Seyahat taassubu kırar mı?
İnsan, seyahat ederken günümüzle karşılaştırma yapmak için kendini bir an bulunduğu yerin tarihinden çok geriye götürmeli, o zaman biraz daha raylar yerine oturuyor zihinlerde. Ne demişti Peygamber, “Seyahat ediniz, sıhhat bulunuz." Seyahatlerimizin taassuplarımızı kırması ve sıhhat vermesi ümidiyle...
Seyahat taassubu kırar, ufkunuzu açar ve aslında, düşündüğümüz bazı şeylerin hiç de öyle olmadığını gösterir. Düzenli bir çalışma hayatım olmasa da biriktirdiğim para ile sık sık seyahate çıkmayı kendime düstur edindim. Bu seferki yolculuğum büyüklerimden hep duyduğum "bizim Bosna'ya" idi. Şehre iner inmez sizi harika, yeşil bir doğaya sahip olan Saraybosna karşılıyor ve tabi delik deşik edilmiş binalar.
Bu yazıda, Bosna hakkında internetteki bloglardan rahatlıkla bulabileceğiniz seyahat yazılarından farklı olarak, Mostar ziyaretim sırasında dikkatimi çeken ve beni rahatsız eden iki durum üzerine bir iki kelam edeceğim.
Bir günlük Saraybosna ziyaretimden sonra gittiğim Mostar'da, döviz bürosunda beklerken önümdeki Arjantinli kadının Türkiye ziyaretinde yaşadığı kötü olayın, Müslümanlardan kaynaklandığı düşüncesinden hareketle döviz bürosundaki Boşnak kadına: "Sizde de Müslüman çok var, tehlikeli şeyler olmuyor mu?" gibi bir soru sorması üzerine hemen araya girdim ve bu durumun İslâm'dan değil, tamamen bazı Türk erkeklerinin terbiyesizliğinden kaynaklandığını anlattım.
Kadıncağız hemen savunmaya geçti ve Türkiye'nin ne kadar güzel bir ülke olduğunu da sözlerine ekledi. Boşnak kadın da bu konuşma yüzünden şok olmadı değil, diyeceğim o ki bir ülkede, hatta her fırsatta Müslüman olmakla övünen bir ülkede bu tür olayların olması maalesef Türk kimliğimizden daha çok Müslüman kimliğimizin sorgulanmasına yol açıyor. Bu da eylemlerimizde ne kadar dikkatli ve özenli olmamız gerektiğini bize bir kez daha hatırlatıyor...
Bu arada Bosna seyahatimden önce sürekli Boşnakların Müslüman olduğunu ve İslâmî bir kimlik taşıdığını vurgulayan büyüklerimle de ayrıca konuşmak lazım sanırım, çünkü benim gördüğüm Bosna ile büyüklerimizin anlattıkları arasında dağlar kadar fark var.
Bu tabi, kesinlikle insanların yaşam tarzını sorgulamamızı gerektirmez, haddimize de değil. Aslında demek istediğim, bizim, 'abilerimizin' olaylara neden bu kadar romantik ve irrasyonel bir biçimde baktığını anlamak, mümkün değil.
Mostar'da iken tam Mostar Köprüsünün hemen altında oturmuş köprüyü ve altından akan masmavi suyu seyrederken, arkamda oturan Türk ailenin konuşmaları beni bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı. İçlerinden yaşını almış abimizin ağzından şöyle bir cümle çıktı:
- Türk abimiz, "Ya buralar hep bizim aslında, biz bu insanların abisiyiz, bize çok iş düşüyor arkadaşlar.." minvalinde şeyler söyledi.
O an kendimi bir Boşnak'ın yerine koydum ve biri benim hakkımda böyle konuşsa ne söylerim diye düşündüm. Açıkçası kızardım.
Bosna 90’lı yıllarda çok ciddi bir kıyımdan geçti. Bosna'daki katliamın sebeplerinden biri de geçmişten kalan Osmanlı ve İslâm kimliği idi, o zaman ben çok küçüktüm hiçbir şey hatırlamıyorum ama daha sonradan okuduğum kitaplardan hareketle söylüyorum, Türkiye'nin o dönemde Bosna'ya çok da yardım ettiğini söyleyemeyiz galiba, en azından devlet eliyle.
Türkler geçmişten kalan tarihi bilinç (ya da bilinçsizlik mi desek) ile sürekli bir yerlere 'abilik' yapma fikrinde oladursun, bugün Boşnak böreği yiyince kendini Bosna uzmanı sanan, bir Osmanlı camisi görünce hemen orayı zihninden sahiplenen fakat eylemde kendine karşı üstün hürmet bekleyen bizler sadece konuşurken, Aliya Müzesi'nde ki Boşnak abimiz, bize sürekli İran'ın silah yardımlarından bahsediyordu...
Çok hürmet duyduğum bir abimiz de sosyal medya hesabından Müslüman ülkedeki önemli kanaat önderlerinden birinin şöyle dediğini yazmıştı:
- "Bize muamelede bulunurken, "hizmetkâr ve tâbî" olmamızı bekliyorsunuz. Bir türlü "ortak ve eşit" davranmıyorsunuz. Bu da ilişkilerin rayına oturmamasına yol açıyor." ne kadar da doğru bir tespit.
Bosna ile ilgili bu yazıyı yazarken tam da bu cümlelere denk gelmek beni düşündürmekten öte, gerçekten çok üzdü. Tevazu ile birlikte bence bizim ilk öğrenmemiz gereken şey; bilinç.
Tarih bilinci, İslâmî bilinç ve tevazu bilinci...
Pek tabi bu yazıyı yazan ben de bunları söylerken bu bilinci mükemmel olarak hayatına taşıyan ya da dosdoğru uygulayanlardan değilim, lakin en azından ne yapmamamız gerektiğini az çok artık biliyorum.
Mostar'da yaşadığım bu anılar sonrasında ilk işim, dönüşümün ilk günü Aliya kitapları satın almak oldu. Çünkü okumak, bilinçlenme yolunda atılan ilk adımdır.
Bosna'dan sonraki durağım Karadağ idi. İtalyanca Montenegro ismi ile daha çok bilinen Karadağ'da ise bir iki cami dışında 'bizden' çok eser yoktu. Bölgedeki halka gelince, halk, genellikle Karadağlılardan, Boşnaklardan ve Arnavutlardan oluşuyordu. Çok şükür ki TİKA oradaki camilere de hizmet götürmüş ve oradaki kardeşlerimizin manevi ihtiyaçlarına az çok derman olmuş. Fakat iki ülke arasında gözle görülür tarihsel farklar olduğu apaçık. Osmanlı'nın ulaştığı bir yer olmasına rağmen kısa sürede İtalyan-Orta Çağ havasında kendini kaptırmış bir yer Karadağ.
İnsan, seyahat ederken günümüzle karşılaştırma yapmak için kendini bir an bulunduğu yerin tarihinden çok geriye götürmeli, O zaman biraz daha raylar yerine oturuyor zihinlerde. Ne demişti Peygamber, “Seyahat ediniz, sıhhat bulunuz.”
Seyahatlerimizin taassuplarımızı kırması ve sıhhat vermesi ümidiyle...