Batı'yı hayatlarımızın merkezinden çıkarmalıyız
Dr. Yakoob Ahmed, Geç Dönem Osmanlı tarihi uzmanı. Doktorasını Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulunda yapmış olan İngiltereli akademisyen, İstanbul Üniversitesinde İslam tarihi dersleri veriyor. Muhammad Jalal’in sunduğu bir Youtube yayını olan “The Thinking Muslim”e katılan Ahmed’in “18 yaşındaki hâlinize vereceğiniz 10 tavsiye ne olurdu?” sorusuna verdiği yanıtı kısaltarak bir metin hâlinde yayınlıyoruz.
Kur’an’ı yoldaş edinin
Bugün keşke o yaşlarda Kur’an’la ilişkim daha iyi olsaydı, diyorum. Çünkü Kur’an sizi hayatınızın sonraki evrelerinde ne olacağınıza hazırlıyor. Cibril (as) mağarada Rasulullah’ın (sav) yanına gelince ona “İkra” dedi. “İkra” sadece okumak ya da kıraat etmek anlamına gelmiyor, idrak etmek anlamına da geliyor. Yani Kur’an’ın ilk kelimesi, bizim Kitap’la ilişkimizin nasıl olması gerektiğine çoktan karar vermiş oluyor.
Allah Teala, Rasulullah’a (sav) vahyi, Kur’an’ı gönderiyor, ilim öğretmenin gereğinden bahsediyor ve bize bu ilmi bizzat Allah Teala öğretiyor. Sizi kimin yarattığını bilmek, sizi yaratana ibadet etmek fıtratınızın bir parçası. Şayet Hâlık’ınızı reddederseniz, sizi yaratanın ilmini reddederseniz, sizi yaratana nasıl ibadet edeceğinizi anlatan ilmi reddederseniz, yaratıcınızı nasıl bileceğinize dair ilmi reddederseniz, ruhunuzu reddederseniz, cennet-cehennem fikrini reddederseniz, her şeyi reddederseniz, insanlığınızın bir parçasını reddetmiş olursunuz. Çünkü insan olmanın tüm gayesi, kendisini var edenin yaratıcılığını kabul etmekten geçer; bu nedenle bir ruha sahibizdir.
İnsanoğlu her daim gaye arayışında olmuştur ve bugün Batı medeniyetindeki çalkantının sebebi budur. Çünkü Batı medeniyeti insanlığın bir parçası olan tüm bu unsurları söküp almış, insanı kendi içine bakıp cevap arayan bir noktaya indirgemiştir. “Ben böyle hissediyorum”, “Ben böyle düşünüyorum”. Bu bir çeşit kendine tapınmadır ve belli bir düzeyde çalkantıya yol açar. Ama gerçekte, yaratılma nedeniniz olduğu üzere Allah Teala’ya yönelirseniz, bu söylem insan merkezli değil Allah merkezli olur ve o zaman kim olduğunuza dair bir özgürlük duygusunu yakalamaya başlarsınız. Bu da Kur’an’ı yoldaş edinmekten geçer.
Gazze’den sonra Müslümanlar olarak Batı’yı hayatımızın merkezinden çıkarmamız gerektiğini söylüyorum. Her şey Batı ile ilgili, her şey Batı’daki insanların ne düşündüğüyle ilgili olmuş. Hatta Gazze konusunda bile Batı’ya dönüp onlardan medet umuyoruz. Ben Filistin’le ilgili konuşurken ilk olarak hep “Allah’ın planı nedir? Allah neleri gerçekleştirdi? Allah hangi dertleri giderdi? Yardımını nasıl gönderiyor?” diye sorarım. Bu anlatının merkezinde Allah Teala yer almalı.
(***)
Neden Kur’an raflarda tozlanıyor? Şu sıralar sosyal medyada gayrimüslimlerin Kur’an okuyup Müslüman olduklarına şahit oluyoruz. Yani, Allah Teala’nın sözlerini okuyan bir gayrimüslim için işe yarıyorsa ve bu kitap o kişinin fıtratına hitap ediyorsa, neden bir Müslüman’a da hitap etmesin?
Hiç kimse size nasıl daha iyi bir insan olacağınızı Allah’tan daha iyi söyleyemez. Hiç kimse insanoğlunun yaratılışını onu yaratandan daha iyi bilemez. Allah Teala sizinle iletişim kurmanın bir yöntemi olarak size Kur’an’ı vermiş. İsterim ki insanlar Kur’an’ı yoldaş edinsin, ona zaman ayırsın, onu hayatlarının dayanak noktası hâline getirsin. Çünkü hiç kimse size Allah’tan daha çok yardım edemez.
Tarihi öğrenin
Batı’da yetişmiş bir Müslüman olarak İslami geçmişimden de doğum yerim olan ülkenin tarihinden de kopuktum. İngiliz halkında ise bir idiyet duygusu, sürekli başvurdukları bir bellek vardı. Brexit zamanı “Türkler geliyor” afişi astılar. Bu, Kanuni Sultan Süleyman’a kadar uzanan bir olaydı ama burada İngiltere’de Müslümanlar ne olup bittiğini anlayamadı.
Her insan idiyet hissine ihtiyaç duyar. Bizler Müslümanlar olarak ümmete bağlıyız; sadece bugünün ümmetine değil, geçmişin ve geleceğin ümmetine de. Bir külliyatın parçalarıyız ve ümmetçi olmanın ne anlama geldiğini idrak etmek için hangi medeniyetten geldiğimizi, Kur’an’ın o insanların hayatında nasıl merkezi rol oynadığını, geçmişin günümüzdeki yankısını idrak etmemiz gerek.
Gazze’deki insanların dilinden “HasbunAllahu ve ni’mel vekil”, “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun”, “Allahu Ekber” sözleri düşmüyor. İslam’da müşterek bir hafıza var ve bu hafıza bu insanlarda yerleşmiş. Bu hafıza nesilden nesle geçiyor; sözlü gelenekle, binalarla, yemeklerle, kültürle, her şeyle. O insanlar acı çekmeyi biliyorlar, müşterek zorluğu biliyorlar, bir İslam medeniyetine müşterek idiyet hissini de biliyorlar.
Sömürgecilik Müslümanların müşterek hafızasını yok etme adına epey gayret sarf etti. 19. yüzyılda Müslümanların birbirleriyle etkileşime girmemesi için aralarındaki bağlar kasten parçalanıp dağıtıldı. Akabinde, ulus devletlerin sınırları bizi birbirimizden ayrıştırdı. Sonrasında da Batı’ya gelen Müslümanlar kendi tarihlerinden koparıldı. Yani insanların bu hafızadan uzaklaşması çok katmanlı bir süreçte gerçekleşti.
Kur’an’da Allah Teala bize neden tarihteki bazı anları hatırlatır? İnsana, “Mücadele mi veriyorsun, Yusuf (as) bunu yaşadı”, “Tebliğini mi dinlemiyorlar, Yunus (as) bunu yaşadı”, “Şu işi yapmak çok mu vaktini aldı, Nuh’un (as) başından şu geçti,” der.
Moğol istilasında, Haçlı Seferleri’nde vesaire gördük; Müslümanlar sürekli zorluklarla karşılaşmış ve bir yolunu bulup bu zorluklara çözüm üretmişlerdir. Sözüm kimine sert gelebilir ama İsrail devletinin kuruluşu, İsraillilerin eylemleri ve Amerika’nın bölgedeki işgali, Moğol istilasından çok daha yıkıcı olmuştur. Moğol istilasına dair belli bir hafızamız vardır ama iş günümüzde ne olup bittiğine gelince unutkanlık yaşarız. Bir düşünün, Irak’ta 1 milyondan fazla insan öldürüldü. İnsanlara derim ki, bakın, El-Aksa’da o Haçlıların haçı, İsrail devletinden çok daha uzun süre kaldı ama onun üstesinden geldik, bunun da üstesinden geliriz inşAllah.
Politik olun
Mehmet Fatin Efendi, Beyân’ül-Hak’ta yayımlanan bir çalışmasında ulemanın özümsemesi gereken üç amaçtan bahseder: İlim, din ve siyaset. İlmimiz vardır ama bunun amele dökülmesi gerekir. Din, aldığımız ilmin tezahürü ve tatbikidir. Fatin Efendi ayrıca siyaseti de saymıştır. Müslümanların siyasete eğilimleri olmadığında, siyasi bir temsilleri olmadığında, Müslümanlar siyasi sorumluluklardan bihaber olduklarında, akıbetimiz işte bugünkü gibi umutsuzluk olur.
Gazze’deki yıkıma baktığımızda bir grup insanın geleneğimizi ibret verici şekilde sürdürdüklerine şahit oluyoruz. Bu manzara yalnızca Müslümanların kalplerini ve zihinlerini değiştirmiyor, dünyanın dört bir yanındaki insanların kalplerini ve zihinlerini de değiştiriyor.
Bizim geleneğimiz, acı çekmelerine rağmen dimdik ayakta duran, metanetlerini koruyan, yalnızca kendilerinin değil Müslüman ümmetin geri kalanının iyiliği için de teminat olan bir insan topluluğu oluşturmuşsa, bize düşen vazife, bu insanların bağlı olduğu geleneğe dair siyasetimizde bir alan açmaya çalışmaktır. Filistin halkının gelenekleri, sembolleri, sloganları, duyguları, söylemleri, hepsi İslami, yöneldikleri mecra Allah.
Eleştirilere açık olun
Topluluğumdan bir eleştiri aldığımda karşılık vermek yerine “Tamam. Niye böyle bir algı var? İlkin dönüp kendi içime bir bakayım. Bunlar benim insanlarım, böyle düşünüyorlarsa bir iletişim yolunu bulmamız gerek.” diyorum.
O hâlde ihtiyacımız olan nedir? Bir; Kur’an, yine. Allah Teala insanı herkesten daha çok eleştirir ve Rabbi tarafından eleştirilmek insanda bir tevazu duygusu uyandırır. Allah bir şey söylediğinde bunu sakince karşılarız. Sonraki aşamada da sözüne güvendiğimiz insanlara döneriz.
Rasulullah (sav) küçük yaşlardaki Usame ve İmam Ali (radıyallahu anhümâ) ile sürekli sohbet ederdi. Yani yalnızca kendisinden yaşça büyük olanlardan ya da yaşıtlarından değil, kendisinden küçük olanlardan, gençlerden de tavsiye alırdı.
Bugün Müslümanlar olarak öğrenebileceğimiz iki şey var: Biri, birbirimizi eleştirme şekli, diğeri de gelen eleştiriyi yönetme becerisidir.
Ümmetçi olun
Modern dünyanın insanları genelde Kur’an’ı bireysel olarak kendilerine nasıl hitap ettiği üzerinden okur. Acı çekiyorum, hadi kitabı okuyayım, bu acıya nasıl katlanırım, gibi. Fakat Kur’an bize birçok şekilde topluluk olarak da seslenmektedir.
Gazze’ye bakınca ilk dikkatimi çeken unsurlardan biri, çok daha büyük bir topluluğun iyiliği için kendi çıkarlarımızı bir kenara bırakma gerekliliği olmuştur.
Allah Teala’yı merkeze koymadıysanız, gücünüzü O’nun Rasulünün (sav) davasından almadıysanız, ümmetçi olmayı tecrübe edemezsiniz. Böyle bir şey olsa olsa başka bir seküler girişim olur.
Mesela Filistin konusuna sadece insan hakları meselesi olarak bakarsanız, ümmeti bu anlatıdan çıkarmış olursunuz. Evet, bu insani bir meseledir, inkâr etmiyoruz ama sadece insan hakları açısından bakarsanız ümmetin hiçbir temsiliyeti kalmaz. Onu sadece Filistin meselesi olmaya indirgerseniz yine ümmetin diyeceği hiçbir sözü olmaz. Dahası, biz Filistin meselesine tevhidin mekânı olduğu fikriyle bağlıyız. İsrailliler orada sadece insanları öldürmüyor, İslam’ın bölgedeki bütün bakiyesini ortadan kaldırmaya ve yüzyıllardır İslam sancağı altında yaşamış insanların anılarını söküp atmaya da çalışıyor.
Merhametli olun
18 yaşındaki gençleri cidden çok ilginç buluyorum. “Bunlar Netflix nesli”, “TikTok nesli”, “Merhamet hissinden yoksunlar” gibi yanlış algılar vardı. Derken Gazze’deki hadiseler meydana geldi ve o gençler fevkalade şekilde hareket etti. İçgüdüsel olarak sergiledikleri merhamet, onları aktivist olmaya sevk ediyor. Onlarınki bir merhamet aktivizmi, bunu görebiliyorum.
Filistin konusunda, karşıdaki tarafa masum insanları hedef gözetmeksizin öldürme ruhsatı veren de merhamet yoksunluğudur. Bu nedenle Allah’ı merkeze yerleştirmek istedim. Allah Teala, Rahman’dır, Rahim’dir, en merhametli olandır.
STEM’i ümmet için kullanın
STEM (bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik) sahalarındaki yeteneklerimizi nasıl ümmetin yararı için kullanabileceğimiz mevzusu bu. Fark ettim ki Müslümanlar bilim ve teknolojinin her sahasında. Mesela Britanya’da Müslüman sağlık çalışanları Ulusal Sağlık Sistemi’ni (NHS) terk etmiş olsa sistem bir gecede çöker. Yani Müslümanlar her alanda var.
Gazze bana hayli ilginç bir şey öğretti: Gazze’deki doktorların çoğu Gazze’de eğitilmiş, Gazze’deki gazetecilerin çoğu Gazze’de eğitilmiş, direnişin kullandığı silahların çoğu Gazze’de üretilmiş.
- Bu anlamda ümmetin, şevkini İslam’ın ahlaki ve manevi ölçütlerinden alan kendi teknisyenlerine, kendi bilim insanlarına, kendi iş insanlarına ihtiyacı var. STEM uzmanlarımız namazlarını kılmanın yanı sıra Allah merkezli hareket ederlerse, yaptıkları iş de çok farklı olacaktır. Müslümanlar olarak Harvard, Princeton ya da Yale’e gitmemize de gerek yok. İnternet bir dereceye kadar bilginin demokratikleşmesini sağlıyor zaten.
Kuşak farkını kapatın
Gençlere ders veren bir eğitimci olarak hep öğrencilerimle bütünleştiğimi hissetmişimdir. Bir sonraki modanın ne olduğunu, neler yaptıklarını bilmek isterim. Çünkü işin doğası bu. Böylece onlara yardımcı olmak için kendi ilmimi de iletebiliyorum. Karşımdakine “İslam’da şu değerlere bağlıyız. Yapmakta olduğun işi bu minvalde gözden geçirebilir misin?” diyebiliyorum.
Kuşak farkını kapatmanın bir yolunu bulmamız gerek. Bir kez daha söylüyorum; Gazze meselesinde en çok ilgimi çekenler genç insanlar olmuştur. Hayranlık verici bulduğum bir istikamette ilerliyorlar ve onları desteklemek için ben de daha çok gayret sarf ediyorum.
Süreç odaklı olun
“İlerleme” moderniteye ait Batılı bir kavram. “Toplumda sürekli ilerlersiniz, kendinizi geliştirirsiniz” falan. Tamam ilerlemede bir noktaya geldik de şimdi bu ilerlemeyle nereye varacağız? Bunu gerçekten göremiyorlar. Batı toplumumun sorunlarından biri de bu. Bir distopya hissi var ve buna filmlerde de şahit oluyoruz. Biz ilerlemeyle ilgilenmiyor değiliz, biz süreç odaklı olarak çabamızı ortaya koyarız, işimizi yaparız, sonuç Allah Teala’nın elindedir ve en önemlisi budur.
Rasulullah (sav) Miraç’ta cennete çıkarılırken birçok peygamberle karşılaşır. Peygamberlerden bazının binlerce, bazısının yüzlerce, bazısının da onlarca inananı vardır. Bu peygamberler toplumlarında bir gedik açmış, arkalarından gelenler de o işi devralmıştır. İbrahim (as) mesela. Kabe’yi o inşa etti ama hac ve umre için Kabe’ye giden milyonlarca insanı göremedi. Bunlar bugün yaşanıyor.
İslam tarihi üzerine yazan bir Müslüman olarak birçok düşünür, birçok Müslüman lider ve birçok Müslüman topluluğun bir iş ortaya koyduklarında onun semeresini göremediklerini ama emeklerinin karşılığının daha sonra alındığını, çabalarının peşlerinden gelen topluluklar tarafından sağlamlaştırıldığını fark ediyorum ve bu nedenle süreç odaklı olmamız gerektiğini söylüyorum.
Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” anlatısını okuyun
Müslümanlar olarak “Hilafet gitti, Osmanlı İmparatorluğu çöktü, tarih sona erdi.” düşüncesini içselleştirdik. Ama biz hâlâ buradayız, İslam hâlâ burada, sonuç olarak tarih sona ermedi ve bizler bu sürecin parçalarıyız. Bize “Medeniyetler Çatışması”ndan söz ettiler. Fakat iman ile küfür arasında bir mücadeledir yaşanan. Bu bağlamda insanlığa sunabileceğimiz her şeye sahibiz; kâinata ait olmanın anlamıyla ilgili, tabiatın manasıyla ilgili bir fikrimiz var. Birileri yıkımdan söz açtığında, “Tamam, yıkılanın yeniden inşası da mümkündür.” derim.
Haçlı Seferleri’nden bahsedilirken modernite bizi şuna inandırmıştır: “Modern ulus devletler sonsuza kadar var olacak. İsrail devleti sonsuza kadar var olacak. Statüko bu.” Hayır, modern zihnin safsatası bu. Pandemi bize insanoğlunun şaşmaz-yanılmaz olmaktan fersah fersah uzak olduğunu öğretti. Modernite bizi hastalıktan falan kurtaramadı. Gazze meselesinde bile gördüğümüz şey, modernitenin kırılganlığıdır, Batı’nın kırılganlığıdır.
Bu on başlığa ilaveten: Gelecekte Müslüman dünyasını yönetecek, Osmanlı devleti gibi bir süper devlet tasavvur edebiliyor musunuz? Her şey mümkün, neden olmasın! Emeviler zamanında birine “İstanbul’un fethini ve Osmanlı İmparatorluğu’nu hayal edebilir misin?” diye soracak olsaydık “Hayır, asla.” yanıtını alırdık. İlerlemeciler geçmişi hiçe sayar ama biz öyle yapmayız. Biz geleneğimizi bir bellek olarak kullanır, geçmişimize, Kur’an’a, sünnete, siyere başvurur, bize nasıl bir anlam kattıklarına bakarız. Tarihin bize söylediği gibi bu ümmet çok dirençli bir ümmet ve harikulade başarılara imza atmış. Gazze’de yaşananlardan ve Türkiye’de meydana gelen depremden öğrendim ki bizim insanımız çok dirençli.
Genç nesle, “Her şeyi hayal edin. Bir kere hayal edince bunun için çalışma yönünde ilerlersiniz.” diyorum. Bir tarihçi olarak İslam’ın bölgeye sunduklarına bakınca da “Bunlar gerçekten çok güzel işlermiş.” diyorum. Bunları yeniden yapabiliriz.