Parçalanmış bir koltuğun varisleri
Arap dünyasında kulisler, geçtiğimiz haftadan bu yana üç kez hastaneye kaldırılan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın sağlık durumuna kilitlendi. Bu vesileyle, Filistin siyasetinin son yıllarına damgasını vuran Abbas’ın hayat hikâyesinden başlayarak, Filistin cephesindeki bölünmüşlükler, başlıca çatışma odaklarını ve Abbas sonrasına dair öngörüleri hatırlayalım:
Arap dünyasında “Ebu Mazen” künyesiyle tanınan Mahmud Abbas, 1935’te Filistin’in Safed kasabasında dünyaya geldi. Abbas’ın gençliği, ailesinin 1948’de kaçmak durumunda kaldığı Suriye’nin başkenti Şam’da geçti. Şam Üniversitesi’ne kaydolan Abbas, hukuk fakültesini bitirerek avukatlık diplomasına hak kazandı. Bu sırada siyasetle de ilgilenmeye başladı ve Filistin’in özgürlüğü için mücadele eden gruplarla temas kurdu. 1960’ların ilk yarısında Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) oluşumunu tamamladığında, Abbas da örgütün aktif üyelerinden biriydi.
1980’den sonra Sovyetler Birliği’ne giden Mahmud Abbas, 1982’de Moskova Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. Nazi ideolojisiyle Siyonizmi kıyasladığı bir tez hazırlayan Abbas, yıllar sonra siyasete atıldığında, tezindeki bazı ifadeleri geri çektiğini duyuracaktı. Siyonist grupların Abbas’ı “Holokost inkârcısı” olarak tanımlamaları, 1990’larda Filistinli politikacının manşetlere tırmanmasına neden olan konuların başında geliyordu.
Filistin Lideri Yaser Arafat’ın yakın çalışma ekibinde yer alan Mahmud Abbas, 1990’ların ilk yarısında İsrail’le başlatılan barış görüşmelerinin de başrol oyuncularından biri oldu. 1991’de İspanya’nın başkenti Madrid’de gerçekleştirilen ünlü barış konferansında Filistin’i temsil eden Abbas, Norveç’in başkenti Oslo’da İsrail’le sürdürülen gizli müzakerelerde de bulundu. 2000 yılının temmuz ayında ABD’nin arabuluculuğunda Camp David’de sürdürülen görüşmelere katılan Abbas, tüm bu süreçlerden İsrail’le barış yapmaya istekli bir politikacı olarak çıktı.
İsrail, Oslo Süreci’yle birlikte bir “Filistin yönetimi”nin kurulmasını kabullenmiş, hatta bu yönetimin kontrol edeceği bir toprağın bulunmasını da onaylamıştı. Merkezi Batı Şeria’nın Ramallah kentine konuşlandırılan bu yönetimin ilk başkanı Yaser Arafat oldu. Mahmud Abbas, Arafat’ın en yakınlarından biri olarak, yeni yönetimde de kritik roller üstlendi.
2003 yılında, uluslararası toplumun talebi ve baskısıyla başbakan ilan edilen Mahmud Abbas, kısa süre sonra, Arafat tarafından görevini yapmasının engellendiği gerekçesiyle istifa etti. O dönemde “barışın önündeki en büyük engel” olarak kınanan Arafat, özellikle ABD ve İsrail’in “istenmeyen adam” ilân ettiği bir siyasi figürdü. Mahmud Abbas, bu yaklaşımı ustalıkla kullanarak kendisini öne çıkarttı. Ramallah merkezli Filistin siyasal sahnesi de Arafat ve Abbas taraftarları olarak ikiye bölündü. Arafat’ın sağlığının giderek kötüleşmesi, rekabeti Abbas’ın kazanmasını kolaylaştırdı. ABD ve İsrail de, FKÖ’nün başına Abbas gibi “ılımlı” bir ismin geçmesinden yanaydı.
Yaser Arafat’ın 11 Kasım 2004’te Fransa’nın başkenti Paris’teki bir askeri hastanede yaşamını yitirmesinin ardından, onun koltuğuna Mahmud Abbas kolaylıkla oturdu. Bu durum 2005’in başında düzenlenen seçimle resmileştirilse de, Abbas’ın FKÖ genel kurulunda hâlâ ciddi muhaliflerinin bulunması, Filistin cephesindeki bölünmüşlüğü gözler önüne seriyordu. Ancak liderlik noktasında asıl kriz, ertesi yıl baş gösterecekti:
2006’da düzenlenen seçimlerde Hamas oyların çoğunluğunu kazanınca, bu durum ABD ve İsrail’de alarm zillerinin çalmasına yol açtı. Gazze’de de kontrolü ele geçiren Hamas, pratikte Filistin’in resmi temsilcisi konumuna yükselmişti. Gazze’de üslenmiş bulunan güvenlik şefi Muhammed Dahlan’ın emrindeki 20 bin silahlı güvenlik memuruyla Hamas üyeleri arasında patlak veren çatışmalar, yüzlerce kişinin ölümüne yol açarken, Dahlan bilahare Gazze’yi terk etmek durumunda kaldı. FKÖ yönetimine de seçilen Dahlan, aynı zamanda Mahmud Abbas’ın da en dişli rakibiydi. 2007’den itibaren Filistin cephesi böylece pratikte üç büyük fraksiyona bölünmüş oluyordu.
Hamas’ın kazandığı seçimlerin hemen sonrasında Gazze’nin İsrail tarafından karadan, havadan ve denizden abluka altına alınması, Mahmud Abbas’ın siyasi meşruiyetinin ve gücünün de sorgulanmasına yol açtı. 2011’de Muhammed Dahlan’ı partiden ihraç ederek en büyük hasmını saf dışı bırakan Abbas, bu adımıyla aslında Dahlan’ı daha da güçlendirdiğini fark ettiğinde çok geç olacaktı.
2010’da İsrail’le başlatılan barış görüşmelerine onay veren Mahmud Abbas, görüşmelerin hızla sonuçsuz kalmasından sonra, bir kere daha tartışmaların odağına yerleşti. Bu süreçte bir yandan Hamas’la birlik hükümeti kurma çabalarını hızlandıran, diğer yandan da Filistin yönetimini uluslararası sahnede bağımsız bir devlet olarak kabul ettirme girişimlerini yoğunlaştıran Abbas, özellikle Avrupa’dan ciddi destek gördü. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun başına buyruk tarzından rahatsız olan Avrupa ülkeleri, Filistin meselesinde bir denge unsuru olarak Abbas’tan yana ağırlık koydular. Filistin’in Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne üye olarak kabul edilmesi de, tamamen İsrail’i Abbas yönetimiyle barış masasına oturmaya zorlamak için hazırlanan siyasi bir mizansen olarak kayıtlara geçti.
2009’dan bu yana İsrail’i yöneten Başbakan Netanyahu, ülke tarihindeki en tavizsiz başbakan olarak, Filistinliler aleyhine çok sayıda düzenlemeye imza attı. Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te yerleşim birimlerinin inşasına hız verilmesinden, en son ABD tarafından Kudüs’ün başkent olarak tanınmasına kadar, Netanyahu kendi politik çizgisiyle uyumlu icraatları ortaya koydu. Tüm bu süreçler, Filistin yönetiminin de giderek zayıfladığı ve otoritesini yitirdiği bir dönem olarak hafızalardaki yerini aldı. Mahmud Abbas’ın geride bıraktığı miras, bu yönüyle birçok Filistinli düşünür ve tarihçi tarafından da eleştirilmektedir.
Abbas’ın olası vefatının hemen ardından Muhammed Dahlan’ın Filistin’de ipleri eline geçirmeye hazırlandığı belirtilirken, Fetih Hareketi içinde de çok sayıda adayın şimdiden nabız yoklamaya başladığı kaydediliyor. Öte yandan Gazze’de Hamas’ın hâlâ güçlü bir iktidar alternatifi olarak durması ve Batı Şeria’da yapılacak seçimleri de muhtemelen yine Hamas’ın kazanacak olması, ABD ve İsrail’in Abbas sonrasını daha dikkatli planlamalarına yol açıyor.
Tüm bu çekişme ve çatışmaların ötesinde, Filistin halkının İsrail işgali sebebiyle yaşadığı problemler de büyümeye devam ediyor.