Jön İranlılar, Meşrutiyete Osmanlı’dan evvel geçti
Türk siyasî hayatını derinden etkileyen İkinci Meşrutiyet’in ilânından (23 Temmuz 1908) yaklaşık iki sene evvel İran’da son derece ilgi çekici bir vaka meydana geldi. Reform arayışı ile Kaçar Hanedanlığı’na karşı harekete geçen İranlı ulema ve aydınlar; 1906 tarihinde, yani Osmanlı’dan hemen önce, Şah’a Meşrutiyet ilân ettirmeyi başardı. Ne var ki Meşrutiyet de Kaçarları koruyamayacak, aradan 20 yıl bile geçmeden İran’da Pehlevîler yönetimi ele alacaktı.
İran’ın Batılılaşma süreci ve Meşrutiyete giden yol
1797 – 1834 yılları arasında hüküm süren Feth Ali Şah, Rusya karşısında ağır bir mağlubiyet almasından hemen sonra ülkesinin ileri gelenlerini toplayarak İran’ın uluslararası arenada neden bu kadar geri düştüğünü araştırmaya başladı.
- İran’ın özellikle Batı dünyasındaki gelişmeler sonrası teknik ve kültürel anlamda geride olduğu sonucuna ulaşan Ali Şah, yüzlerce İranlı genci eğitim almak üzere Avrupa’ya gönderdi.
İranlı gençler Avrupa’dan döndüklerinde Batılı tarzda okullar açtı ve birçok sahada yeniliğin başat taşıyıcısı oldular. Elbette İranlı gençler, İran’a döndüklerinde akıllarında yalnızca okul açmak fikriyle dönmemişlerdi.
Batıdaki meşrutî yönetimlerin etkisinde kalmışlardı ve İran’da da önemli ıslahatların yapılmasını istiyorlardı. Tıpkı Osmanlı’dan Avrupa’ya giden gençlerde olduğu gibi İranlı gençlerin çoğu da önemli ailelerin çocukları olması taleplerinin yönetim katında ciddi bir karşılık bulmasını sağladı.
İranlı aydınların talepleri yalnızca meşrutî bir sisteme geçmekten de ibaret değildi. Batı etkisindeki aydınların laikliğin ülkede benimsenmesine yönelik girişimleri de söz konusuydu. Elbette bu talep İran’ın güçlü ve yerleşik ulema kesimi tarafından ıslahatlara tepkiyle yaklaşılmasına neden oldu.
1876 senesine gelindiğinde Osmanlı’da Kanûn-i Esâsî’nin kabul edilmesi, İranlı aydınlar arasında da büyük bir heyecan yarattı. Ülkede artan ekonomik bunalımlar ve dış siyasî baskılar ülke içindeki reformistlerin günden güne güç kazanmasını sağladı.
- Osmanlı padişahı gibi mutlak bir figürün dahi meşrutî sisteme yeşil ışık yakması, İranlı aydınların çalışmalarını hızlandırmasına neden oldu.
1 Mayıs 1896 yılı ise İran modernleşmesi için dönüm noktalarından birisini teşkil etti. İran modernleşmesini hızlandıran isimlerden birisi olan Nâsırüddin Şah, Mirza Rızâ Kirmânî isimli bir fanatik tarafından suikast sonucu öldürülmesi aydınlar arasında bir şok etkisi yarattı.
Bu suikast sonrası ulema ve aydınlar arasındaki rekabet bir nebze yumuşamıştı; çünkü Nâsırüddin Şah, hem aydınların hem de ulemanın itibar ettiği bir hükümdardı. Onun ölümü iki tarafı da politik taleplerinde taviz vermeye itti.
Ulema, meşrutî sisteme yönelik katı tutumunda yumuşarken aydınlar da laiklik taleplerinde geri adım attı.
İran uleması sıkı istibdat karşısında meşrutî sistemin kendi menfaatlerine dönük önemli sonuçları olması nedeniyle yeşil ışık yakmaya başladı. Aydınlar da özellikle Rusya baskısı karşısında güçlü bir İran parlamentosunun varlığının ülkenin elini güçlendireceğine dair güçlü bir inanca sahipti.
- Ulemanın ıslahat fikirlerini hayata geçirmek adına kurduğu “Feramason” isimli gizli örgüt kısa sürede İran halkı arasında yayıldı. Bu örgütün ıslahat düşünceleri ve meşrutiyet talebi, Avrupa’da eğitim görmüş aydınların ıslahat fikirlerinden önemli farklılıklar barındırıyordu.
Feramason mensubu çoğu ulemanın yetiştirdiği gençler, fikirlerini dinî bir yorumlama ile geliştirmişti. Kaçar Hanedanlığı’nın baskıcı yönetimi ve Rus hegemonyasına karşı yönetimin paylaşılması konusunda aydınlarla aynı çizgide buluşsalar da yöntem açısından oldukça farklı bir yol izliyorlardı.
Ulemanın başından beri ıslahat fikirlerine karşı dinî terminolojiyi kullanarak her şeyi dış güçlere bağlayarak reddetmesini devlet kademelerinde de önemli vazifeler üstlenen Mirza Malkum Han şöyle eleştirecekti;
“500 yıllık sanayi de neyi icat etmeyi başarmışız ki diğer bütün konulardan daha önemli olan devlet yönetimini kendi başımıza icat edebilelim? Eğer biz bütün sanayimizde örnek almaya muhtaç isek binlerce kat daha fazla ilmi bir bilgi ve ilime ihtiyaç olan divan/devlet sistemini nasıl kendimiz icat edebiliriz?” (Mirza Malkum Han Risalelerinde İran Modernleşmesi – Oğuzhan İmamoğlu)
Feramason üyelerin Nâsırüddin Şah’ın katline giden süreçte de parmakları olduğu düşünülse de bu kanıtlanmış bir iddia değildi. Hatta Şah’ın bizzat kendisi bir dönem Feramason Cemiyeti’nin üyeleri arasında yer alıyordu.
- Feramason üyelerinin Kirman’da yaktıkları isyan ateşi kısa sürede Tahran’a kadar yayıldı. Tahran Valisi ve Sadrazamı devirmeyi başaran isyancılar 1906 senesinde İran’ın meşrutiyet yönetimine geçmesini sağladı.
Meşrutiyet’e giden yolda siyasî nedenler
Nâsırüddin Şah, ülke içinde otoritenin mücessem simgesiydi. Onun öldürülmesinden sonra yerine Muzafferuddin Şah getirildi.
Muzafferuddin Şah hem beceriksiz bir idareciydi hem de tamamen Rus kuklası gibi hareket ediyordu. İran’ın tüccar sınıfı ve ulema, yabancı baskısını kırabilmek için anayasal süreci destekliyordu; aydınlar ise ülkenin tek kurtuluşunu meşrutiyet sistemde görüyordu. Bu ülküler neticesinde tüm muhalefet kısa sürede Kaçar Hanedanlığı karşısında örgütlenmeye başladı.
Kimsenin beklemediği iki gelişme, muhaliflerin elini güçlendirdi; İlki Ruslar Japonlarla giriştikleri amansız savaşta ağır bir mağlubiyet aldılar. Bu kimsenin beklemediği bir sonuçtu, mağlubiyet Rusların tüm dikkatini iç siyasete çevirmesine neden oldu. Diğer gelişme ise 1905 Moskova Ayaklanması oldu. Rusya’da aydınlar, işçiler ve köylüler hükümete karşı ayaklanarak 1906 yılında anayasanın ilân edilmesini sağladı. Bu durum, Rus sömürgesi konumuna düşmüş İran’da da etkisini gösterdi.
- Moskova Ayaklanması, Takizade ve Devletâbâdî gibi önemli ulema liderleri arasında bir aydınlanmanın yaşanmasını sağladı. Avrupa’da okuyan İranlı aydınların sık sık gündeme getirdikleri anayasa ve meşrutiyet fikrinin ulema tarafından daha büyük bir ciddiyetle ele alınmasını sağladı. Üstelik bu kez ulema, önyargılarını bir kenara koydu ve kendi yöntemi konusunda ısrarcı olmadı.
Muhalefetin yöntemi konusunda ise Osmanlı’da anayasa taleplerini büyük bir gizlilik içinde yürüten İttihat ve Terakki’nin faaliyetleri İranlı muhalifler arasında benimsendi. İttihatçıların, Sultan Abdülhamid gibi bir padişah karşısında son derece örgütlü ve güçlü bir konuma gelmeleri İranlı muhaliflerin cesaretini artıran bir faktördü.
Feramason Cemiyeti’nin yalnızca ulema ile sınırlı tutulmayıp tüccar ve siyasetten de önemli isimlerin dâhil edilmesinde İttihat ve Terakki’nin açık bir etkisi söz konusuydu. Yine de ulema ve adınlar arasında ciddi fikir ayrılıkları söz konusuydu. Tamamen bir uzlaşı bulunmuyordu; ama iki cenah da anayasa ve meşrutiyet konusunda hemen hemen aynı çizgiye gelmişti.
Muzafferuddin Şah’ın Rus yanlısı Emin’ud-Devle’yi sadarete getirmesi tüm muhalefeti ortak bir paydada birleştirdi. İranlı ünlü Türk tarihçi Ahmed Kesrevî siyasî atmosferi şu sözlerle betimleyecekti:
“Halk Muzafferuddin Şah’ı saf ve güçsüz olarak görmekte ve bütün kötülüklerin başında Emin’ud-Devle’nin bulunduğunu düşünmektedir. Bu dönemde İran’da işler iki grubun kontrolündeydi: İlki hiçbir şekilde söz söylenemeyen Saray ve Şah’ın etrafında yer alanlar ve diğeri halkı ayaklandırabilecek din adamlarıydı. Emin’ud-Devle her iki grupta da düşmanlara sahipti, bu şahıs etrafındaki ulemaya para vererek, çevresindekilerin gönlünü alarak işlerine devam ediyordu. Öyle bir dönem gelmişti ki hazine boşalmış ve etrafına para dağıtamaz hale gelmişti, işte ona aşırı düşmanlık besleyenler artık ondan para alamayan ve onun kandırmacalarına inanmayanlardı.” (Ahmed Kesrevî, Tarih-i Meşrute-i İran)
Islahat talebinde bulunan kişiler hükümetin sert tepkisi ile karşılaşınca Şeyh Abdülazim Türbesi’ne sığındı. Yönetimin muhaliflere uyguladığı baskı sonucu büyük halk kitleleri sokaklara indi ve
Şah, 1906 senesinde meşrutiyet taleplerini kabul etti.
Sonrası Ortadoğu halklarının malum talihinden farklı olmadı. Tahta yeni geçmiş Muhammed Ali Şah, 1908 yılında Meclis bombalatarak yok etti. Mebusların şanslı olanları sürgün edilirken önemli isimler tek tek idam edildi.
Elbette baskıcı yönetimlerin sonları yaklaştığında zulümlerini artırması sosyolojik bir gerçekti, bir kez hürriyet, anaysa ve meclisin tadını alan İranlı aydın ve ulema kısa süre sonra Kaçar Hanedanlığı’nın sonunu getirecek süreci de hazırlayacaktı.