Aldır gönül

KEMAL SAYAR
Abone Ol

Ayrı bir gezegenden buraya ışınlanmışlar sanki, iyiliğin yıldız tozu ruhlarına serpilmiş de buraya bizi elimizden tutup doğruluğa götürmeye gelmişler. Süslü kelimelerin bir yere götürmediğini görecek kadar yaşlıyım artık. Ama onlar yok mu, o iyiler, gerçek soyluları bu dünyanın... İşte onlarla karşılaştığım her seferinde ruhum ümit ve nurla doluyor, bir insan olarak dünyaya salındığıma hamd ediyorum. Onlar bir yüzyıl sonrası için, meşe ağaçlarının tohumlarını ekenler dünyaya. Kendileri göremeyecekleri bir serinliği, gelecek kuşaklara bırakanlar. Umursayanlar, aldıranlar. Yanlış gördüğünü hemen düzeltmek isteyenler, ötekinin acısına kulak kesilenler. Soylular.

Sonlu olduğumuz gerçeği aldırışı mümkün kılar. Aldırış aynı zamanda vicdanın kaynağıdır. Vicdan aldırışın çağrısıdır ve kendini aldırış olarak gösterir” diye yazar Rollo May. Vicdan, aldırış etmektir. Umursamaktır.

İçimizin derinliklerinden gelen ve bizi ahlaka çağıran o sestir. Bize “başka türlü yapamazdım” dedirten şeydir. Başka insanlara hayrı dokunan her bir kişi, varlığın karşılıklı bağımlılığına ve ortak bir insanlık fikrine inanır.

İnsanın içinde çağlayan bir sorumluluk duygusu, onu başkasına el uzatmaya ve böylece kendi fıtratına, varoluşsal özüne sadık kalmaya zorlar.

İnsan evladı on dört aylıkken birbirine yardım etmeye başlıyor, söz gelimi diğerinin uzanamadığını ona uzatıyor.

Rollo May

İki yaşında bir şeyleri paylaşmaya başlıyor ve üç yaşında ahlaki kurallara aykırı eylemleri protesto ediyor. Bunun ödülle bir ilgisi yok: Bir çalışma bize üç ve beş yaş arası çocukların yaptıkları bir iyilik için ödüllendirildiklerinde o iyiliği ikinci kez yapmakta daha isteksiz davrandığını gösteriyor.

Bu şu demek: İyiliğin içsel ödülü dışsal ödüllerden çok daha kıymetli. İnsan ahlaka ve merhamete programlanmış bir varlık. Diğerkâmlık ve vicdan, insan ruhunun vazgeçilmez harcıdır.

Vicdan içimizde bizi Allah’a çağıran sestir, hatta Allah’ın içimizde yankılanan sesidir. Bizi mazlumla birlikte saf tutmaya ve kurbanın acısını duymaya icbar eder.

Bize bahşedilmiş bir ahlakla doğuyoruz. Sonra büyüyoruz ve dünya kirleniyor. Hürriyeti kardeşliğe dost kılacak bir ihtimam ahlakına ihtiyacımız var: Ötekinin iyiliğine katkı sağlamak benim kendim için mevcut olmam anlamına gelir, ona yardım etmekle kendi içimdeki o en derin öze, ilahi nüveye sadakat göstermiş olurum.

Vicdan ahlakın kaynağıdır ve empatiden beslenir. Başka bir insanın hâlini, düşüncelerini algılamak, anlamak, yaşamak ve buna cevap vermek olarak tanımlanabilir empati. Sosyal empati başka insanlar için, kendimizden saymadığımız öteki için hissettiğimiz sorumluluğun önemini kavramaktır.

Onun hangi acısı beni onu duymaya, onun için harekete geçmeye zorluyor? Onu nasıl daha iyi anlayabilirim? Aile çevremiz ve dostlarımız dışındaki daha geniş çevredeki mağdurların ve ihtiyaç sahiplerinin hâlinden anlamak, sosyal empati olarak isimlendirilebilir.

Karmaşık sosyal durumları anlamaya çalışmayan insanların, basmakalıp düşünmeye ve ideolojik günah keçileri bulmaya meyyal olduğunu biliyoruz.

Empati iş birliği ve diğerkâmlık gibi toplumsallığı artıran davranışları besler. Sosyal empati, kötülük karşısında eyleme geçme arzusunu ve toplumsal iyilik hissini geliştirmeyi hedefler.

Bencilliği akılcılığın bir ölçüsü olarak gören anlayışın aksine, bütün insanlığın refahının her bir insan tekinin mutluluk ve refahından geçtiğini öngörür.

Bir Afrika sözü şöyle diyor: “Bir insan başka bir insan aracılığıyla insanlaşır.” Şöyle anlıyorum: Duyarak, hissederek, anlayarak, onun acısını üstlenmeye talip olarak.

Dünyaya kendi hayat tecrübelerimizin ve değerlerimizin merceğinden bakıyoruz. Bakış açımızı genişletebilmek için çok basit bir alıştırma: Gözünüzü yumun ve bir anlığına “öteki” olun. Şimdi ne istiyorum? Neden korkuyorum? İçimi ne acıtıyor? Azıcık anlamak bile dünyayı güzelleştirir.

Önce hisset, sonra hissettiğini anla, nihayet hissedip anladığın için eyleme geç. Bir sızıyı dindirmek için önce onu hissetmek gerek. “Ârifin her bir sözünü duymaya insân gerek / Bu cihânda sanmanız hayvân olan anlar bizi” diyor Niyazi-i Mısri.

Duymak için insan olmak gerek. Ruhu vatanına geri getirmek gerek: Karşımdaki insana ne yapması gerektiğini söylemek yerine, onu anlamak için doğru soruları sorduğumda onun ruhuna yakınlaşabilirim. Onu böylece bir bütün olarak görür ve benim istediğim gibi değil, kendisi olabilmesi için zaman ve zemin sağlarım.

Kökten kabulleniş: Acı kaçınılmaz, ıstırap bize bağlı. Acıyı kabulleniş ıstırabı azaltır. Kabulleniş değişmeyecek olanın ne olduğunu bilmektir. Kabulleniş onaylamak değildir.

Zihnin, istek ve iradenin kaptanlığında yepyeni bir yolculuğa çıkmasıdır. Acısız bir hayat anlamsız bir hayattır, zaten ondan kaçamıyoruz. Ama bazen acıyla benliğimizin bilmediğimiz taraflarını fark ederiz.

Paramparça olsak da sonunda yeni anlamlar ve kimlikler zuhur eder, önümüze yeni imkân ve ufuklar açılır. Neyin gerçekte anlamlı olduğunu öğreniriz. Başkasının acısına dikkat kesilmekle de insanlığımızın eksik bir parçası tamamlanmış olur.

Bir insanı eline iğne batırılırken gösteren bir resim, bağlamı dikkate almazsanız sizde acı hissi uyandırır. Ama bu resimde size, ağrıyı dindirecek akupunktur teknikleri uygulandığı söylenirse, resmi daha olumlu bir bağlama oturtursunuz.

Her birimiz içinde bulunduğumuz şartların mahsulüyüz. İnsana bakarken o şartları da görebilmemiz gerekir.

Bilinen bir deneyde acıya uğrama ihtimali olan deneklerin birbirine daha çok yaklaştığı, birbiriyle konuşarak rahatlamaya çalıştığı gösterilmiş. Istırap bizi birbirimize yaklaştırır. Onu tek başına göğüslemek zordur ve bizi yankılayacak bir yüz ararız. Istırap bir sosyal tutkaldır.

Beyin görüntüleme sistemleriyle ilgili çalışmalar erdemli davranışın bilinç dışı sistemlerce idare edildiğini gösteriyor. Bizi hayatta tutan sistemler aynı zamanda bizi erdeme de yöneltiyor.

Empatik eylem fizyolojimize gömülmüş açığa çıkmayı bekliyor. Ancak yardım davranışlarına biyolojik açıdan eğilimli olmamız, ahlaki eylemleri mutlaka yapacağımızı garantilemiyor.

İyi şeyler düşünebilir, ancak o niyetle hareket etmeyebiliriz. Sosyal değerlerin de yardım davranışlarımızı desteklemesini bekleriz. Merhametli toplum, merhametli eylemleri çoğaltır.

Empati melekemiz; yakınlık, benzerlik ve aşinalık üzerine temelleniyor. Yakın, benzer ve aşina olana daha kolay empati gösteriyoruz. O hâlde toplumsal empatinin meselesi, uzak ve farklı olan arasında köprüler kurmak, birbirini tanımayanlar arasında bir aşinalık yaratmaktır.

Tanıklık politikası: ihmal edilmiş, sessizleştirilmiş kimselerin hikâyelerini dinlemek ve böylece onların ses ve kürsülerini bulmalarını sağlamak.

Dünya kendi kapalı zihinlerimizden, hatıra ve kanaatlerimizden çok daha büyük. Herkesin kendi gerçekliği var. Kendi değerlerimizin kıymetini bilirken, başka insanların düşüncelerine de saygı duyabiliriz. Ruhuna dokunduğunuz hiç kimse, size ebedî bir düşman olamaz.

Çok mu zor? Ancak hoşgörüsüz insanlar yıkıcı duygularını yansıtacak bir düşmana ihtiyaç duyar. Açık zihinli olmak, kendimizi başkalarında görebilme yeteneği kadar, başkalarını kendi hâlleri içinde görebilmeyi de gerektirir.

İnsanlığın tarihi, sadece zalimliğin değil ama aynı zamanda merhamet, fedakârlık, cesaret ve nezaketin tarihidir. Kötülüğe karşı kendi küçük zaferlerimiz birbirine eklenir ve dünya değişir.

Vicdanımızla sezdiklerimizi din tarif eder” der,İbn Arabi. Maneviyat bizi içinde yaşadığımız dünyanın acı ve iniltilerine açar, bizi başkasının acısını hissetme konusunda daha duyarlı kılar.

Manevi olanda şefkate bir çağrı vardır, hayatın bilinmeyen sırlarına kendimizi açma çağrısı, aklın prangalarından kurtularak görünmeyenin aşikâr kanıtlarını sevme çağrısı.

Yürekten hissettiğimiz bir şeye coşkuyla katılırız. Rüzgâra ve dalgalara karşı yürüyecek tutkuyu içimizde uyandıran bir çağrı. Biz ona kendimizi açmadıkça ve bize dokunmasına izin vermedikçe, neden vaatlerini önümüze sersin ki hayat.

Merhamet ve mesuliyetin diğer kutbu ahlaki kayıtsızlıktır: Ötekinin ıstırabını görmezden gelmeyi mümkün kılan bilinçli cehalet, ihtimam yokluğu ve inkâr hâli. Kalbin ölümü.

Ahlaki kayıtsızlık başkasının iniltisini duymamak için kulaklarımızı tıkadığımız ve ortalıkta dönen büyük yalana hiç itiraz etmediğimiz gün başlar.

Her susku o yalanı büyütür ve başımızı çevirdiğimizde ötekinin acısını görmemek bizi bir sarhoşluğa hapseder. Kalp işitilmez olur. Hâlbuki kalp bağırıp çağırmaz, sadece fısıldar. Duymak için yakınlaşmalısın.

Başka gönüllere misafir olabildiğimiz kadar, kendi ruhumuzda evimizdeyiz. O hâlde aldır gönül ki sen ancak aldırdığın kadar varsın.