Özbekistan notları I: Zamanın durduğu şehir Hive

BURAK ÇETİK
Abone Ol

Yine hayal ettiğim bir ülkeye doğru yolculuk yaptığım için çok mutluydum. Bu seferki rotamız Türkistan’ın kalbi Özbekistan’dı. Çin ve Rusya tarafından Doğu ve Batı olarak ikiye ayrıldıktan sonra Batı Türkistan olarak isimlendirilen bölgede kalan Özbekistan, bu bölgenin en önemli ülkesi aynı zamanda. Sadece tarihî anlamda değil bulunduğu jeopolitik konum açısından da büyük önem taşıyor. Özbekistan’da ilk durağımız Harezm bölgesindeki Hive şehri olacaktı.

Urgenç Havalimanı’ndan indikten sonra Hive’ye yarım saatlik bir otobüs yolculuğumuz oldu. Bir yandan etrafı izliyor bir yandan mihmandarımız Aybek Ağabeyi dinliyorduk. Özbekistan’ın kültürüne dair yaptığı konuşmada ilginç bilgiler öğrenmiştik.

Mesela Özbekistan’da ezan sesini çok duymayacağımızı söylemişti.

İslam Kerimov döneminde ezan yasaklandığı için yeni yeni düzenlemeler yapılıyordu. Beş sene öncesine kadar 16 yaşından küçük gençlerin camilere giremediğini anlattı. Günümüzde ise camilerde en çok gençlerin olması ülkedeki gençlerin ne kadar dine sarıldığını ve bu yasaklama sürecinin ters teptiğini gösteriyor.

Hive, Ceyhun Nehri’nin güneyinde kurulan bir şehir. Çölde kurulduğu için de gündüzleri gerçekten çok sıcak. Geceye doğru ise hava biraz serinledi. Otele yerleştikten sonra Hive’de gezmeye başladık.

  • Sur kapısından içeri girince farklı bir dünya karşıladı bizi. Geldiğimiz modern dönemden farklı olarak yüzlerce yıl öncesine gittik ve sanki zaman orada durdu. İnsanların yaşadığı evler, mimari yapı, çarşılar âdeta masaldaymışız gibi hissettirdi.

Hive’deki Seyyid Niyaz Şalkar Camii.

Seyyid Niyaz Şalkar Camii’nde sabah namazı.

Yemek yedikten sonra dinlenmek üzere otele geldik. İkinci gün sabah namazını kılmak için Seyyid Niyaz Şalkar Camii’ne gittik. 1835 yılında yaptırılan cami surların dışında kalıyor. Şehirdeki diğer camilere nazaran yeni olan camide yoğun bir cemaat vardı. Eskiden kadınlar camiye giremiyormuş fakat yavaş yavaş bu uygulama değişmiş. Artık kadınlar da namaza gelebiliyor. Özbekistan’da dikkatimi bir husus çekmişti: Yeni olan eserlerde dahi tarihî mimari anlayışı korunuyordu. Seyyid Niyaz Camii’de de bu anlayış korunmuştu. İmamın kıraati oldukça iyiydi. Rus emperyalizmine rağmen İslâm ilimlerine verilen önem üst düzeydi. Tüm ülkede buna şahit olduk. Namazın ardından kahvaltı yapmak üzere otele geçtik.

Kahvaltı kültürleri bize benzese de ekmeklerine değinmeden geçemeyeceğim. İstanbul Kumkapı’da bir Özbek fırınından aldığım için Özbek ekmeğine aşina olsam da her şeyi yerinde tatmak gerekiyormuş gerçekten.

  • Hive’nin ekmeği oldukça lezzetliydi. Tandırlarda yapılan ekmeklerin diğer şehirlerin ekmeğinden farkı ise daha ince ve kraker gibi olmasıydı. Ekmekler hakkındaki diğer ilginç bilgi ise ortadaki desenlerin her birinin farklı ustalara ait olmasıymış.

Ekmek tarakları.

Çarşıda gezerken gördüğümüz ekmek tarakları bu işe yarıyormuş. Ekmeklerin üzerindeki desenler bu taraklarla oluşturuluyor ve her ustanın farklı bir tarağı bulunuyor. Kahvaltının ardından Hive’de dolaşmaya başladık.

Surların içerisinde kalan eski şehre dört ana kapıdan giriş yapılıyor. Güney’de bulunan kapıya Taş Kapı, Kuzey’de bulunan kapıya Bahçe Kapı, Batı’da bulunan kapıya Ata Kapı, Doğu’da bulunan kapıya ise Pehlivan Kapı deniliyor.

Ceyhun Nehri’nin güneyinde kurulan şehir Harezm bölgesinde bulunuyor. 1512-1924 yılları arasında hüküm süren Hive Hanlığı’nın başkenti olan Hive, küçük bir şehir olmasına karşın bünyesinde birçok hikâye ve tarihî yapı barındırıyor.

Şehre Ata Kapı’dan girdiğimizde bizi ilk olarak Hive’nin simgesi Kalta Minor karşıladı. Dünyanın en büyük minaresi olması planlanan Kalta Minor’un yapımına 1845 yılında başlanmış. Öyle ki yapılsaydı Buhara’dan görüneceği rivayet ediliyor. Çok gerçekçi bir rivayet olmasa da planlanan büyüklüğü hayal edebiliriz. Hive Hanı Muhammed Emin Han’ın suikasta uğramasıyla yarım kalan eserin çinileri ve masmavi rengi gözleri kamaştırıyor. 80 metre uzunluğunda olması planlanan yapı 47 metre uzunluğunda ve 15 metre genişliğiyle günümüze ulaştı. Kalta Minor’un bir de gece ışıklandırılmasıyla görmek gerekiyor. Zira gecesi ve gündüzü ayrı güzel.


Gece vakti Kalta Minor.

  • Kalta Minor’un Buhara’dan dahi gözükecek şekilde yapılacak olmasının sebebi, Buhara’daki Kalkan Minaresi’ne gölge düşüreceğinin düşünülmesindendi. Zira Özbekistan’da minarelerin bu denli heybetli ve görkemli yapılması aynı zamanda bir güç yarışıydı.

Muhammed Emin Han da bu yarışta önde olan taraf olmak istiyordu fakat ömrü iktifa etmedi. Şu an bile bu kadar görkemli olan eser tamamlansaydı nasıl olurdu merak ediyorum doğrusu. Şehir bazen bize hayal ettirir. Şimdilik Kalta Minor’un tamamlanmış halini hayal etmekle yetinelim.

Sol tarafta Kalta Minor’un arka kısmında kalan Muhammed Emin Han Medresesi ve sağda Köhne Ark Kalesi.

Hemen Kalta Minor’un yanında yer alan ve Muhammed Emin Han tarafından yaptırılan medrese günümüzde otel olarak kullanılıyor. 125 hücresi bulunan yapı, Orta Asya’nın en büyük medreselerinden birisi.

Köhne Ark yaz mescidi.

Medresenin yanında, Hive Hanlığı’nın ilk sarayı olan Köhne Ark bulunuyor. 1688 yılında yapımı tamamlanan sarayın içerisinde kış ve yaz camileri, kabul salonu, harem kısmı, darphane ve ahırlar bulunuyor. Burada en çok dikkatimizi çeken ve bizi hayrete düşüren şey, hanların iki kabul salonunun olmasıydı. Birisi sarayın bahçe kısmında sade bir çadır. Gelen misafirler ilk olarak burada ağırlandıktan sonra içerideki ihtişamlı kabul salonuna alınıyormuş. Ziyaretçiler için farklı bir tecrübe olsa gerek.

Hanların ilk karşılama yaptığı çadır.

Çadırdan sonraki ihtişamlı ikinci kabul salonu.

Hive Müzesi içindeki Casus Vanbery anıtı.

Köhne Ark sarayının kapısından çıkınca bizi bir başka medrese daha karşıladı. Hive’deki en ünlü ve büyük medreselerden birisi olan Muhammed Rahim Han Medresesi, 1876 yılında inşa edildi. 70 hücreden oluşan yapı günümüzde Hive Müzesi olarak kullanılıyor. Hive’nin kültürü, yöneticileri, edipleri, âlimleri hakkında araştırma yapmak isteyenler için bu müze bire bir.

Gezerken ilginç bir kişinin fotoğrafını gördük. Şamlı Reşit Efendi, asıl adıyla Casus Vanbery’di bu kişi. Sultan II. Abdülhamid’in güvendiği nadir kişilerden olmasına rağmen sonradan casus olduğu ortaya çıkacaktı. Hive’yi ziyaret edip bir müddet kaldığı için müzede yerini almıştı.

Taş Avlu Sarayı.

Türkistan doppası.

Taş Avlu Sarayı’ndaki Türkistan müziği gösterisi.

Sıradaki durağımız ise Taş Avlu Sarayı idi. 1830-1838 yılları arasında yapılan saray, Allakuli Han’ın emriyle inşa edilmişti. Aslında karşılama sarayından ziyade hanın evi gibi inşa edilse de zamanla kabul odası eklenmişti. İçeride hareme önemli bir kısım ayrılmış. Hive kültürüne dair eşyalar satan birkaç dükkân da bulunuyor. Aynı zamanda Türkistan müziğini dinleme fırsatı bulduk.

Dükkânlardan kendime beyaz bir Hive kalpağı satın aldım. Sırada “Türkistan doppası” almak vardı. Onun için çarşıya gidecektik. Taş Avlu sarayından çıkıp birkaç dakikalık yürüyüşle çarşıya ulaşmıştık.

Biraz dolaştıktan ve alışveriş yaptıktan sonra öğle namazını kılmak için Hive Cuma Mescidi’ne yöneldik. 7’si eski döneme ait olmak üzere 212 farklı desenli ahşap sütun üzerine oturtulan mabed, 18. yüzyıl sonlarında inşa edildi. Sadeliğinin yanında göz kamaştıran bir mimarisi var. Günümüzde müze statüsünde olsa da içeride halılar var ve namaz kılınıyor.

Hive Cuma Mescidi'nin içi.

  • Eskiden hiç namaz kılınamayan Hive Cuma Mescidi’ne zamanla halılar konulmuş, ibadete izin verilmiş. Fakat cami statüsünde olmadığı için namaz kıldıracak bir imamı yok. İnşallah zamanla o da olur.

Cuma Mescidi’ndeki Karahisarî hattı ile yazılan Kur’ân-ı Kerîm.

Her bir sütunu ayrı ayrı inceleme fırsatı bulduk. Mabedin ortasında bir havuz bulunuyor. Mihrabın tam yanında bulunan Karahisarî hattı ile yazılan Kur’ân-ı Kerîm’i cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, 2022 yılındaki Hive ziyareti sırasında Özbekistan’a hediye etmiş. Cuma Camii’nde sergileniyor. Cuma mescidinin kısmen bakımsız olduğunu söyleyebilirim. Minaresinin yana doğru eğilmesi bu bakımsızlığın ne denli olduğunu gösterir cinsten. Hive’nin simgelerinden olan minareye eskiden çıkılabilirken şu an yana yatmasından ötürü çıkılamıyor. Umarım hakkıyla bir tadilat yapılır ve İslâm medeniyetinin incisi bu eser daha fazla zarar görmez.

Cuma Mescidi’nin minaresi ve İslâm Hoca minaresi aynı karede.

Pehlivan Mahmud Türbesi.

Pehlivan Mahmud Türbesi’nin içi.

Namazdan sonra Pehlivan Mahmud Türbesi’ne doğru yürüdük. Burası Hive’nin en mukaddes kabul edilen yeri olarak biliniyor. Pehlivan Mahmud’un önemli bir sufi ve şair olduğu rivayet ediliyor. Kendisine nispet edilen bir şiirde şöyle söyler:

“Çılgın ruhum etrafındaki her şeyi eriten bir ateştir

Ve gözyaşlarımın bu nehirleri alevi dolduruyor

Ve o gözyaşlarına karışan ben kendim

Ve ben bir çömlekçi olarak kendimle gurur duymaya hakkım var.”

Hiveliler tarafından oldukça değer veriliyor. Öyle ki Hive hanları da türbenin haziresinde medfun bulunuyor. 1326 yılında vefat ettikten sonra defnedildiği yere kerpiçten yapılan Pehlivan Mahmud’un yeşil kubbeli türbesi Hive’nin en dikkat çekici ve en çok ziyaret edilen yapısı.

İslâm Hoca Minaresi’nden Hive manzarası.

İslâm Hoca Minaresi’nin merdivenleri.

Türbeden sonra sıradaki durağımız İslâm Hoca Minaresi ve yanındaki medreseydi. Cuma mescidinin minaresinden sonra Hive’nin simgesi olan İslâm Hoca Minaresi, Vezir İslâm Hoca tarafından 1908 yılında yaptırılmaya başlandı. 44 metre olan minarenin tepesine bilet alarak çıkabiliyoruz. Biletimizi aldıktan sonra 118 basamağı çıkarak tepeye ulaştık ve bizi muhteşem bir Hive manzarası karşıladı. Şehri tepeden seyretmek anlamlandırmak için çok önemliydi. 44 metre yüksekten Hive’yi temaşa ederken çölün hiçliğine nasıl inci gibi bir şehir inşa edilebileceğini gördüm. En önemlisi ise bu şehir adeta zaman durmuş gibi korunuyordu. Manzaraya bakarken biraz soluklandım. Çok dik olan merdivenleri tırmanmak oldukça yorucuydu.

Minarenin yanında bulunan medresede İslâmî eğitim vardı. Tam karşısına Ruslar tarafından sözde modern eğitim veren bir kurum açılmıştı. Bu tam olarak Rus emperyalizmini izah eden önemli bir göstergeydi. Eğitim, tarih, kültür yolunu seçerek Türkistan’da yayılıyordu. Aslında her biri hürriyetine kavuşmuş devletler olsa da bölgede Rusların etkisi devam ediyor. Bölgedeki kültürel çalışmalar tamamen bu yönde. Bu anlamda uyanık olmakta fayda var.

  • Minareden indikten sonra şehrin dört kapısından birisi olan Pehlivan Kapı’ya doğru gittik. Buranın diğer adı Kul Kapı’ydı. Bunun sebebi Hive’nin 19. yüzyıla kadar önemli bir köle merkezi olması ve şehirde satılan kölelerin hücrelerinin Pehlivan Kapı’da olmasıydı.

Kul Kapı’daki köle hücreleri.

Köleler burada tutulur ve insanlara satılırdı. Kapının bu şekilde isimlendirilmesinin sebebi yapılan köle ticaretiydi.

Duraklarımızı tamamlamıştık. Biraz çarşıda dolandıktan sonra Buhara’ya doğru yola koyulacaktık. Hive çarşısını gezerken bazı hatırlatmalar yapmak faydalı olacaktır.

Hive’nin fiyat anlamında diğer şehirlere nazaran daha ucuz olduğunu söylemeliyim.

Hive’den 15 soma aldığım Türkistan doppasının fiyatı Buhara’da 45 soma yükselmişti. Semerkant’taki ürünler daha da pahalı. Fiyatlarda ise belli bir standart bulunmuyor. Aynı ürünler farklı tezgahlarda farklı fiyatlara satılabiliyor. Pazarlık yapmaktan kesinlikle çekinmeyin. Zaten bizim Türkçemize en yakın konuşan kişiler Hiveliler. Dolayısıyla anlaşma noktasında da sıkıntı yaşamazsınız. Birkaç hediye aldıktan sonra Cuma Mescidi’nin karşısındaki lokantaya geçerek Hive pilavından doya doya yedik. Üzerine yeşil çay içmek ise nur ala nur oldu. Özbekistan’da genelde yeşil çay içilse de siyah çay da bulunuyor. Siyah çay isteyecekseniz “kara çay istiyorum”, demli siyah çay istiyorsanız “kapkara çay istiyorum”, demeniz gerekirken; yeşil çay istediğinizde “gök çay istiyorum”, demli yeşil çay istediğinizde “gömgök çay istiyorum” demelisiniz.

Artık Hive’den ayrılma vaktiydi. Bir gün geçirmiş olsak da zamanın durduğu bu şehri çok sevdim. Buhara’ya doğru yol alırken tekrar bu Hive’ye geleceğim günlerin hayalini kurarak “Güzel Türkistan” ağıtını dinliyordum.

Fotoğraflar: Burak Çetik