Ortadoğu neresi?

RAMAZAN ODUNCU
Abone Ol

Ortadoğu kavramının hangi ülkeleri kapsadığı hâlihazırda süregelen bir tartışmadır. Geniş anlamıyla Kuzey Afrika ülkeleri ile Pakistan-Afganistan’ı da kapsayacak şekilde 20’den fazla ülkeye şamil olacak şekilde kullananlar vardır. Çekirdek anlamıyla kavramı ele alıp, Türkiye’yi de kavramın dışında tutarak Arap Yarımadası’na referansla bu kavramı kullananlar da mevcuttur.

Sosyal bilimlerde kullanılan bazı kavramlar ne tam anlamıyla kavrayabileceğimiz, ne de tümüyle terk edebileceğimiz “tuzak” kavramlardır. Jeopolitik bir tahayyülün ürünü olduğunu söyleyebileceğimiz Ortadoğu da böyle bir kavramdır. Mekan tanımlaması bakımından Batı Avrupa yahut Orta Asya gibi objektif nitelikler taşımayan Ortadoğu kavramı, faklı bakış açıları çerçevesinde muhtelif anlamlara gelecek şekilde kullanılmaktadır.

Ortadoğu kavramının hangi ülkeleri kapsadığı hâlihazırda süregelen bir tartışmadır. Geniş anlamıyla Kuzey Afrika ülkeleri ile Pakistan-Afganistan’ı da kapsayacak şekilde 20’den fazla ülkeye şamil olacak şekilde kullananlar vardır. Çekirdek anlamıyla kavramı ele alıp, Türkiye’yi de kavramın dışında tutarak Arap Yarımadası’na referansla bu kavramı kullananlar da mevcuttur.

Kimileri Ortadoğu kavramını, yalnızca Arap Yarımadası için kullanmaktadır.

Ülke sınırlarından bağımısız olarak, bütüncül bir bakış açısıyla kara havzası baz alınarak tasvir edildiğinde, Asya’nın batısı, Avrupa’nın doğusu ve Afrika’nın kuzeyini ifade ettiğini söylemek isabetli olacaktır. Deniz havzası açısındansa, Akdeniz’in güney ve doğu kısmıyla birlikte, Karadeniz ve Hazar’ın güney kısımları bölgenin sınırlarını oluşturmaktadır.

Ortadoğu teriminin ilk kullanım tarihi ve kapsadığı coğrafi alan ihtilaflıdır. Ancak terimsel olarak, Amerikalı jeopolitika uzmanı Alfred T. Mahan’ın (ö.1914) Basra Körfezi’nin etrafındaki bölgeyi tanımlamak için kullanması ve sömürgeci İngiliz idaresinin kendi içinde karşılaştığı teknik bir soruna çözüm arayışının neticesinde ün kazanmıştır.

Alfred T. Manah'ın Basra etrafındaki bölgeyi ''Ortadoğu'' olarak tanımlaması, kavrama ün kazandırdı.

Britanya, Basra Körfezi üzerindeki hâkimiyetini, Hindistan’da kurmuş olduğu Indian Office üzerinden sağlıyordu. Böylece muhasara altındaki Osmanlı’nın bir bölümü Hindistan’dan yönetilirken, geri kalan kısmı doğrudan Londra merkezli Foreign Office’e bağlıydı. Ciddi bürokratik sürtüşmelere neden olan bu durum, Birinci Dünya Savaşı’nı müteakiben Yakın Doğu’daki Irak, Filistin ve Mavera-i Ürdün’ün Churchill tarafından Colonial Office’e bağlanmasıyla daha da karmaşık hale geldi.

Sonuç olarak bu üç ofis arasında yetki alanları konusunda anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Londra merkezli Foreign Office, gücünü arttırmak ve çıkarlarını korumak için Indian Office’i Yakın Doğu’ya hâkim olan Colonial Office’den ayıran bölgeyi ele geçirmek istiyordu. Bunun için de Middle Eastern Department kuruldu ve “Ortadoğu” kavramı böylece resmileşti.

Ancak kavramın subjektivitesi göz önünde tutularak, kültürel bağlamlı muhtevası incelendiğinde, kavramın doğuşunda ve yaygınlık kazanmasında, İslam medeniyetinin hâkimiyeti temel belirleyici unsur olmuştur.

  • Churchill ve dönemin ünlü isimlerinden olan arkeolog David Hogarth’ın Ortadoğu’yu, o zamanlar Osmanlı hâkimiyeti altında bulunan Arnavutluk ve Balkanlar’dan başlatmaları, Ortadoğu kavramındaki iki önemli bileşimi ortaya koymaktadır: İslam medeniyeti etrafında oluşmuş bir bütünlük ve Osmanlı’dan kalan ortak tarihi miras.

David Hogarth, ünlü İngiliz ajanı T. E. Lawrence ile birlikte.

Dolayısıyla kesin coğrafi sınırlar ifade etmeyen bu kültürel alanın oluşumunda İslam başat rolü üstlenmiş olsa da, kavramın İslam merkezli bir okumaya izin vermediğinin altı çizilmesi gerekir. Batı’daki ve özellikle de 50 yılı aşkın bir süredir Amerika’daki İslam ve Ortadoğu çalışmaları, İslam ve Ortadoğu’ya ilişkin bilginin üretiminde, kabülünde ve yayılmasında belirleyici rolü üstlenmektedir.

  • Bölgenin doğru anlaşılabilmesi ve anlatılabilmesi için, söz konusu oryantalist söylemi devam ettiren ve yayılmasında belirleyici olan kişi ve kurumlar doğru anlaşılmalıdır. Bu kişi ve kurumların amaçlarına, tarihine, benimsedikleri yöntem ve kurum içi yapılarına yönelik ayrıntılı çalışmalar hazırlanmalıdır.

Bu coğrafyanın gerçek sahiplerinin bölgede özne konumundan fail konumuna yükselmesi, sadece coğrafyayı ve tarihini bilerek değil, ancak Batı merkezli hâkim paradigmaya alternatif oluşturarak gerçekleştirilebilir. Bu da ancak bölgeyle olan tarihi ve kültürel bağlarının farkında olan, bölgeyi tanımak ve bağlarını güçlendirmek için çalışan gençlerin kendini iyi yetiştirmesi ve dava bilinci ile hareket etmeleriyle olacaktır.