Bakkal defteri

MUSTAFA UÇURUM
Abone Ol

Bütün hesapları bir süreliğine hesapsızca öylesine ortada bırakmayı düşünüyorum. Sayılarla aramın iyi olmamasıyla alakalı bir durum değil bu. Aklın sınırlarını zorlamak gibi bir azabı ne aklıma ne de dünyaya yaşatmaya gerek yok. Bakkal hesabı diye bir şey var. Kulağının arkasındaki kalemi alırsın eline, burnunun ucuna takıp gözlüğü, bir veresiyeyi çalakalem yazarsın karmaşıklığın ortasına sadece senin anlayacağın bir. İşte aklım tam da bakkal defteri gibi.

Bazı bakkallar defter işini bilgisayara dökse de kareli defterin hâlâ Anadolu’da geçerliliği vardır.

Defter mutlaka küçük, kareli ve lise defteri olacak. Eskiden küçük, kalın defterlerin üzerlerinde lise defteri yazardı. Şimdi büyüdü; renkli, daha janjanlı oldu defterler. Üzerlerinde de lise defteri yazısı yerine postmodern fotoğraflar ve şekiller var.

Bakkalların kareli lise defterinin sayfaları arasında küçük karelere sığdırılmaya çalışılan onca sayının acayip hikâyeleri olduğunu tahmin ediyorum. Aslında tahmin bile değil bu, her sayının bir hikâyesi var. Evin duvarları arasında başlayan ve sokağa taşıp bakkala ulaşana kadar süren bu hesabı hiçbir matematikçi yapamaz.

Bakkal deyince ütopik bir dünyadan bahsediyor gibi olsam da hâlâ bakkal kalabilmek için mahalle aralarında, köşe başlarında direnmeye devam edenler var. Market yavrusu denecek bir çeşitliliğe kavuşsa da bakkalların kendine has bir kokusu var. Toptancılar bile onlara özel bisküvileri getiriyor; kutular içinde leblebi, şeker gibi envaiçeşit ürün bakkal tezgâhının önünde yer alıyor.

Bakkalda hiyerarşi böyledir. İçeri girdiğinde tam karşıda tezgâh durur. Hafif loşluk içinde müşterisini bekleyen bakkal amcanın önünde bisküvi, çikolata ve sakızlar arzı endam eder. Mahalle müşterisini mutlaka tanır bakkal. Zaten herkeste bu tanınmışlığın rahatlığı vardır.

Hoş geldin, hoş bulduk faslından sonra bakkalın rafları arasında dolaşıp ücretsiz poşete doldurulan ürünler hesaplanır ve “Hesaba yazacakmışsın amca.” diyen çocuk arkasına bile bakmadan evinin yolunu tutar.

Bazı bakkallar defter işini bilgisayara dökse de kareli defterin hâlâ Anadolu’da geçerliliği vardır. Her müşteri için ayrılan bir sayfa ve tükenmez kalemle gelişi güzel tutulan hesaplar “bakkal defteri” tabirini tam anlamıyla yerine getirir.

“Bakkal defteri” bizde artık deyimleşmiş bir kullanım. Bunu öğretmenler öğrenciler için sıklıkla kullanır. Her şeyin arap saçı gibi birbirine girdiği, düzeni olmayan, içindeki bir bilgiyi ara ki bulasın kıvamındaki defterlere bakkal defteri gibi demek klâsik öğretmen sözlerindendir. “Düzensiz, karalanmış, yıpranmış defter” için kullanılan bakkal defterinin talihi “doktor yazısı” ile aynıdır. Okunması zor yazılar için doktor yazısı demek de âdetten olmuştur. Doktor için o yazıyı yazmak bir hünerken, kargacık burgacık yazılara doktor yazısı demek yazıya mı, yoksa doktorlara mı hakarettir bilinmez.

Marketlere inat bakkala gidip alışveriş yapmaya çalışırım. Bakkal amcanın önündeki defteri her gördüğümde aklıma Kemal Sunal’ın Sakar Şakir filmi gelir. Mahallenin uyanıkları bakkaldan illallah etmişlerdir ve bakkalın yeni sahibi Şakir’in saflığını son raddesine kadar kullanırlar. En sonunda bakkal defterini de gözlerine kestirirler. Defteri almak için bir plan yaparlar. “Eskicene ve de hesaplı, içi az yazılmış olsun ki şu inek Kazım’a okuma yazma öğreteyim.” diyerek bakkal defterini isterler. Sonunda muratlarına erip Şakir’den defteri alırlar. Elbette bütün borçlar da böylelikle silinmiş olur.

Bakkala bir kez sormuştum “Defter kaybolur, çalınır diye hiç korkmuyor musun?”diye. “Aklıma bile gelmiyor” dedi. “Film çekmiyoruz hocam burada.” diyerek bir gülüş de atmayı ihmal etmedi.

Son yıllarda “Bu bakkaldaki veresiye defteri hayırsever bir vatandaş tarafından kapatılmıştır.” gibi afişler görüyoruz. Gönül zenginliği böyle bir şey olsa gerek. Her şeyin sosyal medyaya düştüğü, iyiliklerin bile insanların gözünün için sokularak yapıldığı bir zamanda “ismini vermek istemeyen hayırsever vatandaşlar” tarafından yapılıyor bu iyilikler. Veresiye defteri demek, mahallenin kara kaplı defteri demek. Günah defteri diyenler de var buna. Eline biraz para geçince bakkalın karşısına geçip “Aç bakkalım bizim şu günah defterini bakkal efendi” diyerek meşhur defterden birkaç borcun üstünü karalatmak da ayrı bir fiyaka meselesi. Eski borçlar ne kadar silinirse silinsin hemen listenin altına yeni borçlar sıralanır. Malumdur ki ihtiyaçlar bitmez, günah defteri kabarmaya devam eder.

Bir de bakkal denince aklımıza Sinekli Bakkal gelir. Halide Edib’in bir töre ve dönem romanı olan bu eserde olaylar, Sinekli Bakkal Mahallesi’nde geçer ama bakkal da önemli bir unsur olarak yer alır. Kahramanlardan Tevfik’in dayısının bakkalı sık sık karşımıza çıkan bir mekândır. Dayısı öldükten sonra Tevfik’e kalan bakkal ne yazık ki onun tiyatro hevesi ve vurdumduymazlığı sonucunda birçok kez batmanın eşiğine gelir. Çünkü bakkalların makûs talihidir veresiye defteri. Sayfalar tükendikçe işler de bozulmaya başlar.

“Mütemadiyen veresiye veriyor ve müşteriler ay başında borç ödeyeceklerine, Tevfik’e dert yanıyorlardı.” Bakkalların batışı da kurtuluşu da bu defterin etrafında gelişen olaylarla nihayete eriyor.

Büyük şehirlerde bakkal belki küçük semtlerin çıkmaz sokaklı mahalle aralarında kalmıştır ama Anadolu insanı hâlâ bakkalın kapısını aşındırmaya devam ediyor.

  • Bakkal bu, boşlamaya gelmez. Yeniden defter kabarmaya başlarsa işlerin bozulmayacağını kimse garanti edemez. Bu yüzden bakkal, defterine titiz olmalı.

Bakkalın yeni sahibi Rakım da bunun farkındadır. “Bizim Tevfik’in veresiye illeti, alacaklılardan para istemeye yüzü tutmaması, işimizi bozuyordu. Şimdi artık bakkalbaşı ben oldum.”

Büyük şehirlerde bakkal belki küçük semtlerin çıkmaz sokaklı mahalle aralarında kalmıştır ama Anadolu insanı hâlâ bakkalın kapısını aşındırmaya devam ediyor. Defterde yazan ödeme tarihleri de tam bakkal defterine yakışır tarzda. En üstte borçlunun adı- soyadı. Bu kadar. Alt alta sıralanan borçların yüklü olanlarının karşılarında yazan ödeme tarihleri de yine Anadolu insanının birbirine olan güven duygusunun ve samimiyetinin bir göstergesi. “Pancar parasına, kiraza, vişneye, buğdaydan sonraya…” Gösterişli tarihler düşmeye gerek görmüyor iki taraf da. Kirazı toplayıp sattıktan sonra gelip borcunu ödeyecek. Fabrikadan pancar parasını aldığında defterdeki borcunun üstüne kalın bir çizgi çekilecek.

Binlerce şubesi olan, çok katlı, çok çalışanlı, uzayıp giden raflarında çeşit çeşit ürünü olan, çalışanlarının mesai saatini tüketmekten kimseyi görmeye mecali kalmadığı marketlerin yerine arada bir bakkallara girip sıcak bir selam ile birkaç şey almak insanın yorgun ruhuna da iyi gelecektir. İlla veresiye yazdırmaya gerek yok. Yeter ki yürekten bir selam, birkaç kelam olsun.

Kafamın içi hâlâ veresiye defteri gibi. Ne kadar çok ödersem sıkıntılarımdan, o kadar hafifleyecek içimin karmaşası.