Tunus Notları 1: İsmiyle müsemma başkent Tunis

BURAK ÇETİK
Abone Ol

Tunus’a dair ilgim, çoğu insan gibi 2010 yılında başladı. Muhammed Buazizi isminde bir seyyar satıcının yapılan haksızlıklara karşı kendisini ateşe vererek isyan etmesi sonucu ilk önce Tunus’ta sonra tüm Arap coğrafyasında gösteriler başladı. Devletlerin bu protestolara sert bir şekilde müdahale etmesi birçok ölümle sonuçlandı. Tarihler 14 Ocak 2011’i gösterdiğinde 23 yıldır Tunus’u yöneten Zeynel Abidin Bin Ali’nin başkanlığı bırakıp kaçmasıyla Arap baharı ilk meyvesini verdi. O süreçte burada olanları çocuk aklımla anlamaya çalışıyordum. Okumalar yaptıkça Tunus’un sadece devrimle değil yaseminlerin ülkesi olarak anılması gerektiğini fark ettim. Fırsatını bulduğum ilk anda bu güzel ülkeye gitmeye niyet ettim.

Nasip oldu 2024’ün yaz sonunda Tunus’a gittim. Başkent Tunis’e indiğim andan itibaren etrafımı şaşkınlıkla izlediğimi söylemeliyim.

Kuzey Afrika’da bulunan diğer Arap ülkelerine nazaran sistemi oturmuş bir ülkeyle karşı karşıyaydım.

Habib Burgiba Bulvarı

Havalimanından çıktığımda kimse koluma yapışıp çantamı çekiştirip beni taksisine almaya çalışmadı mesela. Fas ve Mısır’da bu durumları yaşamıştık. Taksiye yönelip otelimin adresini verdiğimde taksimetreyi çalıştırması ve beni gece tarifesi hakkında bilgilendirmesi de sistemin oturduğunu gösteriyordu. Tunus’ta taksiler çok ucuz ve araçlarda taksimetre olduğu için kimseyle pazarlık etmek durumunda kalmıyorsunuz. Bu ülkeyi gezerken güzel bir avantaj oldu bizim için.

Taksici Türkiye’den geldiğimi öğrenince hemen ilgilenmeye başladı ve tarihte Tunus’u Türklerin yönettiğini söyledi. Arapçaya dair biraz sohbet ettik. Arabaya سيارة değil de كهرباء diyorlarmış. Elektrikle çalıştığı için bu kelimeyi tercih etmişler. Birkaç kelime üzerine daha konuştuktan sonra nihayet otele varmıştık. Biraz dinlenip sabah iyice gezmek istiyordum. Sabah ilk iş olarak kahvaltı yaptım.

  • Tunus’ta genel olarak bir yemek kültüründen bahsetmek zor. Fransız sömürgesi oldukları için yaşam tarzlarında bunun etkisini görmek mümkün. Mesela kahvaltıları kek, kruvasan, reçel, yumurta ve kahveden oluşuyor.

Aziz Vicent Paul Katedrali

Kahvaltının ardından sabah sekizde şehri gezmeye başladım. Hayat yeni başlıyordu ve herkes kahvecilerde kahvaltı yapıyordu.

İlk durağım şehrin meşhur caddesi Habib Burgiba Bulvarı’ydı. Fransa’daki Şanzelize Caddesi örnek alınarak yapılan cadde sağlı sollu lokanta ve kahvelerden oluşuyor. Bu kısım şehrin modern yüzünü temsil ediyor. Tunus’ta modern devrimleri yapan kurucu lider Habib Burgiba’nın ve İbn Haldun’un heykelleri bulunuyor cadde üstünde. İbn Haldun heykelinin hemen yanında 1897 yılında yaptırılan Aziz Vicent Paul Katedrali yapısı gereği tabiri caizse ben buradayım diyor; yaklaşık 20.000 Hristiyan’ın yaşadığı Tunus’ta önemli bir simge olarak görülüyor. İyi bir şekilde korunuyor ve ziyarete kapalı tutuluyor. Bulvarın bir kısmı 14 Ocak Meydanı’na çıkarken diğer kısmı Babü’l-Bahr’a yani Medina denilen eski kısmın giriş kapısına çıkıyor. Ben de meydana doğru yürümeye başlıyorum.

14 Ocak Meydanı

Arap baharının simgeleşen iki meydanı vardı. Mısır’da Tahrir Meydanı devrimin merkezi sayılırken Tunus’ta ise 14 Ocak Meydanı bu misyonu taşıyordu. Devrimden sonra 14 Ocak ismini alan meydanın ortasında bir saat kulesi bulunuyor. Hemen yan tarafta ise Habib Burgiba’nın heykeli bulunuyor.

Çok değil 13 yıl önce Tunus halkının hükümeti devirmek için gösteriler yaptığı meydanın bir kenarına geçip insanları seyretmeye başladım. Kimileri evlerine yetişmeye çalışıyor kimileri ailesiyle vakit geçiriyor. Hayat gerçekten unutulmak üzerine kurulu. Tahrir Meydanı’nda da benzer hislere kapılmıştım. Meydandan sonra şehrin en keyifli yerine doğru yani Medina’ya yürümeye başladım.

  • Bulvarın sonunda bulunan Babü’l-Bahr bugünkü haline Fransızlar tarafından getirildiği için Fransız Kapısı (Porte De France - The gate of France) olarak da anılıyor. Babü’l-Bahr olarak anılmasının sebebi ise eski şehrin bu kapısının Tunis gölüne açılıyor olması.

Babü’l-Bahr

Eskiden surlarla çevrili olan yapı günümüzde sadece kapıdan ibaret. Hatta üzerinde kitabesi olmasa ve tarihini bilmiyor olsak süs olarak yapıldığını bile düşünebiliriz. Çünkü kapının sağından ve solundan da eski şehre girilebiliyor artık.


Kapıdan geçtikten sonra bizi bir meydan karşıladı. Meydandaki su havuzlarının etrafında Hint inciri ve patates satan seyyar satıcıları görünce hemen Hint inciri tezgâhına yöneldim. Otoyollarda giderken bu meyvenin ağaçlarda bol olduğunu görecektim. Güzel, tatlı bir meyve. Birkaç tane yedikten sonra kendimi eski şehrin çarşılarına ve daracık sokaklarına attım. Amacım Zeytûne Camii’ne doğru gitmekti. Fakat çarşıdaki hediyelikçilerde gördüğüm küçük duvar süsü kapıcıklar ilgimi çekti. Tunus’un masmavi kapıları meşhur. Dolayısıyla böyle hediyeliklerle doluydu tüm çarşı.

  • Tunus’ta kapıların genelde mavi olmasının sebebini ise iki şekilde açıklıyorlar. İlki mavinin akreplere karşı koruyucu bir kalkan olduğunu, akreplerin mavi rengini gördüklerinde evlere girmediği ikincisi ise mavinin deniz rengi olması.

Yusuf Dayı Camii

Çarşıdan yürümeye devam ederek Zeytûne’ye ulaştım. Kapılarına geldiğimde kapalı olduğunu ve 14.30’da açılacağını öğrendim. Öğle namazının vakti daha erken olmasına rağmen hemen ezandan sonra namaz kılınmıyor. Bunun diğer camilerde de böyle olduğunu öğrendim. 14.30’dan sonra tekrar gelmek üzere rotamdaki diğer eserleri gezmek için yürümeye devam ettim.

Zeytûne’yi solunuza alıp dümdüz yukarı çıktığınız takdirde sizi Yusuf Dayı Camii karşılayacak. Bu camiye ilk baktığımda Osmanlı döneminde yapıldığını anlamam zor olmadı. Çünkü minaresindeki külah kısmı bizim camilerimizdeki minareleri andırıyordu.

  • Dayılık makamı Osmanlı Devleti idaresi altına giren Tunus, Trablusgarp ve Cezayir eyaletlerinde yönetimi ele geçiren kimselere verilen ünvandı. Yusuf Dayı da bu idarecilerden birisiydi.

Aziza Osmana Hastanesi

17. yüzyılda kendi adıyla yaptırdığı caminin Tunus’taki ilk Osmanlı camisi olduğu da rivayet edilir. Kare yapısı, üçgenlerden oluşan kubbesi Fas’taki yapıları andırıyor. Mağrib mimarisiyle Osmanlı mimarisinin bir araya gelmesiyle tatlı bir mozaik oluşmuş. Henüz namaz vakti olmadığı için içini göremeden yürümeye devam ettim.

Yürürken aslında rotamda olmayan bir konak keşfettim. Muhammed Tatlı isminde bir zata ait olan konak günümüzde sağlık ocağı olarak hizmet veriyor. İzmirli bir hocam bu ailenin İzmir’den Tunus’a gönderilmiş olabileceğini söyledi. Konağın üzerindeki kitabe Türkçe yazılmıştı. Kıymetli kültür tarihçilerinden Oktay Türkoğlu ağabeye kitabenin fotoğraflarını gönderdim. Kendisi Latinize ettiğinde inşallah paylaşmak nasip olur.

Hastane kapısındaki Türkçe kitabe

Konaktan aşağı inip sağa doğru inmeye başladım. İbn Haldun’un doğduğu mahalleyi ve evi bulmaktı niyetim. Birkaç dakika aşağı yürüdükten sonra evi buldum. Evin hemen alt tarafında ise ilk eğitimini aldığı mescit bulunuyor. İslâm medeniyetine adını yazdırmış bir zatın doğduğu evi görmek, yürüdüğü sokakları arşınlamak, ilk eğitimini aldığı mescidi görmek benim için heyecan vericiydi.

Sosyal bilimlerin babası İbn Haldun
Mecra

İbn Haldun'un evi

İbn Haldun'un ilk eğitimini aldığı mescit

Mescitten aşağı doğru yürüyerek Bey Türbesi’ni ziyaret ettim. Osmanlı’nın Tunus’taki idarecilerinin neredeyse tamamı ve aile efradı bu türbede medfun bulunuyor. Dört dirheme ziyaret edilebilen kabirler kadın ve erkek kısmı olarak ikiye ayrılmış. Beylerin olduğu kısım ise başlı başına bir yer teşkil etmiş.

Bey Türbesi'nin içi

Kanuni Sultan Süleyman döneminde fethedilen Tunus, 1600’lü yıllardan itibaren Bey unvanı taşıyan valiler tarafından yönetilmeye başlandı. Beylik sistemi Murad Bey tarafından kuruluyor. Murad Bey Hanedanı’nın son beyi Murad bin Ali’nin öldürülmesiyle Tunus 1702 ile 1957 arası Hüseyin Hanedanlığı tarafından idare edildi. Hüseyin Hanedanı döneminde Tunus’a birçok eser kazandırıldı. Türbeden çıktıktan sonra bu eserlerden birisi olan Süleymaniye Medresesi’ne gittim. 1754 yılında Hüseyin Hanedanlığı’nın beylerinden Ali Paşa genç yaşta oğlu Süleyman adına bu medreseyi inşa ettirdi. Günümüzde kültür merkezi olarak kullanılıyor. Daracık çarşının içerisinde medreseyi bulmak için biraz dikkat gerekiyor. Ben çok aramama rağmen tevafuk eseri tabelasını görüp içeri girdim. Yoksa sokakta birkaç kez bakmama rağmen bulamamıştım.

Süleymaniye Medresesi


Medreseden çıktıktan sonra Zeytûne Camii’nin açılmasına hâlâ epey vakit vardı. Çarşıda Zeytûne dışında görmediğim bir tek Hammûde Paşa Camii kalmıştı. Namaz vakti gelene kadar açılmayacağı için Sidi bu Sid’i aradan çıkarmayı düşündüm. Tunis’e yarım saat olan şehre taksiyle ulaşım mümkün olduğu gibi merkezden kalkan körüklü otobüslerle de gitmek mümkünmüş, bunu dönüşte öğrendim. Tunis’ten yaklaşık 35 dakika olan Sidi bu Sid’e 15 dirhem vererek taksiyle gittim.

Ülkenin genelinde taksinin çok ucuz olması seyahati kolaylaştırıyor.

Sidi bu Sid

Dönüşte kullandığım körüklü otobüsün bileti ise 1 dirhem. Tunis’ten giderken 14 Ocak Meydanı’ndan, Sidi bu Sid’den dönerken şehrin merkezine bulunan duraktan binebilirsiniz.

Sidi bu Sid’e birkaç saat ayırmanız yeterli. Uzunca bir caddeyi yokuş yukarı çıktığınız taktirde kasabanın yarısını gezmiş oluyorsunuz. Evlere hâkim olan mavi ve beyaz renkler Şafşavan’ı hatırlatsa da Sidi bu Sid’in sahiliyle ve kolay ulaşımıyla daha turistik bir yer olduğunu söylemekte fayda var.

En keyifli an ise kahvelerde oturup espresso içmekti. Masmavi sandalyelerde ve masalarda oturup çarşıyı seyretmek günün yorgunluğunu atmak için bire bir.

Tatlı Tunus çöreği

Çarşının içinde Sidi bu Sid’e ait olduğunu öğrendiğim bir tatlı gördüm. Tunis’te makrud meşhurdu. Burada ise bizim pişi dediğimiz tatlı hamur kızartması meşhur. İçerisinde kaymak bulunan hamurun dışına toz şeker döküyorlar. Toz şeker biraz tadını bozsa da muhakkak denenmeli. Çarşıda biraz daha dolaşıp denizi seyrettikten sonra Zeytûne Camii’yi görmek için Tunis’e geri döndüm. Dönerken meşhur Tunis gölünü de görmüş oldum.

Zeytûne Camii

Zeytûne Camii’nin içi

Tunis’e döndüğümde acıktığımı fark ettim. Habib Burgiba Bulvarı’ndaki şavurmacılardan birisine girdim. Suriye ve Lübnan şavurmalarını sık sık yediğim için Tunus’ta da benzerini yiyeceğimi düşünürken farklı bir şavurmayla karşılaştım. Kullandıkları soslar ve malzemeler farklıydı. Tadı fena değildi ama içindeki domates sosu işi biraz bozdu. Bir dahakine domates sosu istemedim. Size de tavsiyem bu yönde olacak. Yemekten sonra Zeytûne Camii’ne gittim. Çarşıdan yürürken cami olanca heybetiyle bir anda sizi karşılıyor. İkindi vaktiydi. Caminin iki kapısını açıyorlar. Birisi direkt içeri açılan, diğeri ise avluya açılan kapı. İçeri açılan kapıdan girdiğimde İslâm medeniyetinin kadim bir mabedine daha giriyor olmanın heyecanı içerisindeydim.

Zeytûne Camii’nin içi

İlk defa Emevî valilerinden Hassan b. Numan’ın 699 yılında yaptırdığı yapıyı İbnü’l-Habhab, 732 yılında yeniledi. Abbasi halifesi Müstain Billah döneminde genişletilen cami, Fâtımî Halifesi Aziz Billah tarafından 991 yılında tekrardan yaptırıldı. Osmanlı döneminde Zeytûne Camii’ne yönelik ilgi sürmüş. İlk olarak 1583 yılında mihrap ve minberin süslemeleri yenilenirken 1673’te Kur’ân dolabının süslemeleri yenilendi. İkindi namazını kıldıktan sonra mutat olarak yapılan zikre katıldıktan sonra avluya çıkarak kubbeyi uzun uzun seyrettim. Aileler çocuklarıyla avluda oturuyordu. Camide güzel bir sükûnet vardı. Akşamın atmosferini de yaşamak için tekrar gelmek üzere Hammûde Paşa Camii ve Türbesine doğru gittim. Bu camiye giderken yolun yarısında arkanıza dönüp bakarsanız çok güzel bir açıdan Zeytûne’nin minaresini göreceksiniz.

Hammûde Paşa Türbesi

Hammûde Paşa Camii

Hammûde Paşa 1781-1814 yılları arasında Hüseynî Hanedanlığı’nın idareciliğini yaptı. Tunus’a birçok eser kazandıran paşanın en önemli eseri kendi ismiyle şehrin merkezinde inşa ettirdiği camiydi. Osmanlı minare tipine benzeyen minaresi ve şirin yapısıyla çarşıya kondurulmuş adeta. Hemen yanı başında bulunan türbede Hammûde Paşa medfundur. Caminin hizasında birkaç tane kahve var. Orada oturup naneli çay içmezseniz seyahatinizin eksik kalacağını söylemeliyim. Çok güzel bir atmosferi var. Bir müddet bu kahvelerde oturduktan sonra akşam namazı için Zeytûne’ye gittim. Kıraati çok güzel bir imamın arkasında namazı kıldıktan sonra avluda biraz daha vakit geçirdim. Artık iyice yorulmuştum. Diğer gün Kayravan’a gidecektim. Bunun için otele giderek dinlenmeye karar verdim. Sıradaki rotamız Kuzey Afrika’da ilk ezan sesinin yükseldiği Kayravan olacak.

Hammûde Paşa Camii'nin içi

Fotoğraflar: Burak Çetik