100 Türk Büyüğü
Turgut Cansever
Şantiye Medeniyetinin Karşısında
Mimari açıdan yağmalanmış bir İstanbul’da Turgut Cansever için portre yazısı yazmak bir kefaret olsa gerek. Kazılıp kapatılıp sonra yeniden kazılan, dört mevsimde kaç kez tadilattan geçtiğini unuttuğum bir Üsküdar caddesinden geçerek oturdum masaya.
Cansever 2009’da vefat etti ama ondan sonra iş makineleri hep daha hızlı, hep daha yırtıcı çalışmaya devam etti. Oysa her şey sükûnet içinde başlamıştı, Ankara’da ve Bursa’da büyümüştü Cansever. Bursa’nın orta yerinde onlarca katlı binaların olmadığı, uzaktan bakıldığında Saraybosna ile Bursa’yı karıştırmanın mümkün olduğu o eski zamanlarda, şehir hâlâ bir Osmanlı şehri hüviyetini koruyorken.
Mimari düşüncesinin oluşmasında payı büyüktü Bursa’nın. Sonrası Galatasaray Lisesi ve İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi. Onun hayatında, babası Hasan Ferit Cansever’in önemi büyük, ilk tanıştığı isimler babasının meclisinden: Ahmet Hamdi Tanpınar’la, Ahmet Avni Konuk’la, Elmalılı Hamdi Yazır’la karşılaşması çocukluğuna denk düşüyor.
Bahtiyar bir devam filmi âdeta: Danışmanlıklar, öğretim üyelikleri, mimari tasarımlar ve ödüller. 1950 sonrası Türkiye’sinin en önemli mimarlarından biri. Türk Tarih Kurumu binası, Ertegün Evi ve Demir Tatil Köyü projeleriyle Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü üç eseriyle kazanan tek mimar.
1958-1961 yılları arasında gerçekleştirdiği Beyazıt Meydanı Yayalaştırma ve Düzenleme Projesi’ni yıllar içinde bir bir söktüler yerinden, 2000 sonrası Beyazıt Meydanı onun meydanı değil artık.
Evet, bu yazı sitemle başladı sitemle bitecek: Mimari açıdan yağmalanmış bir İstanbul’da, Cansever’den kalan birkaç inceliğin izi dışında ona değecek bir anlam yok çünkü.
Yaşadığında sözlerine tıkanan kulakların sahipleri, vefat yıl dönümlerinde itinayla “İslam mimarisinin öncü ismi” olarak anıyor onu çünkü. Çünkü şantiye medeniyetinin karşısında bir Turgut Cansever geçti bu ülkeden, mimar, Müslüman ve mütevekkil.