Başkentin önemli bir edebiyat mahfili: İstanbul Pastanesi
Başkent olmasının ardından ilim, kültür, sanat ve eğitimin önemli bir merkezihâline gelen Ankara, aynı zamanda Türk edebiyatında ağırlığı hissedilen biredebî muhite dönüşmüştür. Ankara’nın hükûmet merkezi olduktan sonrazenginleşen edebiyat hayatı, edebiyat mahfillerinde de karşılığını bulurve bazı pastaneler, lokantalar, meyhaneler, şair/yazar evleri, dergi/gazeteidarehaneleri, oteller, kitabevleri, kahvehaneler ediplerin birbirleri ileiletişime geçtikleri birer mahfil olarak ön plana çıkar. Ankara’nın edebiyatmahfilleri içerisinde ise İstanbul Pastanesi’nin çok özel bir yeri vardır.
Başkentin önemli bir edebiyat mahfili olarak karşımıza çıkan İstanbul Pastanesi, Ulus’ta, Karaoğlan Caddesi üzerinde, Zincirli Camii ve Taşhan’ın karşısında 1923 yılında açılmıştır. 1920’lerin başında Ankaralı Hafız Bey tarafından yaptırılan otelin alt katı, 15 Ocak 1923 tarihinden itibaren Rizeli Matrakçıoğluları’ndan Ali Rıza Bey tarafından kiralanarak İstanbul Pastanesi olarak işletilmeye başlanır.
İstanbul Pastanesi, Ankara’nın ilk pastanesidir ve açıldığı günden itibaren yıllarca şehrin en rağbet gören mekânlardan biri olur. Mekânın gedikli müşterilerinden Enver Behnan Şapolyo, İstanbul Pastanesi’ni “münevverler kulübü” olarak nitelendirir ve bu pastanede öğretmen, memur, gazeteci, ressam ve mebusların ayrı masalarda gruplar hâlinde oturduklarını yazar.
- İstanbul Pastanesi’nin o dönemde bugün için hiçbir yerde karşılaşamayacağımız bir özelliği vardır: Bu pastanede kim ne kadar oturursa otursun garsonlar kimsenin gözünün içine kalksın gitsin diye bakmaz yahut “Ne içersiniz, ne alırsınız” gibi sorularla müşterileri rahatsız etmezmiş. Günün yirmi dört saati açık olan İstanbul Pastanesi’nin rağbet görmesinde şüphesiz ki bu özelliğinin etkisi olmuştur.
Dönemi ele alan bazı kaynaklarda İstanbul Pastanesi, “yarı pastane, yarı kahvehane” bir mekân olarak ele alınır. Mehmed Kemal, İstanbul Pastanesi için “sabahçı kahvesi” tabirini kullanırken; Malik Aksel bu mahfili anlattığı yazısına “Ankara’da Bir Kahve” başlığını atar. Burhan Asaf, İstanbul Pastanesi’ni Ankara’nın en sağlam müesseselerinden biri olarak nitelendirir ve bu mekân için “Kuvvetli bir ihtiyaca cevap verdiğinden gündüzün bir ihtiyaçtır, akşamları bir ihtiyaçtır, gece yarısından yani bar-bozumundan sonra bir ihtiyaçtır” tespitinde bulunur.
İki katlı bir mekân olan İstanbul Pastanesi, 1955 yılına kadar pek çok şair, yazar, tarihçi, ressam, musikişinas ve üniversite hocasının toplandığı, edebiyat sohbetlerinin yapıldığı, Mehmet Çınarlı’nın tabiri ile “cümle ehl-i dilin buluştuğu” bir mekân olmuştur. Otuz iki yıllık tarihi boyunca İstanbul Pastanesi’ne belli başlı şu isimlerin devam ettiği görülür: Yahya Kemal Beyatlı, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Rasim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Suut Kemal Yetkin, Ahmet Kutsi Tecer, Nurullah Ataç, Faruk Nafiz Çamlıbel, Behçet Kemal Çağlar, Sadri Ertem, Aka Gündüz, Enis Behiç Koryürek, Şevket Hıfzı Rado, Samet Ağaoğlu, Sabahattin Ali, Nahid Sırrı Örik, Enver Behnan Şapolyo, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Feridun Fazıl Tülbentçi, Şahap Sıtkı İlter, Yaşar Nabi Nayır, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Mehmet Çınarlı, İlhan Geçer, Mustafa Necati Karaer, Halil Soyuer, Munis Faik Ozansoy, Gültekin Sâmanoğlu, Arif Nihat Asya, Yahya Benekay, Hasan İzzet Arolat, Malik Aksel, Ümit Yaşar Oğuzcan, Ziya İlhan Zaimoğlu, Muvaffak Sami Onat…
İsim listesinden de anlaşılacağı üzere dönemin Ankara’sında yolu bu pastaneye düşmeyen edebiyatçı yok gibidir. Yaşça üstat kabul edilebilecek isimler, şöhretlerini yaşayan genç edipler, ilk kalem denemelerini yapan şair ve yazarlar yıllarca bu pastanenin salonunda edebiyat solumuşlar, İstanbul Pastanesi’ni “gayrıresmî bir edebiyat akademisi” hâline getirmişlerdir.
Pastanenin müdavimi olan tarihçi Enver Behnan; bu pastanenin bir masasında hemen her gün Sadri Ertem, Şevket Rado, Samet Ağaoğlu, Ertuğrul Şevket, Mekki Sait Esen, İzzettin Şadan, Namdar Rahmi, Nuri Gençosman, Feridun Nafiz Uzluk, Profesör Şükrü, Refik Fenmen, Ressam Ali Saip Ursavaş, Musikişinas Ahmet Yekta Bey, Muslih Fer ve kendisinden oluşan grubun oturup sohbetler yaptığını, Ankara’da bulundukları zaman zarfında da Hüseyin Rahmi ve Yahya Kemal’in İstanbul Pastanesi’ne geldiklerini yazar.
İstanbul Pastanesi’nin gedikli müşterilerinden biri olan Malik Aksel; mekânda tavla, iskambil gibi oyunların oynanmadığını, radyonun bulunmadığını ve tek istisna pastane sahibi Ali Bey’in resmi olmak üzere duvarlarında resimlerin olmadığını belirtir. Malik Aksel, Ankara’ya gelenlerin İstanbul Pastanesi’ne uğramadan geçemediklerini, dönemin mevki makam sahibi kişilerinin, iş adamlarının, eski valilerin, milletvekillerinin, inkılabın tanınmış simalarının, öğretmenlerin, hukukçuların ve emniyet mensuplarının bu mekânda yıllarca hep yan yana oturduklarını kaydeder.
Samet Ağaoğlu İlk Köşe’de; Feridun Fazıl Tülbentçi, Sabahattin Ali, Yaşar Nabi, Sadri Ertem, Şevket Hıfzı (Rado), Ertuğrul Şevket, Ahmet Muhip Dıranas gibi isimlerle İstanbul Pastanesi’nde saatlerce konuşup münakaşa ettiklerini yazar. Ağaoğlu, hemen her gün yapılan bu edebiyat sohbetlerinde, kendilerinden yaşça büyük olan Sadri Ertem’in bir nevi hakemlik yaptığını belirtir.
Bir yüzü Ankara’nın pembe taşından yapılmış Taşhan’a, öteki yüzü Tayfur Usta’nın Tavukçu Lokantası’na bakan İstanbul Pastanesi, Ankara’da ediplerin birbirleriyle tanıştıkları ve iletişime geçtikleri bir mahfil olmuştur.
Örneğin Baki Süha Ediboğlu hatıralarında; Sadri Ertem, Samet Ağaoğlu, Nahid Sırrı Örik, Ahmet Muhip Dıranas ve Feridun Fazıl Tülbentçi ile İstanbul Pastanesi’nde tanıştığını yazar. Suut Kemal Yetkin hatıralarında Nurullah Ataç’la İstanbul Pastanesi’nde tanıştığını, bu pastanede yaptıkları sohbetler sayesinde yıldırım hızıyla kaynaştıklarını yazar. İstanbul Pastanesi, 1930’ların Ankara’sında Taş Mektep’in lojmanında aynı odayı paylaşan Suut Kemal Yetkin ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın buluşup edebiyat sohbetleri yaptıkları mahfillerden biridir.
Hatıralarında İstanbul Pastanesi’ni anlatan ediplerden biri de Necip Fazıl’dır. 1930’ların başında İş Bankası’nın Ankara şubesinde memur olarak çalışmaya başlayan Necip Fazıl, başkentte gün geçtikçe halka halka genişleyen yeni bir edebiyat çevresi ile karşılaşmıştır. Necip Fazıl’ın Ankara’da bulunduğu süre zarfında devam ettiği en önemli edebiyat mahfili İstanbul Pastanesi’dir.
Necip Fazıl Bâbıâli’de Ankara günlerinde gediklisi olduğu bu pastaneyi şu cümlelerle anlatmıştır: “Eski payitaht İstanbul’u Ankara kadar küçültecek olursanız aynı nispetle Babıâli’nin küçülmüşü olarak bulacağınız mekân neresi olabilir? Mahut İstanbul Pastahanesi ve akşamları (Karpiç) lokantasının akşamcılar köşesi... (…) Ankara’nın o çığırda İstanbul’daki İkbal ve Meserret kahvehanelerine denk, tam ‘esafil-i şark’ karakterinde ayrı ve çok alâkaya değer bir muhiti de, Ulus Meydanı’nda bir köşe teşkil eden İstanbul Pastahanesi… Genç şair, buraya ‘efkâr-ı umumiye’ köşesi adını takmıştır. O zaman Ankara Erkek Lisesi’nde edebiyat muallimliği eden Ahmet Hamdi, Basın ve Yayın’da çalışan Sadri Ethem (Ertem), Maarifte memur Nahid Sırrı (Örik), tarihçi Enver Behnan (Şapolyo) ve daha ileride Yaşar Nabi, Feridun Fazıl, Nurullah Atâ, Ahmed Kudsi, filân falan, yumurtalarının kabuğunu delememiş nice şair, mütefekkir ve âlim taslağı hep bu köşede…”
Zor beğenen bir kişi olduğu bilinen Necip Fazıl’ın İstanbul Pastanesi’ni “Babıâli’nin küçülmüş bir hâli” olarak nitelendirmesi, bu mekânı İstanbul’un asırlık edebiyat mahfilleri “İkbâl ve Meserret kahvehanelerine denk” görerek “efkâr-ı umumiye köşesi” olarak adlandırması bu mahfilin o dönemde edebiyatçılar için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. İstanbul Pastanesi, 1923-1955 yılları arasında Ankara’da edebiyat hayatının nabzının attığı, edebî sohbetlerin yapıldığı, fikirlerin tartışıldığı, İstanbul’daki edebiyat mahfillerini aratmayacak bir mekân olmuştur.
İstanbul Pastanesi, dönemin başkent dergilerinin planlandığı, dergicilerin çıkaracakları dergilerine yazılar ve şiirler topladıkları ya da matbaadan gelen dergi provalarını gözden geçirdikleri bir mahfil olmuştur. Yaşar Nabi Nayır, Varlık dergisinde çıkacak yazı, hikâye ve şiirlerle dolu çantasıyla bu pastaneye sıklıkla gelir. Necip Fazıl, 1935 yılında Ankara’ya geldiğinde Ağaç dergisi kadrosunu İstanbul Pastanesi’nde toplar, dergiye konulacak şiirleri burada okur ve yazıların tashihlerini bu pastanenin masalarında yapar.
İstanbul Pastanesi’nin Türk edebiyatı tarihindeki dikkat çekici özelliklerinden biri de Hisar topluluğunun oluşmasında üstlendiği roldür. Hisarcıların birbirlerini iyice tanıdıkları ve bir edebiyat topluluğu hâlinde ortaya çıkmaya karar verdikleri yer İstanbul Pastanesi’dir.
Mehmet Çınarlı, Hisar topluluğunu oluşturan isimlerin hafta içinde her günün iki üç saatini, hafta sonlarında ise günün yarısını İstanbul Pastanesi’nde geçirdiğini yazar. Kendisi de derginin yazarlarından olan ve Hisar’a yazılarını 1950’li yıllarda bu mekânda veren Malik Aksel, bu sebeple Hisarcıları İstanbul Pastanesi’nin “orta direği” olarak nitelendirir.
- Cumhuriyet Dönemi’nde Ankara’nın en önemli edebiyat mahfillerinden biri olarak karşımıza çıkan İstanbul Pastanesi, edebî eserlerde de bir figür olarak işlenmiştir. Aka Gündüz Çapraz Delikanlı, Yusuf Ziya Ortaç Meşhedi Ankara’da, Nahid Sırrı Örik Tersine Giden Yol adlı romanlarında bu pastaneyi önemli bir figür olarak işlerler.
1923-1955 yılları arasında Ankara’da yaşayan pek çok sanatçının uğrak yeri ve sohbet mekânı olan, 1950’li yıllarda Hisar topluluğu gibi edebiyat tarihimizde yer etmiş önemli bir oluşuma ev sahipliği yapan, çeşitli edebî eserlerde de yansımalarını gördüğümüz İstanbul Pastanesi; 1955’te Ulus İş Hanı’nın yapımı sırasındaki çevre düzenlemesinde yıkılıp tarihe karışmıştır.