Baharı bir türlü gelmeyen Ali Ekrem Bolayır

TAHSİN YILDIRIM
Abone Ol

Türk milliyetçiliğine ilham olmuş vatan şairi Namık Kemal’in(1840-1888); şair, yazar, öğretmen ve devlet adamı oğlu Ali Ekrem Bolayır (1867-1937); Servet-i Fünûn edebiyatının öncüleri arasında gösterilmektedir. Ailesine sorumluluğunu her daim düşünüp yerine getiren Ali Ekrem, alkolün batağından kurtulup medar-ı maişeti temin vesilesi olan öğretmenliği için var gücüyle çalışsa da ölümüne sebebiyet veren kanserden kurtulamamıştır. Fransız Hastanesi’nde 27 Ağustos 1937 vefat edince Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilmiştir.

Mazhar Osman’ın gölgesinde

Babası vatan şairi Namık Kemal’in adını yaşatacak olan, eğitimi için büyük ihtimam gösterilen ailenin pek sevgili evladı Mehmet Kemal Cezmi’nin intiharı ardından 6 Mart 1917’de vefatı Bolayır ailesini yıkmıştır. Bu günlerde evlat acısını unutmak için alkole sığınan Ali Ekrem’in günden güne eriyen bedeni yanında intihar teşebbüsüne kadar giden bunalımlarında onun elinden tutan Mazhar Osman başhekim olduğu Şişli’deki Fransız Lape Hastanesi’nde tedavi etmiştir. Ali Ekrem’in tedavisini yine onun kaleminden çıkan mektuplardan öğreniyoruz. Hastaneye girişi ve tedavisinin sona erişi hakkında net bir tarih olmadığından tahminlerimiz kaleme aldığı mektuplar üzerindendir. 16 Kanunievvel [Aralık] 1917 tarihli mektubu ile 27 Ağustos 1918 tarihli mektuplarında “Şişli Hastanesi” ifadesi yer aldığından bu tarihler arasında hastanede tedavi altında olduğunu düşünmekteyiz.

Ali Ekrem’in Şaziye Berin’e yazdığı 16 Kanunievvel [Aralık] 1917 tarihli ilk mektubuna göre ölüm tehlikesi sebebiyle Doktor Mazhar Osman Bey’in gözetiminde Kasım 1917 ortalarında Şişli Lape Hastanesi’ne yatmıştır. Ali Ekrem 5 Ağustos 1918 tarihli mektubunu da “daha bir buçuk ay buradayım” diyerek Şişli Hastanesi’ndeki alkol tedavisinin oldukça uzun süreceğini ifade etmiştir. Mazhar Osman’a hürmetkâr olan Ali Ekrem, Şaziye Berin’e mektubuna şöyle bir ayrıntı düşmüştür: “Mektubuma devam ediyorum, Doktor Mazhar Osman Bey odama geldi.” Ciddi bir sağlık sorunu yaşayan Ali Ekrem “benim gibi en acı zehirleri yutmuş bir yetim-i mecnuna ikinci defa olarak iade-i akl ü hayat eden” diyerek andığı Doktor Mazhar Osman’ın gözetimindeki sıradanlaşan hastane gününü 5 Ağustos 1918 tarihli mektubunda şöyle anlatmıştır: “Ben şimdi hastanede bulunuyorum. Vücudum artık pek zinde pek kavi ise de daha on beş gün doktor beni ihtiyaten bırakmıyor çünkü ölüm muhatarası geçirdim. İşte doktor her sabah böyle gelir, beni muayene eder, ilaçlarımı, yemeklerimi yazar.” Mektubun devamında ise: “Her gün doktorun emri mucibince hastanenin büyük, güzel bahçesinde bir saat dolaşırım, hem gezer hem de ya bir kitap ya bir gazete okurum. (...) Daha lâ-akal bir buçuk ay buradayım. Vücudum gayet zindedir lakin doktor muntazam hayatı hususiyle istirahat-ı fikriyeyi temdid etmek istiyor.”

Gelmeyen dostlara sitem dolu bir mektup

Ali Ekrem, babasından miras kalan alkol bağımlılığı ile mücadele edip, içkiden vazgeçse de ara ara eski dost bildiği alkolün kucağına düşmüştür.

Mazhar Osman ve arkadaşları, Bakırköy, İstanbul, 1925

  • Dr. Mazhar Osman’ın yanında uzun süreli ciddî alkol bağımlılığı tedavisi gören Ali Ekrem, Feridun Nafiz Uzluk’un arşivinde bulunan ve muhatabı Darülfünûn Müdürü Mahmud Zarif Bey olan 25 Aralık 1917 tarihli mektubunda Darülfünûn’daki mesai arkadaşlarından ziyaretine gelenlere teşekkür, kendisini arayıp sormayanlara da sitem etmiştir.

Sitem dolu mektup şöyledir: “Koca Darülfünûn heyeti içinde bendenizi seven, düşünen bir zat bir zat-ı âliniz imişsiniz. Hakk-ı âcizanemdeki muhabbetinizden zaten emin idim. Lakin bu defa âsârını da ibraz buyurdunuz. Ziyaret-i âcizaneme gelerek kalbimi lebrîz-i muhabbet buyurdunuz. Bundan dolayı zat-ı sâmîlerine cidden medyûn-ı şükranım. Vâkıâ meclis-i müderrisîn namına Necmi Bey istifsâr-ı hâtır etti ve bununla pek ziyade müftehir oldum; lakin meclis, bir heyettir azaları ise çok. Sevdiğim, çok hürmet ettiğim bazı rüfekâ-yı muhterememin sûret-i mahsûsada iadetlerine, iltifatlarına mazhar olacağımı ümid ederim. Bir aydır buradayım kimse yanıma uğramadı; hatta doktor ‘Sizin Darülfünûn arkadaşlarınız ne vefasız şeyler imiş! İstanbul halkı buraya döküldü, Darülfünûn’dan bir müdürünüz geldi. Muavininizi saymıyorum; o ister istemez gelecek.’ dedi.

Rüfekâ-yı muhteremem hesabına bendeniz mahcûb oldum. Bunu size arz etmez, kalbimde saklar idim; lakin arkadaşlarım hakkında fena fikirler beslemek istemem. Yaptıkları şeyin insaniyete mugayir olduğunu söylersem bittabi kalbimde hiçbir iğbirâr kalmaz. Âtîdeki sözlerin kendilerine okutulmasını zat-ı âlinizden hâssaten rica ederim.

Bir aydır hastahanedeyim. Kırk sekiz saat ölüm muhatarası geçirdim. Her gün her saat beraber bulunduğunuz ve pek ziyade sevdiğiniz arkadaşınız Ekrem için bir ayın içinde üç dört saatinizi feda ederek kendisini gelip göremez miydiniz? Yoksa Mustafa ile selam göndermeyi vazife-i uhuvvetin îfâsına kâfi mi gördünüz?

Siz arkadaşınızı yalnız kendinizce bir lüzûm olduğu zaman mı ararsınız? Zihî vefa ve mürüvvet! Emin olunuz ki bundan sonra hakkınızdaki hissim lâkaydîden ibaret kalacaktır. Ben samimî adamım. Her hissimi açıkça söylerim. Mislini bulamayacağınız bir dost zâyi ettiniz.

Fuat Köprülü.

Köprülüzâde Fuad Bey’e Her ne kadar fyevr tifoid [fièvre typhoide: Kara humma]’ e tutulmamış isem de yine de ölüyordum. Fenn-i tıbbın, hususiyle Mazhar Osman’dan nâil olduğum dostluğun, insâniyetin sâyesinde kurtuldum. Bir aydır hastahanedeyim. Birkaç saatinizi Ekrem’e feda edemediniz mi? Siz hasta iken o nasıl kaç kere iadenize geldi? Vâkıâ benim bir kıymet-i muteberem yoktur, fakat ben odundan bir insan da olsam mademki bir mektepte, bir meslekte arkadaşız bana pek küçük bir merbûtiyyet olsun göstermeliydiniz. Bu genç yaşınızda böyle hod-perest ve lakayt olursanız dünyada yapayalnız kalırsınız. Sizi sevdiğim için hislerimi açıkça söyledim. Kabalık ettimse afv edersiniz, beyim.

Yahya Kemal Bey’e Arkadaşınız arasında sizi seven, pek ziyade seven Ekrem’i bir kerecik olsun gelip görmek yok muydu? Bu ne kadar kayıtsızlık, vefâsızlıktır? Hoşundu adam adama lâzım olur. Türkiye’de ahlakî ve fikrî inkılâbat-ı azîme vücûda getirmek iddiasında bulunan yeni neslin şu hodkâmlığına, şu kayıtsızlığına ne diyelim? Beğenmediğiniz bizler arkadaş uğruna can feda ederiz; sizler de bir saatlik rahatınızı veremezsiniz. Ne kadar yazık!

Hitâb ettiğim zevâta aynen okutulmasını rica ettiğim fıkraları yazmaktan maksadım kendilerini hastahaneye celb etmek değildir. Yine gelmezler ya! Şayet biri gelmeye kalkışırsa beni bulamaz. Çünkü doktorun tensîbiyle hemen her gün sokağa çıkıyorum. O sözleri öyle dokunaklı dokunaklı yazdım; zira ‘Darülfünûn ailesi’ teşkil etmek hayalinin peşinde koşanların, dünyada kendilerinden başka insan olmadığına kani bulunduklarını isbat etmek pek hoş olacaktı. Sözlerimin tesirâtını boş bir vaktinizde bendenize yazar, yahud telefonla söylerseniz memnun olurum. Sabahları ne zaman isterseniz telefona gelebilirim. Hastahanenin numerosu Beyoğlu 1832’dir.

Maaş çıkınca Mustafa bendenizi buraya gönderiniz. Mührümü vereyim de paramı alsın. Necmi Bey’in vekâlet maaşını ne yaptınız? Kendisi muavin olduğuna ve hocanın gaybûbetinde tedris edeceğine göre vekâlet maaşına esasen müstehak mıdır?

Bunu bir hatıra kabîlinden arz ediyorum. Yoksa o çocuğa bütün maaşım verilse memnun olurum.

Bâkî ihtirâmat-ı kalbiyyemi tekrar ile ellerinizi öperim, beyefendimiz.

25 Kanunievvel, sene (1)333 Salı

Reis-i muhteremimiz Halid Ziyâ Beyefendi’ye arz-ı ihtirâmat eder ve otuz senelik hukuk-ı uhuvvete riayeten hakk-ı âcizanemde ibraz buyurmakta oldukları eltâfın her zaman gibi kalben minnetdârı olduğumu arz eylerim.”

Yaşadığı sıkıntılardan dolayı onun her şeyinden haberdar olan İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Süleyman Nazif’le onu hastanede ziyaretlerinde gördüklerini yıllar sonra Son Asır Türk Şairleri’nin 4. cildinde şöyle anlatmıştır: “Bekleme odasında lâfa dalmışken şiddetle kapı açılıp helecan ve heyecan ile ‘Vay efendim’ diyerek üstümüze doğru beyaz gömlekli bir âdemin gelmekde olduğunu görünce hastalar boşanıp üstümüze saldırıyorlar zannederek fena halde ürkdüm. Nazif, gülmekden bayıldı. Gelenin, muhterem doktor olduğunu anlayınca -lâtifeten- ‘Divânelerin hem-demi divâne gerekdir’ mısraını okudum.

Bu hadiseyi cenaze naklolunurken doktora hikâye etdim.”

Darülfünûn’daki mesai arkadaşlarının alakasızlığına mukabil, vefalı İbnülemin ve Süleyman Nazif onu dar gününde ziyaret etmiş, dualarla gönlünü almıştır.

Mektuplarında hastane günleri

Oğlu Cezmi ve kızı Masume’nin ölümlerinden sonra Fatma Beraat’in kaza yapması Amerika’daki kızı Hatice Selma’nın hastalığıyla sarsılan Ali Ekrem dertlerini unutmak için alkole sığınınca hayatı iyiden iyiye kötüye gitmiş ve Şişli Lape Hastanesi’nde alkol tedavisi görmeye başlamıştır. Ali Ekrem 15 Haziran 1934 tarihini düştüğü hatıratında o günlerdeki ruh hâlini şöyle anlatmıştır: “İki mel’un hançer darbesi yemiş olan yüreğime karşıdan bir üçüncü hançer uzanıyor gibi… Allah esirgesin. Fakat yalnız Allah’ın merhametine sığınmakla kalmayacağım: Selma’yı burada tedavi ve Amerika’da da uzaktan uzağa olsun sıyânet için ne mümkünse yapacağım. Kendi hâlim, ebedi parasızlık, Celile ile geçirilecek uzun bir merak senesi, Maltepe Mektebinin ezici vazifesi, Maarif Vekaletinin omuzuma yüklettiği edebiyat lugati işi.”

O günleri Esra Sazyek’in Hece Yayınları’ndan çıkan Şaziye Berin’e Mektuplarıyla Ali Ekrem Bolayır kitabında yer alan 8 Haziran 1934 tarihli mektubunda yer alan “Pazartesi gününden beri bimarhanemizde peygule- nişîn-i istirahat bulunuyoruz. İki, üç günün içinde şuurumuzu iktisab yahut âlemin şuur dediği cinne incizab ettik!” şeklindeki sözleri ve devamındaki “Beni görmeğe gelirseniz bittabi çok memnun olurum. Fakat doktorlar yanıma bir adam takarak iki günde bir çıkmamı istiyor. Bundan dolayı dostları yalnız Cuma ve Pazar günleri kabul edebileceğim.” diyerek o günlere dair bilgiler vermiştir. O günler Metin Kayahan Özgül’ün yayına hazırladığı Kurgan Yayınları’ndan çıkan Ali Ekrem Bolayır’ın Hatıraları’nda şöyle geçmiştir: “Geçen Ağustos 933’te birkaç sahifesini yazdıktan sonra elimden bırakıverdiğim bu hatıratı bugün 15 Haziran 934’te tekrar burada, Şişli Hastanesi’nde yahut Doktor Mazhar Osman’ın mahbesinde yazmağa başladım. Şimdiye kadar yazdığım kısımları beraber getirmiştim.

Hastahaneye 4 Haziran’da geldiğim hâlde yazıya ancak on bir gün sonra başlayabiliyorum. Çünkü mükeyyifatın (alkol, sigara) buhranından iki üç gün içinde eser kalmadıysa da hiç neşem yoktu, yine de yok! Amerika’dan dördüncü defa avdet eden pek, pek sevgili kızım hayli zayıftır. Vücudu âdeta bir deri, bir kemik kalmıştır.” Şaziye Berin’e yazdığı 114. mektuptan aktaralım: “Evet, böyle hepinizi perişan edecek hâllerden sonra günlerce derin acılar duyarım. O kadar ki mümkün olsa çıkmayacağım bu şuurhaneden. Hayfa ki bu tasavvuruma bıyık altından gülüveren herkesten evvel Mazhar Osman oldu. Nasıl çıkmıyoruz? Nerede ne ile oturuyoruz? Makrıköy Hastanesi’nde benim için ayrı bir oda bulmak mümkün değil; burada da her ay bir odaya, o da lütf-i mahsus olarak yüz lira vermek lazım. Hem yalnız bu mu? Ben çıldırmak hakkını haiz değilim ki! Muttasıl kafam işlemeli. Ya böyle yahut bütün ailem bütün dostlarım bedbaht olacaklar. Şeyh Galip ne güzel söylemiştir:

‘Dâim bunu der ki elde hâme: Âfet bana i’tibar-ı âmme!’ Bakalım hele bir ay olsun burada kalayım.”

Ali Ekrem’in ihtiyaç duyduğunda hep yanında olup, onu tedavi eden Mazhar Osman, onun vefatı üzerine İstanbul Seririyatı’nın Eylül 1937 tarihli 9. sayısında yayınlanan “Ali Ekrem Bolayır” başlıklı yazıda onun evlat acısı sonrasında gördüğü tedaviye sathi olarak değinmiştir.