Tahran’da krize dönüşen oturma eylemi
4 Kasım 1979 günü, İran’ın başkenti Tahran’daki ABD Büyükelçiliği protestocu öğrenciler tarafından basıldı. Elçiliğin demir parmaklıklı yüksek bahçe kapısını aşarak içeri giren protestocuların amacı, ABD Başkanı Jimmy Carter’ın devrik İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevî’yi ülkesine iade etmesini sağlamaktı. Carter, o günlerde, ağır şekilde kanserle mücadele eden Şah’ın New York’taki bir klinikte tedavi altına alınmasına müsaade etmişti.
İranlı gençler, Amerikan yönetiminin bu kararına oldukça öfkelenmiş, Şah’a uzun iktidarı boyunca devam eden kesintisiz ABD desteğinin de birikimiyle, Tahran’daki büyükelçilik binasına hücum etmişti. İran’ın yeni yönetiminin sonradan iddia edeceğinin aksine kendiliğinden gelişen baskının öncüleri, aslında bir oturma eylemi planlamıştı. Ancak sonrasında Ayetullah Humeynî’nin baskına açıktan destek vermesiyle ve içerideki yabancı diplomatların Humeynî’nin bağlılarınca esir alınmasıyla, protesto eylemi, tam 444 gün sürecek bir rehine krizine ve uluslararası diplomatik hadiseye dönüşecekti.
Büyükelçiliğin basıldığı ve diplomatların rehin alındığı haberi ABD’ye ulaşınca, Başkan Jimmy Carter, rehineleri “terörizm ve anarşinin kurbanları” olarak tanımlayarak, şantaja asla boyun eğmeyeceklerini ilân etti. Buna rağmen, sonraki süreçte büyük bir baskı altında kalan Carter, Şah’ı ABD’den sınır dışı ettirdi. Bu önlem, İranlıları sakinleştirmeye yetmemişti. Şah’ın 27 Temmuz 1980’de Mısır’ın başkenti Kahire’de ölmesi de, Tahran’daki protestocuları sakinleştirmeyecekti.
Büyükelçilik bahçesine ilk adım atan öğrenciler ortadan kaybolmuş ve geri plana itilmiş, onların yerini Humeynî’nin direktifleriyle hareket eden gruplar almıştı. Şah’ın devrildiği atmosferin duygusallığı ve hamaseti içinde, İran’ın yeni yönetimi, rehine krizini siyasal bir fırsata çevirmeyi başarmıştı. Kriz, İranlılar açısından, ABD’ye vurulan bir şamar ve unutulmaz bir dersti. Ülkedeki genel kanı, o günlerde bu şekildeydi. Dolayısıyla, rehine krizinin uzaması, Humeynî iktidarının arzuladığı bir durumdu.
Büyükelçilik binasında rehin alınan diplomatların ve rehinelerin sayısı, başlangıçta 90 civarındaydı. Kadınların, azınlık mensuplarının ve baskın sırasında içeride bulunan ABD vatandaşı olmayan kişilerin serbest bırakılmasıyla, bu sayı 52’ye düştü. 27 Ocak 1980’de, ABD-Kanada ortak çabasıyla altı Amerikalı diplomatın daha kaçırılması sağlandı. Ancak yine de, Carter yönetiminin onca gayretine rağmen, kriz sona erdirilemedi. 24 Nisan 1980’de, Başkan Carter, kalan rehinelerin kurtarılması için askerî bir operasyona onay verdi, ama bu başarılı olamadığı gibi sekiz Amerikan askerinin İranlılar tarafından düşürülen uçakta ölümüne yol açtı.
Rehine krizi, ABD Başkanı Jimmy Carter’ı Amerikan kamuoyu önünde köşeye sıkıştırmakla kalmadı, aynı zamanda başkanlık seçimlerini kaybetmesine de yol açtı. Krizin birinci yılı dolduğu gün, 4 Kasım 1980’de düzenlenen seçimi, Carter’ın Cumhuriyetçi rakibi Ronald Wilson Reagan kolaylıkla kazandı. Cezayir’in arabuluculuğunda başlatılan müzarekelerin neticesi, 1981 yılı başında alındı. Reagan, 20 Ocak 1981’de Amerika Birleşik Devletleri’nin 40’ıncı başkanı olarak yemin etmeye hazırlanırken, Tahran’da kalan son rehinelerin de serbest bırakıldığı haberi Washington’a ulaştı.
Ronald Reagan, kendisine karşı kaybeden Demokrat rakibi Jimmy Carter’dan, rehineleri karşılaması için Batı Almanya’ya gitmesini istedi. Bu jesti kabul eden Carter, serbest bırakılan rehineleri karşıladı ve ülkelerine dönüşlerinden önce dünya basınına onlarla poz vererek, kendi döneminde yaşanan skandalı bir ölçüde telafi etmiş oldu.
4 Kasım 1979’da başlayıp 20 Ocak 1981’e kadar devam eden rehine krizi, 1953’te ABD ve İngiltere’nin müdahalesiyle İran Başbakanı Muhammed Musaddık’ın devrilmesinin izdüşümü olarak değerlendirilir. Musaddık’a karşı organize edilen CIA darbesi, İran halkının şuur altında öylesine derin izler bırakmıştır ki, ABD Büyükelçiliği’nin basılması hadisesi İranlılar tarafından coşkuyla benimsenmiş ve bir direniş hareketi şeklinde görülmüştür. Günümüzde de hâlâ böyle bir anlam taşımaktadır.