Atanamayan kahramanDeadpool
Deadpool’un maskesi süper güçlerin kendinden menkul şeyler değil ancak olağan dünyamız içinde dönüştürücü bir güce sahip olduğunu kanıtlıyor. Diğerleri ile aramızdaki diyalektik birlikteliği “mutlu bir sona” bağlamayı amaçlayan her kahramanca müdahale dünyanın giderek içine kapanıp, dağılmasına neden oluyor.
Hafta içi sabahın erken saatlerinde bir yerlere yetişmeye çalışan insanlara dikkat ettiniz mi? Nerdeyse aynı anatomi, malzeme ve DNA’ya sahip bir yığının arasına sıkıştığınız bu anlarda çantası açık kalmış adamın bir öğretmen, telefonunun aynasından rimeline bakan kadının bir reklamcı veya havalı takım elbisesi ile iki de bir saatine bakan kişini bir genel müdür olduğuna karar vermek oldukça güçtür.
Bu insanların aslında biri olduğunu işlerinin başına, ailelerinin yanına döndüklerinde ve kendilerini bekleyen rolleri üzerlerine geçirdiklerinde fark ederiz. Hareketli bir meydanda yürürken adeta anonim bir vücut gibi aralarından geçtiğimiz ötekilerin yüzlerini ancak onlarla etkileşime girdiğimizde görürüz. Bu anlamda yüz, ötekinin bize ve bizim ötekileri baktığımız bir etkileşim noktası olarak şekillenir. Yüz hatlarından karakter tahlili yapan ilm-i firaset ehillerinden göz altındaki mor halkaların yeise sürüklediği romantik şairlere, beyaz adam gibi görünmeyi bir onur meselesi gören aklı karışık yerlilerden hayran olduğu sanatçıya benzemek için onlarca operasyon geçiren fanatiklere hepimiz için yüzlerimiz kendimizi sunduğumuz veya sunmak istediğimiz bir benlik çalışmasının, Erving Goffman’ın deyişi ile bir “yüz çalışmasının” (face-work) ürünüdür.
- Kızaran, sararan, ağaran ve halden hale giren birçok deyimde yüz yalnızca bir karşılaşmayı göstermez; karşılaşmanın aktörün üzerinde uyandırdığı öznel etkiyi dile getirir. Öyle ki Tanrı bile kendi zatına işaret etmek için yüzü tercih eder (Onun yüzünden başka herşey yok olucudur)[i]. Neden başka bir organın değil de yüzün tercih edildiği çoğu tefsirci için sakıncalı bir soru olsa da bu dilsel bağıntı dahî yüzün etkileşim düzeyinin uzandığı sınırları görmek açısından oldukça anlamlıdır.
Kendimizle özdeşleştirdiğimiz her benlik imgesi aslında diğerleri ile ilişkimizi, bu ilişkideki hem nesnel hem de kişisel yönelimleri yansıtan bir maskedir. Toplumsal dünyada takındığımız tutumlarla ve bulunduğumuz pozisyonlarla çizdiğimiz kimlikler bizi hem saklayan hem de açığa vuran işaretleri ile dramatik bir işleve sahiptir: “Kişi yüz yolu ile ifade edilen bir benlik imgesi üstlendikten sonra artık hep o imgeye uygun yaşaması beklenir.
Kendisi için çok pahalıya mal olsa da bir yandan belli eylemleri yapmaya tövbe edip onları terk ederken bir yandan da başka eylemleri yapmaya kendini zorlayarak farklı toplumlarda farklı şekillerde öz saygısını göstermesi gerekir.”[ii] Herkesin sadece kendi olmasının başlıca ahlaki ilke kabul edildiği modern kültürde maskenin ironik ve kötücül bir şeylere işaret etmek dışında bir işlevi olmasa da kendi hayat hikâyelerimizi/mitlerimizi kurgularken hikâyelerimize aslında bir maske ile dahil oluruz: “Semantik bir bakış açısından bir mit kendi dönüştürücü ortamına geri götürüldükten sonra anlamını kazanır. Benzer şekilde dışardan bakıldığında diğer türlerin renk ve çizgileri dışında bir maske kendine atfedilen bireyselliği dönüştürür.”[iii] Olmak ve görünmek arasındaki varoluşsal uçuruma yerleşen maddi ya da simgesel her maske ilişkilerimizdeki karşıt yüzlerimizi aynı benlikte buluşturan bir ritüelin parçasıdır.
Alt ve üst-benlik arasında maske
Antropolog Marcel Mauss diğerlerinden bağımsız ve saygı talep eden bir benlik kavramının modern zamanlara kadar mümkün olmadığını ileri sürer.[iv] Söz konusu durumun evrimsel bir gelişme veya gerileme mi olduğu okurların tarih okumasına kalmışsa da diğerleri ile birlikte kazanılan yüzün izole ve kendine yeterli bir bireysellikten daha farklı renk ve çizgiler barındırdığı tahmin edilebilir. Kişilik ve bireysellik arasında bir ayrıma giden Mauss, kişiliği toplumsal ilişkilerde idealize edilmiş farklı benlik kalıplarının içselleştirilmesi olarak tanımlar.
Metin boyunca halen tedavüldeki kimi kelimenin etimolojik kökenlerinden örnekler verilirken kişilik kavramına farklı toplumlardaki maske kullanımları ile açılım kazandırılması oldukça dikkat çekicidir. Bozulmasından korktuğumuz ve biricik varlığımızın en büyük delili saydığımız kişiliğin iki yüzlü bir içeriğe sahip olduğunu düşünmek her zaman ve her yer de aynı kalmayı arzulayan modern benliğe biraz ağır gelebilir. Erdem ve günah arasında köprüler kuran maskeler çoklu kişiliklerin müşterek bir kabulünü sağlamıştır. Örneğin Hobiler için kabiledeki gizli kardeşlik bağlarını gösteren maskeler, Zunileriçin tanrıların birer emaneti olarak değerlendirilir. Popüler terapi dilinin favori kavramlarından personanın anlamını aslında Romalılar’ın ben ideali olarak gördükleri ölmüş atalarının yüz kalıplarını evlerin giriş kapılarına asmasından alması oldukça düşündürücüdür.[v] Ciddiyeti yerinden oynatan mizah ve ironi gibi maskaralıklar (Arapça, masahara yani alay edilen) tüm Avrupa dillerinde aynı şeye işaret eden bir kelimeye dönüşür (maske).[vi] Bu geleneklere bakıldığında maskenin gösterdiği şeyin tek bir kişilik olmadığı söylenebilir. Gizlilik ve açıklığın, kutsal imaj ve şeytani arzuların birbirine evrildiği bu kişilik temsillerinin bireysel bilinçlerin bölünüp en saf haline kadar ayrıştığı bir iç dünyaya işaret etmediği ortada. İç dünyanın zaten dışarısı ile dolu olduğu psiko-kozmik bir benzerlik sisteminde her türlü ulviyetin farklı suretlerde ete kemiğe bürünmesi işten bile değildir.
- Modern zamanlarda “maskeler oyunundan tek bir maskeye”, “dönüşen kişiliklerden tek bir kişiliğe geçişin” çağımızın psişik illetlerinin tek sebebi olduğunu ileri süremesek de iç dünya ve dış dünya arasındaki iletişim kopukluğunun birçok fantezi ve korkuya zemin hazırladığı söylenebilir. Kalabalıklar içinde yalnızlık, emekli olunca taşınılan sahil kasabaları veya kendimiz gibilerle iç içe değilse de üst üste yaşanan toplu hayatlar modern benliğin içini dolduran ampirik örneklerden birkaçı...
Kendimizi olmak istediğimiz kişi olmaya yöneltirken diğer isteklerimiz, istem dışı olasılıklar ve ötekinin varoluşsal bilinmezliğine ne olur? Başarılarımızın yolunda çekilenler sadece kariyerlerimizin kaldırım taşı haline mi geliyor yoksa bizi içten içe, gerçek ya da fantezi, başka bir yola mı sürükler? İkilemlerin sürekli tasallutundaki modern bireyler için popüler kültür birçok anlat nesnesi sunmaktadır. Örneğin, edebiyat ve sinemadaki ikiz kardeş veya kötü ikiz hikâyelerine dönük bir ilginin hep bulunması biraz da bu ikilemlerle ilgilidir. Yanlışlıklar Güldürüsü’nün Antifulus kardeşleri, Dr. Jeykıll’ın Bay Hyde’ı veya Golyadkin’in ötekisi alt ve üst benlikler arasındaki mücadelede normal kişiliklerin nasıl çığırından çıktığının klasik temsilleridir. Ayrıca Shining’in felaket tellalı ikizlerinden akademisyen-arabeskçi Abuzer Kadayıf’a uzanan geniş bir film repertuvarı da mevcuttur.
Öte yandan benliğin karşıt kutupları arasındaki gerilimleri üzerine bir dünya kurup, kurtaran en popüler yapımlar maskeli kahramanlardır. Bir dönemin maddi koşullarını, sınıflar arasındaki ayrım ve çatışmaları, kısacası dış dünyadaki huzursuzluğu bir maskenin dönüştürücü gücü eşliğinde estetize eden birçok filmde kahramanın buhran ve iyileşmesi ile dünyanın akibeti arasında bir karşılıklılık kurulur. İşgalci bir diktatörden halkını kurtarmaya çalışan pısırık Don Diego, Zorrohaline gelir. Yok olmuş bir gezegenin son sankini Kal-el, yeni evi dünyadaki aksaklıkları düzeltirken sade ve gözlüklü bir kişiliğe bürünür. Yetim milyoner Bruce Wayne Gotham’ı genellikle geceleri kurtarırken sıradan bir lise talebesi olan Peter Parker’ın büyük gücün büyük sorumluluk getirdiğini öğrenmek için amcasını kaybetmesi gerekir. Ekonomik, politik ve ahlaki standartların dışarda bıraktıklarından yola çıkan maskeli kahraman hikâyeleri son tahlilde sapmanın süperlik içinde çözüldüğü bir benlik kurgusuna dayanır.
Kahraman olmayan bir süper
“Maskelerin efsanevi veya doğaüstü köklerinin nesnelliği yer aldığı mitlerin toplumsal, ekonomik ve ritüelistik yapısı”[vii] ile gerçekten de bağlantılı ise popüler sinemadaki süper kahraman patlaması delik deşik olmuş bir kültürün üzerine yapıştırılan yara bantlarından başka bir şey olmayabilir. Eskiden tek bir kahramanın yeterliyken günümüzde dünyanın ancak bir süper kahraman koalisyonu (Yenilmezler veya Adalet Birliği) ile kurtarılması normal ilişkilerimizin içlerinden çıkılmaz bir karmaşıklık arz etmesinden kaynaklanıyor olabilir. Eski ideolojik kamplaşmaların, sınıfsal farkların ve jeo-politik kavgaların buharlaştığı, konar göçer bir kültürün alışıldık düzen fikrinin sınırlarını ihlal ettiği bir evrende güven ve huzurun doğa-üstü kahramanlarca sağlanabileceğine inanıyoruz belki de… Heidegger’in bizi kurtaracak Tanrı ile kast ettiğinin maskeli, zırhlı ve erotik bir kahraman olup olmadığını bilemesek de hi-fi teknolojilerinin sunduğu görüntü kalitesinin milyonlarca insan için maskeli kahraman hikâyelerine mistik bir cazibe eklediği ortada. Martin Scorsese’e göre günümüz sinemasının bir “eğlence parkı” hatta daha çok bir sirk ortamını andırmasına sebep olan bu hikâyelerde kimin vahşi hayvan kimin terbiyeci olduğu ise gizemini koruyor.
2016 yapımı Deadpool, maskeli kahramanlar arası gişe savaşlarına büyük bir heyecan getirdi. “Marvel” evrenindeki ikincil bir karakter olarak, çizgi roman meraklıları dışında, pek fazla tanınmayan Deadpool, sinema seyircisinin karşısına ilk defa X-Man Origins’de Wolverine zor anlar yaşatmasıyla çıktı. Muadillerine görece düşük bir bütçeyle (58 milyon dolar) çekilen ilk film yapımcılarına “pantolonu icat eden adamdan daha çok para kazandırması” yanında çizgi roman tutkunlarının filmin yapım sürecini daha fazla merak etmesine neden oldu. Marvel film arşivinde 11 yıl bekledikten sonra fail-i meçhul bir şekilde birkaç sahnenin paylaşılması hem filmin gizemini hem de başarısını arttırdı. Öte yandan filmin etkisinin yalnızca trol bir pazarlama stratejisinin ürünü olduğunu söylemek bu özgün kahramana haksızlık etmek olacaktır.
Popüler kültürde maskeli kahramanlar genellikle zaaflarını süper güçlerinin gerçek kaynağı yapmak ile maskelerinin ardına yıkıcı fikirler saklamak arasında kalır. Bu kahraman ve anti-kahraman ayrımında karakterlerin maskeleri çoğunlukla yaşadıkları psişik kırılmaları gizler.Batman’in çocukluk travması,Örümcek Adam’ın ergence bir hatası veya Demir Adam’ın delik kalbi ile başlayan hikâyelerde olağan yaşamları kahramanların alt benliği ile ideal benliği arasındaki bir çatışmaya sahne olur. Yalnızlık, kırılgan ilişkiler ve dünyayı kurtarmak ile diğer işlerini yürütmek arasında geçen yoğun meside öznelliklerini kaybederler. Öte yandan Deadpoolsüper ve kahraman olmak arasında ahlaki bir tercih yapmaması ile rakiplerinden ayrılır. Kötü adamları öldürmek için para alan, ordudan atılmış bir “kötü adam” olarak Wade Willson’ın bütün hayatı travmatik bir başlangıçla değil bir bataklık gülüne (Vanessa) aşık olması ile değişir. Mesai saatlerinde her bütçeye uygun mafyatik faaliyetlerde bulunan kahramanımız geri kalan tüm zamanını huzurlu evinde geçirir. Öte yandan kapısını çalan kanser bu huzurlu yaşamı sonsuza kadar erteleyecektir. Öldürmeye alışık olmasına rağmen Vanessa’nın kendi tükenişine şahitlik etmesi belki de kahramanımızın şimdiye kadar aldığı en ölümcül darbedir. Kadınının üzülmemesi için kabul ettiği deneysel bir tedavi sonucunda ise gerçek manası ile canlı bir cesede dönüşür.
Hakkında ölüm bahislerine tutuşulan bir adam olarak iddiacıları hayal kırıklığına uğratan Wade, film boyunca eski haline dönüp, sevgilisinin kollarına geri dönmek için onu bu hale getiren kötü adamların peşine düşer. Tek süper gücü olan ölememek eski askeri yeteneklerini olağan üstü derecede sivrilmesine neden olur ancak geçmişi ile arasında ironik bir mesafe koyar. Bildiği tüm dövüş teknikleri, kılıç ustalığı ve atletik becerilerinin nihai amacı onu ölümden korumakken ölememek kahramanın yerinden oynamış dünyasına mizahi bir boyut katar. Deadpool, dövüş sırasında yaptığı espriler ve popüler göndermelerle, Örümcek adamın ergence gevezeliklerini saymazsak, Hollywood’un ilk maskara kahramanı olabilir. Alt benliklerini değil fiziksel kusurunu saklamak için taktığı maskesi bir süper kahramanın büründüğü tuhaf kılıkların tamamlayıcı bir aksesuarıdır. Kostümü kötü adamlara hadlerini bildirmenin yanında kahFlashdance’ın ünlü sandalye sahnesini kah Marilyn Monroe’nın şuh bir pozunu canlandırmasına aracılık eder. Film boyunca iki de bir çıkarsa da maskesi ardında saklanan kim olduğunu herkese ilan eder. Deadpool istemeden düştüğü süper kahraman evreninde çoğu zaman bir seyirci gibi davranır. Dördüncü duvarı yıkıp hikâyesini kendi ağzından seyirciye anlatmakla kalmaz; seyirciler gibi en kritik anda havalı bir süper kahraman inişi bekler veya kötü adamlarla mücadele ederken tek yardımcılarının yedek X-menler olmasına hayıflanır.
- 2018 yılında çekilen ikinci film daha büyük bir bütçe ve popülerlikle ilk filmin gişe başarısını tekrarlar. Devam filmlerinde sık yaşanan hayal kırıklığını seyircisine tattırmayan yapımın en az ilki kadar yüksek bir seyir zevki sunduğu söylenebilir. Vanessa’yı kurtardıktan sonra eski hayatına geri dönen Wade işlerini küresel çapta büyütür. Vanessa’nın filmin hemen başında ölmesi hikâyenin bir intikam hikâyesini dönüştüğü şeklinde bir izlenim uyandırsa da olaylar izleyicinin beklediği şekilde gelişmez.
Elbette ki intikamını alan zoraki süper kahraman ruhunu kemiren bir yas durumu ile sayısız intihar girişiminde bulunur. Bu girişimlerin istediği gibi sonuçlanmaması kederini arttırsa da eski dostlarının dayatmaları ile iyi biri olmayı dener. Stajyer X-man olarak yeni bir kariyere başlayan Deadpool’un genellikle ev erkeği olarak geçirdiği kahramanlık günleri öfkeli mutant bir ergenle değişir. Mutant yeteneklerin normal insanların huzuru için bastırmanın öğretildiği bir okulu yakıp yıkan Firefist’in maruz kaldığı muamele Deadpool’u zaten üzerinde eğreti duran süper kahraman kimliğinden çıkarır. “Hakim, jüri ve cellat” olmadığı için adaleti kendi bildiği yollarla sağlamanın faturasını ağır bir şekilde öder. Okuldan hapishaneye doğru gelişen hikâye, iç güdülerini henüz bastıramayanlarla hiç bastıramayanların modern toplumda benzer bir kapatılmaya uğradığını göstermesi açısından oldukça anlamlıdır. Mahpus damlarında güçlerini kaybeden Deadpool’un Firefist’e verdiği babacan tavsiyeler ateşli ergenin X-Man aleminin tekinsiz kötü adamı Juggernaut’la bir dostluk kurmasına yarar. Bu dostluk, kahramanımıza en büyük fantezilerini gerçekleştirme fırsatı verse de toplumun geri kalanı için anarşi ve kaos yaratacaktır. Eski süper kahraman usullerini deneyen Deadpool’un el ilanları ile topladığı süperler ekibinin (X-Force) daha yolun başında dağılması onu yine bildiği şekilde davranmaya iter. “Doğru şeyleri yapmanın bazen karışık ve boktan yollardan geçmesi” ahlaki ayrımların süper değil normal insanların tercihleriyle ilişkili olduğunu gösterir. Yalnız ve öfkeli Firefist’in kurtarmak için güçlerinden vazgeçen Wade, sinema tarihinin en uzun son sözleri ile dostlarına veda etse de, sevginin gücü ve biraz da süper teknolojik bir cihaz sayesinde hayata geri döner. “2,5 metrelik krom, bir avuç cesaret, bir kaşık şans, azıcık ırkçılık ve bir el arabası 4. seviye kanserin karışımı” olan bu tuhaf aile, Hollywood klişeleri dışında, mutluluğun da kendine özgü olabileceğini gösterir.
Deadpool’un maskesi süper güçlerin kendinden menkul şeyler değil ancak olağan dünyamız içinde dönüştürücü bir güce sahip olduğunu kanıtlıyor. Diğerleri ile aramızdaki diyalektik birlikteliği “mutlu bir sona” bağlamayı amaçlayan her kahramanca müdahale dünyanın giderek içine kapanıp, dağılmasına neden oluyor. Her yerde ve her zaman kendini gerçekleştirmenin neden olduğu bir sürgünler cennetinde yaşayan süper egolarımızın bu arsız kahramandan öğrenebileceği en önemli şey “birine ait olmak.”
[i] Kuran-ı Kerim, 28/88
[ii] Erving Goffman, Etkileşim Ritüeller, çev. Adem Bölükbaşı, Ankara: Heretik Yayınları, 2019, s. 19
[iii] Claude Levi Strauss, The Way of Mask, trans. Sylvia Modleski, Seattle: University of Washington Press, 1990, s. 13
[iv] Marcel Mauss, Bir İnsan Zihni Kategorisi: Kişi Kavramı ve Ben Kavramı, Sosyoloji ve Antropoloji, çev. Doğan Özcan, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2005, s.432
[v] A.e. s. 440-444
[vi] Erdmute Heller, Arabeskler ve Tılsımlar, çev. Deniz Kırımsoy, İstanbul: İmge Yayınları, 2000, s. 181-182
[vii] Levi-Strauss, s. 14