Afrika’da hayatın matematiğini öğrendim

KÜBRA KURUALİ YAŞAR
Abone Ol

Afrika ülkemizde açlık ve yoksulluk üzerinden, Batı’da ise daha çok tabii kaynakları ve verimli topraklarıyla gündem oluyor. Fakat bunların dışında da bir Afrika var. Bir süredir kıta için geleneksel yardımlarla birlikte sürdürülebilir çalışmalar da yapan Umut Sarıkaya ile İnsan İzi Derneği’nin faaliyetlerini konuşmak üzere buluştuk. Süt keçisinden meyve bahçelerine, kendi kendine yetebilen köylerden sinema etkinliklerine, Afrika için neler yaptıklarını anlatırken sohbetimiz onlardan neler öğrendiğine de geldi. Köklü bir tarihe, kültüre ve kadim öğretilere sahip bu coğrafyanın tüm renklerine şahit olmak istiyorsanız muhabbete buyurun.

Dünyanın birçok coğrafyasında insani yardım yapıyorsunuz. Fakat Afrika’yla daha yakından ilgilisiniz. Bunun özel bir nedeni var mı?

İnsan İzi olarak Afrika üzerine yoğunlaşma sebebimiz kıtanın kendi kendine yetebileceği düşüncesinden besleniyor. Bizler sürekli sömürü, açlık veya savaşlarla gündeme gelen bu kıtanın aslında birçok zenginliği ve renkliliği barındırdığına sahada şahit oluyoruz. Dünya pazarında aklınıza gelebilecek en pahalı ürünler Afrika’da var: petrol, pırlanta, baharat... Ne yazık ki uzun yıllar sömürülen bu toprakların hâlâ kendi kendine yetebilecek durumda olmasına müsaade edilmiyor. Birçok konuda desteğe ihtiyaçları olduğu kesin. Geleneksel insani yardım çalışmalarının dışında onların önünü açacak projelerle Afrika’da var olmalıyız.

Fakat ülkemizde insani yardım denilince aklımıza ilk gelen gıda kolisi dağıtmak, su kuyusu açmak, kurban kesmek oluyor. Bakış açımızı nasıl değiştireceğiz?

İyilik sadece gıda kolisi vermek, su kuyusu açmak değil. Bunu halkımıza anlatmamız gerekiyor.

Yurt dışındaki dernekler genelde daha spesifik konularda nokta atışı yardımlar yapıyor. Mesela albino çocuklar için çalışıyor. Bizdeki sorun, dernek kurduğumuzda her şeyi yapmak zorunda bırakılmamız. Bu, bazen orada gördüğümüz şeylerden etkilendiğimiz için bir şeyler yapmalıyız refleksiyle bazen de belirlediğimiz yardım alanının bağışçıların dikkatini çekmemesiyle olabiliyor. Mesela, Müzik Okulu yapacağım diye destek istiyorsunuz size ısrarla su kuyusu açmak için bağış yapıyorlar. İyilik sadece gıda kolisi vermek, su kuyusu açmak değil. Bunu halkımıza anlatmamız gerekiyor. Bu da zamanla olacak. Türkiye’deki STK’lar olarak geleneksel insani yardımların dışında da Afrika’yı kendi renkleriyle gündem yapabilmeliyiz. Gidilen yerlerin dilini, kültürünü, dokusunu bozmadan orada var olmalıyız. Öncesinde de bir bağ olmakla birlikte son on yıldır hem devlet hem de sivil toplum kuruluşlarıyla kıtada daha aktif çalışıyor daha sürdürülebilir faaliyetlerde bulunuyoruz. Bunda sosyal medyanın da büyük payı var. Eskiden bilmediğimiz bir Afrika vardı, şimdi daha görünür daha gerçek bir Afrika ile karşı karşıyayız.

Afrika’nın geleceğini sürdürülebilir projeler belirleyecek

Gerçek Afrika için neler yapılabilir? Zanaat tarzı işlerde çok yetenekliler. Bu alanda biz onlardan destek alabiliriz. Onlar için kodlama, yazılım mühendisi, ilaç sanayi, tıbbi cihazlar gibi farklı alanlarda eğitimler verebiliriz. Yapacağımız çalışmaları uluslararası anlamda güçlü kılmak için oradaki öğrencileri iyi yetiştirmemiz gerekiyor. Bu konuda da son yıllarda güzel adımlar atıldı. Ülkemizde özellikle Karabük ve Sakarya Üniversitelerinde çok sayıda Afrikalı öğrenci var. Bunun da karşılığını göreceğimizi düşünüyorum. Afrika’nın farklı ülkelerinden en az 500 öğrenci yetiştirsek on sene sonra o ülkelerin kendi içlerindeki dinamizmin değiştiğini göreceğiz.

Attığımız bu adımlar, bizim çocuklarımızın, torunlarımızın Afrika’ya insani yardım götürmeyeceği; onlarla farklı alanlarda birlikte iş tutabileceği günlerin yakın olduğunu gösteriyor.

2030, 2040 raporlarına baktığımızda dünya genç nüfusunda Afrika birinci sırada olacak. Sadece bu rapora göre bile yardımları doğru bir yere kanalize etmenin ne kadar önemli olduğu anlaşılıyor. Kıta eğitimli gençleriyle katma değerini yükseltecek. Ve Afrika’nın gelecekteki yerini sürdürebilir projeler belirleyecek. Türkiye’de çok sayıda öğrenci yetişiyor ve biz de partnerlerimizi onlardan seçiyoruz. Hem kültürümüzü biliyor hem de oraya ne yapmak istediğimizi anlayabiliyorlar. Onları sömürmeyeceğimizin, o coğrafyada iyilik için bulunduğumuzun farkındalar. Kıtayla aramızda sağlam bir köprü oluyorlar.

Yapacağımız çalışmaları uluslararası anlamda güçlü kılmak için oradaki öğrencileri iyi yetiştirmemiz gerekiyor.

Tabii ki kıtada açlık ve yoksulluğun gündemden düşmediği yerler var. O bölgeler için akla ilk gelenin geleneksel yardım olması da doğal. Biz çalışmalarımızı “geleneksel” ve “yenilikçi” insani yardım olarak ikiye ayırıyoruz. Afrika Film Festivali, Afrika Müzik Okulu, Afrika Teknoloji Üssü, Belki Köye Bir Film Gelir, Süt Keçisi ve Meyve Fidanı gibi projelerimiz yenilikçi insani yardım başlığı altında toplanıyor. Sürdürülebilir tarım ve hayvancılık konusunda çalışmalar yapıyoruz. 2023 yılında başlamayı düşündüğümüz bir projeyle de “kendi kendine yetebilen köyler” oluşturmak istiyoruz.

Bunu nasıl yapacaksınız?

Gönüllülerimiz arasında ziraat mühendislerimiz var. Somali’nin, Burkina Faso’nun, Benin’in topraklarında ne yetişir; bunların analizini gerçekleştirip o topraklarda satın alacağımız büyük tarlaları belirlediğimiz ailelere zimmetleyeceğiz. Şu anda köylerde kurduğumuz meyve bahçeleriyle bunu yapmaya başladık. Mango, avokado gibi meyve fidanlarını arazinin büyüklüğüne göre üç-beş aileye zimmetliyor ve bu meyve fidanlarıyla birlikte oradaki ailelerin gelirlerine katkı sağlamış oluyoruz. Arazinin koşulları elverdiği sürece fidan dikmek önemli. Su kuyularının yanlarına da fidan dikmeye başladık. Bu küçük adımlar ileride konuşacağımız başka bir Afrika’nın yeşermesine yardımcı olacak. Mars’ta bile bitki yetişir mi diye konuşulan bir çağda neden Afrika’yı yeşertemeyelim.

Mars’ta bile bitki yetişir mi diye konuşulan bir çağda neden Afrika’yı yeşertemeyelim.

Ayrıca “Süt Keçisi” projesiyle ailelere hediye ettiğimiz keçilerle onları hayvancılığa hazırlıyoruz. Bin kişinin yaşayacağı şekilde planladığımız “Kendi kendine yetebilen köyler”de tarım ve hayvancılık yapılırken çocuklar için eğitim alacakları okullar da inşa edeceğiz. Mali’de 700 yıldır ayakta duran Cenne Camii’ni bilirsiniz. Bu geleneksel örnekten yola çıkarak köylere yapacağımız binaları o bölgenin dokusunu bozmadan inşa etmek istiyoruz. Bu konuda mimarlarla ilk görüşmelerimizi tamamladık.

Elektriksiz köylere sinema

Tek bir Afrika yok ve siz de Afrika’nın farklı bölgelerine gidiyorsunuz. Çocuklar için park kurmak ya da sinema gösterimi düzenlemek gibi faaliyetleriniz de var. Afrika için yaptığınız ve yapacağınız kültürel faaliyetlerden bahseder misiniz?

Afrika’nın dönüşümüne katkı sağlayacak çalışmaların başında derneğimizin omurgasını oluşturan İnsan İzi Sanat’ın etkinlikleri yer alıyor. Afrika Çocuk Şenlikleri projemizde köylerden ve yetimhanelerden çocuklarla bir lunaparkta toplanıyor ve hep birlikte müzik eşliğinde eğleniyoruz. Patlamış mısır, elma şekeri, pamuk şeker, kıyafet, kırtasiye ve eğitim materyalleri dağıtıyoruz.

Sezen Aksu’nun şarkısından ilhamla bir süredir “Belki Köye Bir Film Gelir” projesini gerçekleştiriyoruz.

  • Afrika’da elektriğin olmadığı bölgelerde jeneratörler ve elektrikli projektörlerle sinemayı tanımayan çocukları çizgi filmle buluşturuyor, oradaki manzaraları, bölge halkının tepkilerini ve beklentilerini ölçüyoruz.

Afrika Çocuk Şenlikleri projemizde köylerden ve yetimhanelerden çocuklarla bir lunaparkta toplanıyor ve hep birlikte müzik eşliğinde eğleniyoruz.

Buradan yola çıkarak 2023- 2024 itibariyle hayata geçirmeyi düşündüğümüz Afrika Film Festivali’ne de hazırlanıyoruz. Bu zor bir proje. Her yıl bir ülkede olmak üzere on senelik bir program planlıyoruz. Festival; sinemayı hiç görmemiş insanlarla buluşturmanın yanında, misafir yönetmen ve senaristlerle workshopların düzenleneceği, eğitim programlarıyla sinemanın mutfağının öğrenilebileceği şekilde planlanıyor. Öğrencilerle bir araya gelmek, yönetmenleri onlarla buluşturmak, üniversitelerinde var olan sinema bölümlerini geliştirerek ya da olmayan yerlerde yeni bölümler açılmasına destek olarak çok güzel sonuçlar doğurabiliriz. Afrika Film Festivali ile sinema sektörünün bu coğrafyaya ait ön kabulleri yıkılsın ve kendi hikâyelerini anlatabilen sinemacılar yetişsin istiyoruz

Üzerinde çalıştığımız bir diğer proje de Afrika Müzik Okulu… Sinemayla benzer şekilde ilerleyeceğiz. Bildiğiniz gibi onların hayata tutunduğu en önemli dallardan biri müzik.

Tüm imkânsızlıklara rağmen, bir bidonun içine üç-beş çakıl taşı koyarak müzik yapabilen Afrikalı çocuklar, gençler bu ritimleri akademik düzeye taşıyıp uluslararası pazara ortak olabilsinler.

Afrikalılardan dünyaya fazla bağlanmamayı öğrendim

Afrika insanının hayata bakışında, yaşam tarzında sizi en çok ne etkiledi? Onlardan ne öğrendiniz?

Afrikalılardan öğrendiğim, şifa bulduğum ilk şey bu dünyaya fazla bağlanmamak oldu.

Aslında bu sorunun cevabı derneğimizin kuruluş amacıdır. O coğrafyaya bizi bağlayan şeyler, burada, bizim dünyamızda bulamadığımız şeylerde saklı. Biz orada şifa buluyoruz, hayatımız güzelleşiyor. Günümüzde bize dayatılan bir sistem var: mezun olup iyi bir iş bulacaksın, evini arabanı alacaksın, askerliğini yapacaksın, akademideysen unvanlarını tamamlayacaksın, evleneceksin, çocukların olacak, yılda birkaç kez tatile gideceksin vs… Sistem her zaman bizim bir maddeye bağlı olarak mutlu olacağımızı söylüyor. Ama neye sahip olursak olalım içimize yeni bir arzu, heves de doğuruyor. Tüm bunlarla uğraşırken hayatın gerçek değerlerini maalesef ki ıskalıyoruz. Her geçen gün kaygılarımız büyüyor, geleceğe dair ümitlerimiz azalıyor. Olmak istediğimiz kişiyi, yaşamak istediğimiz şeyleri sosyal medya profillerimizde var etmeye çalışıyoruz. Uzatmayalım, hani yürümediğimiz yolların pişmanlığı hep daha fazladır derler ya işte Afrika’da bu yok. Bize gösterilen hayatın dışında da mutlu olunabiliyormuş ve “almak zorunda hissettiğimiz” eşyaların pek çoğuna aslında gerçekten ihtiyacımız yokmuş. İşte benim Afrikalılardan öğrendiğim, şifa bulduğum ilk şey bu dünyaya fazla bağlanmamak oldu. Kimseye kendimi ispat etmek zorunda olmadığımı fark ettim. Oradaki insanların sadeliği, doğallığı, samimiyeti, teslimiyeti beni çok sarstı. İnsanların çoğu orada ortalama 15-20 metrekare bir evde yaşayıp 3-5 arkadaşıyla hayatını geçiriyor. Ve istediğim şeye istediğim anda sahip olabilecek benden daha mutlu, daha huzurlular. Ve daha güzel daha sahici daha güçlü gülebiliyorlar. Bunu nasıl başardıkları üzerine çok düşündüm. Birçok takıntımdan, önceliğimden vazgeçtim. İçinde bulunduğum anı gerçekten yaşamayı onlardan öğrendim. İnsanın ancak bir başkasının hayatına konuk olduğunda, ona dokunduğunda, onunla vakit geçirdiğinde iyi olabileceğini gördüm. Bizi kaygılarımız esir almış, fıtratımız gereği bunlara kapılıp gidiyoruz. Ben de bu dayatmalardan elimden geldiğince uzaklaşmaya, geleceğe dair kaygılarımı azaltmaya çalışıyorum.

Umut Sarıkaya, Fotoğraf: Sedat Özkömeç.

Afrika’da “Hakuna Matata” diye bir deyim var. Üzülme, sorun yok, problem yok demek. Bu aynı zamanda içinde teslimiyet de barındıran bir ifade. Hz. Mevlana’nın sözü gibi: “Farklı bir şey dene ve teslim ol!” Teslim olmadığımız sürece yetişmek istediğimiz yere yetişemeyeceğiz. İnançlı insanlarız. Hayatın bize sundukları bazen çok güzel bazen çok acı olabiliyor. Sana ait olanın iman ederek teslim olduğunda sana bir şekilde geleceğini, hayatın böyle basit bir matematiğinin olduğunu Afrika’da gördüm.

Başka ülkelerde eğitim gören, yaşayan Afrikalıların hayata bakış açısı değişiyor mu?

İnsanın eşyayla arasında bir çizgi var. Ya sen ona esir olacaksın ya da ihtiyacın olduğunda kullanacaksın. Çad’da Muaz adında doktor bir dostumuz var. Kendisi Türkiye’de eğitim gördü, kalp cerrahıdır. Geçenlerde bir yere gidecektik, otele yarım saat geç geldi. Yolda telefonunu düşürmüş. Tuşsuz eski bir telefon bulup hattını ona takmış. E-postaların, sosyal medya hesapların ne olacak diye sorduğumda “onlara ihtiyacı olmadığını” söyledi. Bazen meslek gereği bazen kafa dağıtmak için sosyal medyayı kullanıyoruz. Orası bizi her geçen gün daha tahammülsüz yapıyor.

Afrika’da elektriğin olmadığı bölgelerde jeneratörler ve elektrikli projektörlerle sinemayı tanımayan çocukları çizgi filmle buluşturuyor, oradaki manzaraları, bölge halkının tepkilerini ve beklentilerini ölçüyoruz.

Zanzibar’a, Çad’a ya da kıtanın herhangi başka bir yerine gittiğinizde ezan okununca işi gücü bırakıp namaz kıldıklarını görürsünüz. O teslimiyet çizgisini bana göre çok güzel çizmişler.

Ben aynı zamanda reklamcıyım. Eskiden yaptığımız 15 saniyelik reklamlar şimdi 6-7 saniyeye düştü. Hayatımızdaki hızı ve tahammülsüzlüğü düşünün. Farkındaysanız bu aralar sosyal medya detoksları da başladı. Aslında Afrikalıların hayatı birçok konuda bu doğal detokslarla dolu. Başka ülkeleri görmüş, orada eğitim almış, yaşamış birçok genç de bu doğallığa o kadar alışmış ki hayatına yeni eklenen şeylerin esiri olmadan yaşayabiliyor. Onların da elbette hayalleri var ama bizim gibi bir dünya endişeleri yok. Bizim kadar paraya, tatile ihtiyaçları yok. Zanzibar’a, Çad’a ya da kıtanın herhangi başka bir yerine gittiğinizde ezan okununca işi gücü bırakıp namaz kıldıklarını görürsünüz. O teslimiyet çizgisini bana göre çok güzel çizmişler. Tabii bununla beraber disiplin ve iş bitirme konusunda bazı sorunlar da yaşanabiliyor. Onlarla iş yaparken bazen yetişmesi gereken bir şey bitmediğinde “Hakuna Matata” deyip geçebiliyorlar. Ve o işin bitmemesinden rahatsızlık duymuyorlar. Nasıl Almanlar bizim iş tutuş şeklimizi eleştiriyorsa bu konularda biz de Afrikalıları yadırgayabiliyoruz.

Ülkemizde Afrika hep açlık, yoksulluk üzerinden konuşuluyor. Batı’da ise daha çok tabii kaynakları ve verimli toprakları üzerinden sömürülüyor. Fakat bunların dışında Afrika insanlığın doğduğu bir coğrafya, çok köklü bir tarihe ve kültüre sahip… Yani müziğiyle, kültürüyle, kadim öğretileriyle bize anlatabileceğiniz başka bir Afrika var mı?

Afrika’yı sadece savaş, sömürü veya açlık üzerinden konuşmak Afrika’ya yapacağımız en büyük haksızlık olur. Afrika’nın hikâyesini sadece sömürüyle eşleştirenler sömürüden ve köle tüccarlarından kaçan birçok insanı görmezden geliyor. Benin’de bulunan Ganvie kasabası Afrika’nın Venedik’i olarak bilinir. Köle tüccarlarından kaçan insanlar kendi kültürlerini korumak için gölün üzerinde yaşamaya başlar. Evleri, manavları, bakkalları, hastaneleri her şeyleri bu gölün üzerindedir. Kendilerine onurlu bir yaşam kurmuşlar. Tabii kaçmak her zaman o kadar kolay olmamış. Sömürüden kaçanlara verebileceğimiz bir diğer örnek, tüccarlara kötü görünmek için dudaklarını kesen Mursi kabilesidir. Bildiğiniz gibi Afrikalıları köleleştirmeden önce belli başlı ritüellerle bir buçuk iki ay kadar sınamış, tüm işkencelere dayananları seçmişler. Bu aşamalarda milyonlarca Afrikalı ölmüş, kalanların bir kısmı da gemilerde hayatını kaybetmiş ve cansız bedenleri okyanusa atılmış. İşte bu düzene karşı direnen, bunu reddeden kabilelerin varlığı hiçbir zaman unutulmamalı.

Afrika’yı sadece savaş, sömürü veya açlık üzerinden konuşmak Afrika’ya yapacağımız en büyük haksızlık olur.

Bizim gönüllülerimiz arasında çok sayıda Afrikalı öğrenci var. Onlarla iletişim hâlindeyiz ve yapmak istediğimiz projeleri birlikte şekillendiriyoruz. Bu renklilik bizim için değerli. Yeni kültür sanat döneminde Afrika dersleri yapacağımız bir etkinlik için hazırlanıyoruz. Birçok dernek de kendi alanında halis niyetlerle iyi işler yapıyor. Tüm bu çabaların güzelliklere vesile olacağına inanıyorum.