan uzaktırlar. Çünkü asla kendileri olamazlar ve kendileri olamayanlar asla kulluk seviyesine yükselemezler.

İnsanlara şunu söylemek istiyorsunuz: “Dışarıdan güzel görünüyorsunuz ama içiniz damarlar, kan, irin, kemik ve etle dolu. İçinize bakın ve gururunuzu bırakın.” İnsandaki gururun nedeni nedir?

Kendilerini Allah sanmak. “Bunu ben yaptım.” demek ve Allah ile yarışmak. Bize bahşedilen nimetlerin farkında değiliz. Allah bir hadis-i kudsîde “Ben her şeyi insan için, insanı da kendim için yarattım.” diyor. Biz bunu bilmiyoruz ya da bilsek bile çoğu zaman unutuyoruz. Bence çoğumuz böylesine büyük bir hediyeyi kavrayamıyoruz ve bu yüzden şöhret gibi basit takdirlerin peşindeyiz. İç görüden yoksun insanlar (basiret) “Babamdan ve annemden dünyaya geldim, neden değerli olayım ki?” derler ve kendi değerlerini takdir etmezler.

Allahutaala bizi armağanlarıyla kutsamış ve onurlandırmışken neden takdiri başka yerlerde arıyoruz?

İnsan şeklinde olan herkesin aslında insan olduğunu düşünürüz. Oysa insan suretinde eşekler, maymunlar, akrepler, yılanlar var. Gözleri, kulakları ve kalpleri mühürlenmiş insanlar var. Allah onlara merhamet etsin. Allah bizi imtihan etmek için içimizde nefsi yarattı. Muhyiddin İbn Arabî (k.s.) insanı ilahi bir hükümete benzetir. Allah’ın halife tayin ettiği insanın nefsinin bu hükümetin yöneticisi olduğunu, aklın da onun başbakanı olduğunu söyler. Buna ek olarak bir de nefis vardır. Muhyiddin İbn Arabî (k.s.) nefsi yere göğe koymaz. Aslında nefis de ruha âşıktır. İnsanın içinde ruh ile nefis arasında devam eden bir savaş vardır. Savaşı bazen nefis kazanır, bazen de ruh. Nefsin (tasavvufta nefs-i emmâre) etkisi altındayken gözümüz, kulağımız, kalbimiz bu etkiyle mühürlenir ve kendimizi Rab, Allah zannederiz.

Maddi ve manevi olanı (beden ve ruh) birlikte kavramakta neden zorluk çekiyoruz?

İnsanın burnunu, kulağını ya da kalbini işaret edebilmesi ama ruh sorulduğunda nereyi işaret edeceğini bilememesi ilginçtir. Aslında ruhunuz parmaklarınızı nereye koyarsanız oradadır. Metafiziğe uzak olanlar bu bütünlüğü kavramakta zorlanırlar. Akıl sahibi olanlar ise ruh ve bedeni rahatlıkla birlikte kavrayabilirler. Bazen ilk başta çirkin olarak algıladığımız insanlar gözümüzün önünde dönüşür ve güzelleşir. Bu, bedenden ruha doğru bir geçişe işaret eder. Bu açıdan Türkiye’nin Batı’ya kıyasla daha az sorunu var, çünkü henüz ekonomik gelişimini tamamlamadı. Batı’da ekonomi geliştikçe din ve maneviyat kovulmaya çalışıldı. Bediüzzaman der ki, “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen de hayatından lezzet alır” Evet, bu doğru. Mevlâna Celâleddin Rûmi’ye “Allah, dostlarını (veliyullah) kubbelerinin altında gizlemiştir.” hadisinin anlamını sorarlar. O da “Allahutaala, veli kullarını diğer insanlara sıradan insanlar gibi göstererek gizler” demiş. Belki de sokakta gördüğünüz o adam bir veliyullahtır. Benim şeyhim derdi ki, “Herkese veliyullahmış gibi davranın”

Bir veliyullahı tanımak için kişinin kendisinin veli olması gerekir. Güzelliği görmek için kişinin kendisinin güzel olması gerekir.

Bir derviş için güzellik nedir?

Ruh, beden ve aklın birliği. Ruh, bir ve tek olanla birliktedir. Güzellik uyum içinde bulunur.

Estetik ve yaşam arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?

Şeyh Tosun'un Hatıratı, Amerika'da Bir Türk.

Rasulallah (s.a.v.) “İlim Müslüman’ın yitik hazinesidir; onu nerede bulursa almalıdır.” buyuruyor. Eskiden İslam sanatı öğretiyordum. İslam sanatı nedir? Batılılar “Ayasofya’yı gördünüz, Süleymaniye’yi yaptınız.” diyorlar. Ben de onlara “Hayır, Ayasofya bize gelince İslamileşti ve güzelleşti.” diyorum. Bizim dinimiz estetik ruhumuzu, adabımızı ve yaşam tarzımızı mimarimize taşımıştır. Bir Müslüman doğumundan ölümüne kadar en güzel estetik içinde yaşardı. Evlerinde, mutfaklarında, konuşmalarında, ibadetlerinde, bayramlarında aynı güzelliği görebilirdiniz. Ne yazık ki bugün Müslüman evlerinde en korkunç görünümlü mobilyaları var. Yine de bütün İslam dünyasında en mükemmel estetiğe sahip olan Türklerdir.

Tasavvuf dünyayı nasıl tanımlar?

Allah şöyle buyurur: “Seni sevenlere ve sana kulluk edenlere zulmetme. Bana bağlı olanlara ve beni sevenlere sadık bir kul ol.” Dünyaya hükmetmek ya da onun tarafından köleleştirilmek bizim elimizdedir.

Eğer dünya sizi Rabbinizden uzaklaştırırsa, suç ne şeytanın ne de dünyanındır; suç sizindir. Şeytan inancınızı elinizden alamaz.

İnsanlar onu atar, şeytan sadece toplar. Kendini bilen yaratıcısını bilir ve O’nun yarattıklarına ilgi duyar. Dünya O’nun güzel sıfatlarının bir yansımasıdır ve O’nu ancak sıfatlarını gözlemleyerek tanıyabiliriz.

Günümüz (sevgiyi tatmamış, vahşi bir doğaya sahip ve yolunu kaybetmiş) insanının yaratılışa karşı derin bir sevgi ve şefkat duyma makamına ulaşması sizce ne ölçüde mümkündür? ve güç gibi şeylerin peşinde tüketiyoruz.

Bir dervişin kalbi ile dili arasında nasıl bir ilişki vardır?

Onlar da birlikte olmalı. İnsan kalbinin sesini dinlerse doğruyu söyler. Dilin vazifesi kalbin hakikatine tercüman olmaktır.

Allah’ın emirleri ve insanın doğası değişmez, ancak insanın çıkarları zamanla değişir. Sürekli değişen bu dünyada din insanı asli görevine geri çağırıyor mu?

Yine de bütün İslam dünyasında en mükemmel estetiğe sahip olan Türklerdir.

Bugün hâlâ hayatta olduğunu bildiğimiz bazı medeniyetler var. Eski Mısırlılar piramitleri yapmış ve ölülerini mumyalamışlardır. Musa (a.s.)’ya zulmeden Firavun zamanında Mısır’daki medeniyet inanılmaz yüksek seviyedeydi. Bu uygarlık yok oldu ve ardından Yunan uygarlığı geldi. O da yok olduktan sonra Avrupa’da insanların ellerini yıkamayı bile bilmedikleri Orta Çağ geldi. Uygarlık tamamen kayboldu. Bunu Rönesans takip etti. Uygarlıktaki farklı aşamalar birbirini takip eder. Bu dünyada daha pek çok şey gerçekleşecek, yeni medeniyetler kurulacak. Bazen yeni şeylerin gerçekleştiğini gördüğümüzde aklımızı yitirdiğimizi hissedeceğiz. Ancak dinin gerçekliğine her zaman ihtiyaç olacak. İnsanın doğası değişmeyecek çünkü biz yaratılmışlar ilahi iradeyi değiştiremeyiz.

Sizce de dünyada yaşanan olaylar dinin gücünü azaltmıyor mu?

Böyle bir şey olamaz. Diğer herkes unutuldu. Bugün kim Firavun’dan bahsediyor? Napolyon’dan kim sık sık bahsediyor? Ama Musa (a.s.), İsa (a.s.), Resulallah (s.a.v.) her zaman milyonlarca insan tarafından hatırlanıyor, biliniyor ve takip ediliyor.

1926’da başlayan uzun bir hayat. Bu dünyada pek çok yerde bulunmuş bir adam. Kim bu Tosun Bayrak?

Keşke bilsem, diyeceğim. Tasavvufta “hiçlik” kavramı vardır. Biz ona ulaşmaya çalışıyoruz. Allahutaala bana çok şey gösterdi, bin şey yaptırdı, öğretti, unutturdu. Ben bunların ötesine geçmeye, bunlardan arınmaya, hiç olmaya çalışıyorum. Ama yük o kadar ağır ki, devam eden bu işin sonu yok.

*Bu röportaj Jerrahi Order Of America sitesinden çevrilmiştir.