Sıradan insanların olağanüstü hikâyeleri
Osmanlı Sultanı V. Murad’ın soyundan gelen Kenize Murad, İkinci Dünya Savaşı başlarında Paris'te doğdu. Annesi, padişah V. Murad'ın torunu Selma Hanımsultan'dı. Babası ise Badalpur racasıydı. İki yaşında annesini yitiren Kenize Murad Paris'te büyüdü. "Rajkumari Kenize de Kotwara" olan asıl adını, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçtiğinde nüfusa kayıt olurken "Kenize Murad" olarak değiştirdi. Paris'te yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra 15 yıl boyunca bazı Fransız dergilerinin Ortadoğu muhabirliğini yaptı. 2003 yılında Le parfum de notre terre, voix de Palestine et d'israel (Toprağımızın Kokusu: Filistin ve İsrail'in Sesleri) adlı, iki halkın acıklı olaylarını anlamaya çalıştığı kitabını yayımladı. Kitabında Filistin-İsrail ateşi arasında kalan insanların zor hayatlarını, korkularını ve ihtiyaçlarını aktarıyor.
“Daha birkaç ay öncesine kadar her sabah güneşle birlikte uyanıp yürüyüşe çıkardım. Geldiğimizden beri sürekli kırlarda yürür, ciğerlerimi temiz havayla doldurur, ülkemin ışığını içerdim. Ülkemi o kadar düşlemiştim ki asla ondan sıkılmazdım. Sürgün yıllarımın acısını böyle çıkartıyordum, toprağımı yeniden sahipleniyorum. Her ağaç, her çalı, her buğday tarlası bana gurur ve mutluluk veriyordu. Burası bizim ülkemizdi; dünyadaki bütün ülkelerden daha güzeldi. Sık sık otların üstüne uzanır ve toprağın kokusunu içime çekerdim ve hatta, bunu aptalca bulabilirsiniz ama, dudaklarımı toprağa değdirip onu öper, onunla artık bir bütün olmak isterdim… ve mutluluktan ağlardım.”
Epeyce derinlere uzanan kökleri ve günbegün semiren cesametli gövdesine rağmen, onlarca yıldır görmezden gelinen bir çözümsüzlük abidesi; Filistin Meselesi… Dört asırlık Osmanlı hakimiyetinin sonlarında artan Yahudi göçüyle baş gösteren sorunlar, İngiliz işgali ve manda idaresi döneminde iyiden iyiye gözle seçilir olmuş; Yahudi çeteler eliyle tırmanan şiddet, Haganah ve Irgun gibi terör örgütleri marifetiyle doruğa ulaşmıştı. İkinci Cihan Harbi sırasında maruz kaldıkları soykırımın kendilerine verdiği haklılık ve “Topraksız bir millete, milletsiz bir toprak” iddiasıyla Filistin’i işgal teşebbüslerini resmiyete döken Yahudiler, 14 Mayıs 1948 günü İsrail’in kuruluşunu ilân etmişti. Binlerce yılın sürgünü bu millet, resmî olarak bir devlete kavuşmakla yetinmemiş; bir yandan işgalin sınırlarını genişletirken bir yandan da bu toprakların sahiden de milletsiz olduğunu ispat etmenin derdine düşmüştü. Yağma, talan, sürgün, tecrit, taciz, tecavüz…
- İsrail; Kudüs, Ramallah, Beytullahim, Gazze, Nâsıra, Yafa ve diğer şehirleri asırlardır yurt edinen Filistinlilere karşı her türlü şiddeti eyleme dökmüş ve sözde güvenlik endişelerini de tüm bunlara gerekçe yapmıştı.
80’li yılların sonlarında, Gazze’den başlayarak tüm Filistin’e yayılan “İntifada”, Filistinlilerin İsrail’e karşı ilk başkaldırısı olarak tarihe geçmiş ve bu taşlı-sapanlı direniş, taraflar arasındaki ilk barış görüşmelerine vesile olmuştu.
- Oslo Anlaşmaları sürecinde İsrail tarafında elini taşın altına koyan İzak Rabin’in aşırı sağcı bir Yahudi tarafından öldürülmesiyle akamete uğrayan barış denemesi, Filistin’i çok daha yıkıcı bir şiddet sarmalının tam ortasına sürüklemişti.
Dünya yeni bir bin yılın eşiğinden geçtiğinde, Filistin, bir sorun olarak öylece ortada kalmıştı. 2000’li yılların başında taraflar arasında gerçekleşen Camp David Görüşmeleri ve kısa süre sonra tertiplenen Taba Zirvesi de dertlere derman olmamış; Ariel Şaron ve beraberindekilerin Mescid-i Aksâ baskını, Filistinlilerin bir kez daha başkaldırmasına sebep olmuştu.
Filistin Meselesi’nin buraya kadarki kısmı, coğrafyaya dair merakı olan hemen herkesin malûmu aslında. Şehirler, köyler, kahramanlar, katiller, suikastlar, yıl dönümleri, hasretler, anılar, hayaller…
- Coğrafyaya dair birçok isim ve olay zaman zaman kulağımıza çalınsa da Filistin, çoğu zaman uzaktan bakmakla yetindiğimiz bir coğrafya.
Gazeteci yazar Kenize Murad, İsrail işgalinin şiddetini artırdığı ve buna mukabil İkinci İntifada’nın da devam ettiği günlerde yolunu Filistin’e düşürüyor ve bölgeye tüm bu ezberin dışından bakmaya gayret ediyor.
Osmanlı Sultanı Beşinci Murad’ın soyundan gelen Kenize Murad, Fransa’da doğup büyür ve genç yaştan itibaren gazeteciliği meslek edinir. Annesi Selma Sultan’ın hayatını konu ettiği Saraydan Sürgüne (De la part de la princesse morte – 1987) adlı romanıyla dünya çapında üne kavuşan Murad, Pakistan, Bangladeş, Etiyopya, Lübnan gibi ülkelerde savaş muhabiri olarak bulunmuş, uzun yıllar boyunca çeşitli Fransız dergilerinin Ortadoğu muhabirliğini de yapmış bir isim.
Kendisini “İsrail-Filistin çatışması konusunda uzman bir gazeteci” olarak tanımlayan Kenize Murad, İkinci İntifada süresince yaşananlara kayıtsız kalamayarak, Mayıs 2002’de, işgal altındaki Filistin’in yolunu tutmuş. Şehir, köy, mülteci kampı ve hatta illegal İsrail yerleşimlerinde, Arap, Yahudi ve Batılı sıradan insanlarla görüşmüş ve tüm bu ziyaretler vesilesiyle Filistin Meselesi’nin geldiği noktayı ve nereye gidebileceğini anlamaya gayret etmiş.
- Kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı, Müslüman, Yahudi, rahip, haham, eylemci, şehit yakını, sürgün, yerleşimci, asker, hukukçu… İki toplumun da hemen her tabakasının sesine kulan veren tecrübeli gazeteci; işittiklerini ve şahitliklerini, Toprağımızın Kokusu: Filistin ve İsrail’in Sesleri (Le parfum de notre terre: Voix de Palestine et d'Israël – 2003) adlı kitabında bir araya getirmiş.
Ta 1940’lı yıllardan itibaren İsrail işgali ve Filistin direnişinden olağanüstü şekilde etkilenen insanları ihtiva eden kitap, bu yanıyla nadide bir çalışma. Filistin Meselesi’ni kamuoyuna yansıyan ve belki de artık sıradanlaşan yanlarından sıyırmayı başaran Kenize Murad; sorunun gerçek muhataplarını ve onların sahici hikâyelerini merkeze alıyor.
- Toprağımızın Kokusu; üç kez evi yıkılan Salim, vatanını savunmak için taşlara sarılan Bassel, vicdanına kulak verip ordudan ayrılan İtai, Kudüs’le Ramallah arasında mekik dokumak zorunda kalan Christine, bacaklarını İsrail barikatlarında bırakan Muhammed, bütün Araplardan kuşkulanan Rivka, Filistinlilere zeytin toplayan Haham Jeremy, ülkesinin ışığını içine çekişini hasretle anan Tarık ve daha birçoklarının hikâyesini bize ulaştırıyor.
Her ne kadar yayımlanmasının üzerinden yirmi yıl geçmiş olsa da ve bu süre zarfında Filistin’e dair nice olaya şahit olsak da bu kitap, çözümsüz hâle gelen Filistin Meselesi’nin gözle görünen ve görünmeyen boyutlarını biraz olsun kavramak isteyenler için çok kıymetli bir kaynak.
“Ama şimdi… İki yıldır bu şehrin dışına çıkamıyorum ve hatta çoğu zaman evden bile çıkamıyorum. Boğuluyorum. Bir gün hepimiz topların üzerine yürüyeceğiz, tıpkı Nablus’da ve başka yerlerde bu baskıya artık dayanamayan bazı insanların yaptığı gibi. Bir gün dışarı çıkacağız ve kendimizi öldürteceğiz, sadece nefes almak istediğimiz için!”